Yusuf KAPLAN - Türkiye’nin, Batı’yla ve kendi ruhuyla imtihanı - 31 Ekim 2021

Yusuf KAPLAN - Türkiye’nin, Batı’yla ve kendi ruhuyla imtihanı - 31 Ekim 2021

Yusuf KAPLAN - Türkiye’nin, Batı’yla ve kendi ruhuyla imtihanı - 31 Ekim 2021


Türkiye, Tanzimat’la yönünü, Meşrutiyet’le ve Cumhuriyet’le yörüngesini yitirdi. Özal’lı yıllardan itibarense ruhunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Türkiye’nin ruhunu yitirme tehlikesinin arka planını, boyutlarını ve sonuçlarını tartışacağım bu yazıda.

Türkiye’nin iki asırlık Batılılaşma tecrübesini bir de başka bir açıdan okumayı denemek isterim. Bu iki okuma biçimi görünüşte zıt gibi görünse de gerçekte bakılan yere göre değişen manzara hikâyesi bu.

Buna göre, Osmanlı modernleşmesi, Tanzimat süreci, reaksiyoner de olsa, bir anlamda, modernliğin meydan okumasına karşı bir tür direniş biçimi olarak da görülebilir. Meşrûtiyetlere gelinceye kadarki süreçte, hem Batı’yı yakından tanıma imkânı bulduk hem de kendi yolumuzu bulma, çıkış yolumuzu vuzuha kavuşturma imkânlarımızı yakalamaya başladık: 19. yüzyıldan 20. yüzyıla sarkan dönemde, çok büyük bir fikrî birikim inşa etmeyi başardık. O dönemde ulaşılan entelektüel birikime, canlılığa ve düzeye Cumhuriyet tarihimiz boyunca hiç bir zaman ulaşamadık.

Ulaşmazdık; çünkü Cumhuriyet’le birlikte benimsediğimiz radikal modernleşme / sekülerleşme projesi, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etmemizi, Batılı bir yörüngeye girmemizi emrediyordu.

Oysa medeniyet iddialarını inkâr ederek çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşılabileceğini düşünmek, olmayacak duaya âmin demekti; eşyanın tabiatına tersti bu.

Her şeye rağmen Cumhuriyet bize zaman kazandırdı. Yüzyıl kazandırdı. İnönü, Lozan’dan çıkarken bunu, “artık yüzyıl daha rahat nefes alabileceğiz” diyerek telâffuz etmişti.

Cumhuriyet’in radikal modernleşme / sekülerleşme projesinin mimarları, Batılıların bizi Anadolu’dan sürmek istediklerini düşünerek zaman kazanmak, dolayısıyla Batılıların bize saldırma gerekçelerini ortadan kaldırmak için katı Batılılaşma projesini başlatmış olabilirler, muhtemelen.

KÜLTÜREL İNKÂR’DAN KÜLTÜREL İNTİHAR’A...

Türkiye’nin Batı’ya yürüyüşü modernleşme sürecinin Cumhuriyet evresinde medeniyet değiştirme serüvenine dönüştü. Ahmet Hamdi Tanpınar, yaşanan serüveni “kültürel inkâr” olarak adlandırmıştı. Bendeniz bu serüvenin, gelinen noktada tam bir çıkmaz sokağa saplandığını ve bizi kültürel intiharın, epistemik körleşmenin ve köleleşmenin eşiğine fırlattığını düşünüyorum.

Bu toplumun İslâmî birikimi bu ülkede bir asırdır itildi, kakıldı, inkâr edildi, yok sayıldı; kendi çocukları milletin adamları asıldı, katledildi, darbe üstüne darbe yedi, darbelerle, silah zoruyla susturulmaya çalışıldı. İslâm, bu toplumun bütün kurumlarından temizlendi, devletin bütün kurumları İslâmsızlaştırıldı, laikleştirildi; laiklik laikçiliğe evrildi, Kemalizmle karıştırılarak Türk usûlü bir paganizm biçimine dönüştürüldü!

Bu ülke şeyhler, müritler ülkesi olamaz diyenler, Anıtkabir’i bir şikâyet makamına, bir “ağlama duvarı”na çevirdi.

Tam bir akıl tutulması bu.

Hâsılı kelâm, bu toplumun varlık sebebi, bin yıl dünya tarihini yapmamızın yegâne kaynağı, bu toplumu bütün zorluklara karşı dimdik ayakta tutan yegâne dayanak ve tutamak notası İslâm, devletin ve toplumun hayatından uzaklaştırıldı; bu toplumun İslâmî medeniyet birikimi tasfiye edildi, medeniyet ruhu, dinamikleri inkâr edildi.

DEVŞİRMELER VE DEVŞİRİLMİŞLER ELİYLE TÜRKİYE’NİN KENDİ KENDİNİ SÖMÜRGELEŞTİRMESİ

Bütün bunlar sömürgeciler, emperyalistler tarafından yapılmadı bu ülkede. Bütün bunlar yerli sömürgeciler, devşirmeler ve devşirmelerin devşirilmişleri tarafından yapıldı. Ülke, bu ülkenin hâs çocuklarının elinden alındı. Bütün kurucu kurumları devşirmeler ve devşirilmişler tarafından işgal edildi, ülkenin çocukları devletin bütün kurumlarından temizlendi: Oligarşik bürokrasi böyle tesis edildi. Oligarşik bürokrasiye meydan okuyan, bu toplumun İslâmî kimliğini, ruh köklerini, tarihî derinliğini hatırlatmaya kalkışan rahmetli Erbakan Hoca’nın kurduğu partilerin hepsi teker teker kapatıldı -kimi askerî darbelerle kimi siyasî darbeler ve hukuk cinayetleriyle-. Menderes’in seçimle iktidara gelişinin resmî tarih tarafından (aslında devşirmeler ve devşirilmişlerce) “karşı devrim” olarak nitelendirilmesi, yaşanan tasfiyenin ne kadar fütursuzca yapıldığını yine fütursuzca bir dille ifade etme çabası aslında.

Bendeniz kavga istemiyorum bu ülkede.

Kamplaşmalar, ülkede farklı kesimler arasındaki son kalan sosyal bağları, manevî bağları da tuzla buz ediyor.

Yaptığım şey, kamplaşma ve kamplaştırma değil yüzleşme ve yüzleştirme çağrısı. Yakın tarihin sır perdelerini aralama, yaşananları açık yüreklilikle, çaplı, kaliteli, seviyeli bir entelektüel dille gözler önüne serme çabası.

Umarım, söylediklerim anlaşılır.

Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi