Rusların Ukrayna’yı işgaliyle başlayan süreç, bütün dünyanın ekonomik ve siyasî dengelerini alt üst etti, etmeye de devam ediyor.
Rusya da, Ukrayna da dünyanın tahıl ambarı. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın derinleşmesi, dünyada da ülkemizde de ekonomilerin 1929-1930 ekonomik krizine benzer sarsıntılar geçirmesine yol açtı: Enflasyon tavan yaptı, faizler aldı başını gitti, insanların alım gücü düştü, sınıflar arasındaki makas açıldıkça açıldı…
İki senedir korona hapishanesine tıkılan insanlık, hapishaneden salıverildi verilmesine de dışarı çıkan insanlar, ekonominin el yaktığını görünce şaşkına döndüler.
YENİ KÜRESEL KRİZ KAPIDA…
Korona hapishanesinden çıktı insanlar çıkmasına da, özgürlüklerine kavuşamadılar tam anlamıyla. Özgürlüklerini tehdit eden, çok yönlü yıkım yaşayan bir dünyayla karşılaştılar bir anda...
Türkiye’de de ekonomi derinden etkilendi bu küresel travmadan. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oldu; orta sınıf neredeyse yok oldu. Bu durum, sosyal barışın alarm zilleri çalmasına yol açabilir. Hükümetin, nefes alıp vermeleri zorlaşan dar gelirli inanımızın sorunlarıyla özellikle ilgilenmesi, ülkemizin selâmeti açısından hayatî önem arzediyor.
Pandeminin yol açtığı küresel ekonomik buhranı biz de ülke olarak hissediyor olsak da, dış politikada son 20 yılın, belki de cumhuriyet tarihinin en parlak dönemini yaşıyoruz. Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, tecrübesi, birikimi ve risk alan cesur devlet adamlığı ile Türkiye’nin dış politikada yaptığı bu atılıma öncülük ediyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı patlak verdiğinde, Türkiye’nin arabuluculuk rolü oynaması taleplerine muhalefet partileri hep gülerek, alaycı bir dille yaklaşmışlardı. Oysa dış politika, millî bir meseledir, burada elde edilen başarı ya da başarısızlık bu açıdan özenle değerlendirilmelidir.
TÜRKİYE YENİDEN MERKEZ ÜLKE KONUMUNA YÜKSELECEK…
Türkiye, savaşın ilk haftasında, bütün dikkatleri üzerine çekecek diplomatik bir atak gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir haftada 30’a yakın devlet veya hükümet başkanıyla görüştü. Bu görüşmelerde bir fotoğraf karesi vardı ki, sadece o kare bile Türkiye’nin neden yeniden merkez ülke olması gerektiğini ve Türkiye’nin merkez ülke olabileceğini gözler önüne seriyordu: Başta Rusya ve Ukrayna temsilcileri olmak üzere, konuya taraf olan ilgili ülkelerin hepsi İstanbul’da bir masa etrafında toplanmıştı. Salona girince hepsi aynı anda ayakta alkışladılar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı.
Bu, basit bir hâdise değil.
Bu süreç sürüyor, sürecek de.
Aynı merkez ülke olma konumu, NATO toplantıları sırasında da ortaya çıktı Türkiye’nin: NATO toplantısına ilk defa Türkiye damgasını vurdu: İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurularına Türkiye sözkonusu ülkelerin PKK’ya yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesiyle engel koyunca bütün dikkatler üzerimize yoğunlaştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yandan ABD Başkanı Joe Biden’la, öte yandan da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le art arda aynı anda görüşüyor. Şu şartlarda, şu kaotik küresel konjonktürde çok zor bu oysa. Ve bu, çok değerli bir konum. Bugün arabulucu konumdayız, yarın yönlendirici konuma yükseleceğiz inşallah yeniden…
Uzatmaya gerek yok listeyi…
Türkiye’nin Çin’le de derin ve köklü ilişkiler kurduğunu görüyoruz aynı zamanda. Bu ilişkiler, Doğu Türkistan’daki Çin zulmünün engellenmesinde bir noktaya da kadar da olsa bir rol oynayabilir. Çin’in Türkiye’ye çok ihtiyacı var. Ve bu, önümüzdeki süreçte daha da artacak…
Batılılar, pek çok alanda Rusya ile açık veya örtük ittifak hâlinde olsalar da, Rusya’nın belini kırmak için bir fırsat olarak görüyorlar Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını. Kaldı ki, ABD de, İngiltere de Rusya’yı Ukrayna’ya saldırması konusunda az kışkırtmadı! Avrupa’nın özellikle de Almanya ve Fransa’nın karşı koymasına rağmen.
Son olarak Rusya ve Ukrayna ile dünyanın tahıl krizini çözecek çok önemli bir anlaşma İstanbul’da imzalandı. Bütün dünyanın yöneticileri Türkiye’yi tebrik etti bizzat Erdoğan’ı arayarak ya da mesajlar ve açıklamalar yayınlayarak…
Sadece ülkedeki muhalefet görmedi, göremedi bunu.
İnanılır gibi değil.
Oysa Türkiye, yeniden merkez ülke, tarihin akışını değiştirecek bir ülke konumuna yerleşebilecek bir kaç ülkesinden biri dünyanın şu an.
Yeter ki biz, içerde kenetlenmesini bilelim.
Yeter ki biz, azamî müştereklerimiz üzerinde titreyelim.
Yeter ki biz, bizi tarihe girdiren, tarihin akışını değiştirmemizi mümkün kılan o kabına sığmaz ruhu yeniden kuşanalım, önümüzü açacak yeni Gazalî’leri, İbn Haldun’ları, Sinan’ları, Itrî’leri yetiştirmeden bunun mümkün olmayacağını görelim ve uzun soluklu, köklü ve güçlü bir eğitim seferberliği başlatarak çağrısı çağını kuracak öncü kuşakların tohumlarını ekmeye başlayalım.
İşte o zaman Türkiye yeniden tarihin akışını değiştirecek merkez ülke konumuna yükselecek inşallah.
Vesselâm.