Londra’da, Amsterdam’da, New York’ta, Almanya’nın, Fransa’nın çeşitli kentlerinde terk edilen, metruk kaldığı için sinemaya tahvil edilen, sanat galerisine dönüştürülen kiliseleri görünce derin düşüncelere dalardım. Dinin ne hâle geldiğinin, nasıl hayattan çekildiğinin en önemli göstergeleriydi. Almanya’nın Weimar kentinde, Weimar Rönesansı’nın ve aynı zamanda Alman Ruhu’nun Goethe, Schilller ile birlikte üç büyük kurucusundan ve aynı zamanda papaz ve teolog olan Herder’in kilisesine ilk gittiğimde terkedilen kilisenin nasıl hayaleti andırdığını görmüş ve ürkmüştüm. Herder’in kilisesine âyin vaktinde girmiştik; âyine sadece ölmek üzere olan, ölümlerini bekleyen, etraflarına şaşkın ve ürkek gözlerle bakan yaşlılar katılmıştı. Kilise’de cemaatten çok turist vardı. Bu turistlerin çoğu -muhtemelen- Herder’i bilmiyordu ama tarihî yani “müzelik” yapısından ötürü ziyaret edilmeyi ve görülmeyi hak ediyordu kilise.
POPÜLER KÜLTÜRÜN YIKICI SALDIRISI VE MABEDLERİN ÇEKİLİŞİ
Batı’da dolaştığım ve hepsi de sadece “müzelik” işlev gören kiliseleri can çekişen ama artık zararsız hâle getirilmiş canavarlara benzetirim hep. Bir zamanlar dünyaya hükmeden emperyalistlerin esin ve besin kaynağı kilisenin bu metruk hâli, artık Batı uygarlığının manevî olarak çöküşünün, materyalizmin, sekülerizmin ve tekno-paganizm biçimlerinin Kilise karşısında zaferinin sembolü. Hayatta hiçbir karşılığı yok. Yaşlıların ölmeye yattıkları korkuluklar adeta!
Bir gün camilerin de kiliseler gibi terkedilebileceğini hiç düşünmedim. Müslümanların camileri terketmeyeceklerini düşündüm hep. Terkedemezlerdi çünkü camiler hayatın ve hayattaki her şeyin merkezi(ydi). Beş vakit namazın kılınması farz değildi sadece, beş vakit namazın cemaatle kalınması da farz(dı) aynı zamanda.
Ateizmin yakıcı saldırısından büyük bir ruh üşümesi yaşayan Türk Cumhuriyetlerinin halklarının, Sovyet ateizminin ve emperyalizminin tahakkümünden kısmen ve şeklen de olsa kurtulmalarından sonra camilere koşuştuklarını, beş vakit namazda camileri tıka basa doldurduklarını gözlemliyoruz. Ama korkum o ki, bugün beş vakit namazlarda lebalep dolan camiler, çok değil bir kuşaklık zaman dilimi içinde hız, haz ve ayartıyı kutsayan, bütün değerleri çözücü, kutsalları yıkıcı Amerikan popüler kültürünün Türk Cumhuriyetlerini de hızla istila etmesiyle birlikte bir anda boşalacaklar. Ki bu korkumu görüştüğümüz Türk Cumhuriyetlerinin yöneticilerine, bakanlarına, STK liderlerine ve aydınlarına da sürekli söyledim, söyleyip duruyorum!
Bu endişemin ne kadar doğru olduğunu 4 yılda Özbekistan’a yaptığım üç ziyaretin üçüncüsünde özelikle hiç olmayacak bir şehirde, mübarek Buhara-yı Şerif’te dolaşırken görünce irkildim.
Taşkent’te büyükelçimiz ve önceki rektörümüz Mehmet Bulut hocamızla kıldığımız bir cuma namazını hiç unutamam, unutulacak gibi değil çünkü: Taşkent’in merkez camisinin içi tıka basa dolmuş, caminin etrafındaki birinci, ikinci, üçüncü caddeler de caddelere seccadelerini seren cemaat tarafından tıka basa doldurulmuş. Çok sevindirici bir manzara bu. Ama ben gelecek ve geleceği belirleyecek sosyal, kültürel ve zihnî dinamikler üzerinde kafa yoran bir yazar olarak bu manzaranın geçici olduğunu ve hızla yok olacağını görebiliyorum. Bu fikrimi sayın büyükelçimize de, rektör hocamıza da söyleyince oracıkta, “Öyle mi görüyorsunuz. Sizin bakışınız keskindir. İnşallah olmaz. Allah korusun” şeklinde üzüntülü tepkiler verdiklerini bugün gibi hatırlıyorum.
YOL AYIRIMI: YA ÖLECEĞİZ YA DA OLACAĞIZ!
Oysa popüler kültürün, hız, haz ve ayartıyı kutsayan tekno-pagan, neo-seküler saldırısını nasıl püskürtebileceğimiz meselesi üzerinde enlemesine ve boylamasına kafa yormak zorundayız. Değerleri çözücü, sosyal ve kültürel yapıları yıkıcı bu tekno-pagan, neo-seküler saldırının karşısında dimdik duracak ve bu saldırıyı püskürtecek muhkem kaynaklar ve irade bizde / Müslüman toplumlarda var sadece.
Bu yıkıcı ve çözücü popüler kültüre karşı Müslüman devletlerin, cemaatlerin ve STK’ların ortak stratejiler geliştirmeleri gerekiyor.
Bu küresel saldırıyı sadece biz püskürtecek muhkem kaynaklara sahibiz ama bu kaynakları ortaklaşa, sistemli bir şekilde harekete ve hayata geçirecek müşterek akla ve müşterek iradeye sahip değiliz, ne yazık ki.
Bu konuda da Türkiye’ye, bu hükümete ve Müslüman halkımıza çok büyük, tarihî görevler düşüyor. Bizler organize olup sorunun üzerine gidemezsek, postmodern popüler kültürün her şeyimizi çözücü ve yıkıcı saldırısı karşısında un ufak olmaktan ve insanlığı çok büyük bir yok oluş felâketinden kurtarma imkânlarına ve kaynaklarına sahip olan insanlar olarak vazifemizi yapmadığımız için tarihin önünde hesap vermekten kurtulamayız.
Önümüzde büyük bir yol ayırımı var: Ya öleceğiz ya da olacağız. Ya bütün insanlık olarak yeni kapitalizmin hız, haz ve ayartılarıyla baştan çıkarılan hazır köleleri olarak öleceğiz, popüler kültürün yıkıcı ve çözücü saldırıları bizi, bütün dünyalıları celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştürecek ya da bu gidişe “dur!” diyerek tarihin akışını belirleyecek bir konuma yerleşeceğiz yeniden.
CAMİLER: DİRENİŞ, DİRİLİŞ VE VAROLUŞ MEKÂNLARI
Ülkemizde camiler, boşalıyor hızla… Kaderlerine terkediliyor… Camiler kiliselerin kaderine terkedilir de kendi hallerine bırakılırsa, tarih durur, zaman durur, dünya cehennem arenasına döner.
Camiler, şeklen ibadet yapılan yerler değildir. Camiler bizi temizleyen, ruhumuzu dirilten, bizi silkeleyip kendimize getiren, bizi birbirimize kardeş kılan varoluş ve kurtuluş mekânlarıdır.
“Camiatün” yani üniversite kavramı da, “cemaat”, “cemiyet” kavramları da “cami” kavramıyla aynı etimolojik köke ve anlam küme’sine sahiptir.
Cami, Allah’ın evidir; seküler zamanın akışını durdurarak günde beş kez Rabbimizle buluştuğumuz, Müslümanlarla kaynaştığımız, her dem manen arındığımız, temizlendiğimiz, tertemiz olduğumuz ulvî mekânlardır. Camiler sadece manevî arınma değil, aynı zamanda zihnî, kültürel ve sosyal dirilme ve varolma mekânlarıdır.
Cami, hayatın merkezidir. Hayatın kalbidir. Hayatın ritimlerinin attığı yerdir. Camiler Müslüman toplumun hem atardamarları hem de toplardamarlarıdır: Hem manevî arınma ve temizlenme hem de dünyaya, hayata Müslümanca bir ruhla yön ve şekil verme, dirilme ve varolma mekânlarıdır.
Camileri terkedersek, ölürüz, insanlığın da çözücü ve yıkıcı popüler kültür biçimleri karışında yok oluşunun sorumluları oluruz.
Biz camileri dirilteceğiz ki, camiler de bizi diriltsin.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/yikici-populer-kulture-karsi-camilerin-diriltici-islevi-4565983