Semerkand yolculuğumuz herkese ve her şeye ışık tutacak ilginç ipuçları sunan çok katmanlı bir keşif ve mükâşefe yolculuğu oldu.
Bu son Semerkand yazısı da Seyfullah Yiğit kardeşimin ruh dolu kaleminden çıktı. Zihin açıcı ve verimli olması dileğiyle paylaşıyorum sizlerle…
Pazartesi günü sabah erkenden Semerkand’ı keşfe çıktık. Semerkand’ı keşfettikçe kendimizi, kendimizi keşfettikçe neyi yitirdiğimizi keşfediyorduk aynı zamanda hayretle… Semerkand’lıların nasıl bir hazinenin üzerinde oturduklarının bilincinde olmadıklarını görünce, bu çok yönlü keşif çabamız, bizi bir tarih felsefesi geliştirmeye kışkırtıyordu: Tarih bilinci linç edilmiş toplumların hayatları ilginç bile değildir. Özgün değildir. Geleceği kuracak bir bilince ve ruha sahip olmaktan çok çok uzaktır. Kendine uzaktır. Kendi dünyasına uzaktır. Ve dünyaya da uzaktır bu tür toplumlar.
Müslüman dünyasının resmi bu aslında. Özbekistan bu resimden azade değil. Ama burada bir fark var: Muazzam bir tarih var Özbekistan’da ama o tarih bu insanların hayatlarına yön vermekten uzak. Ölü bir tarih bu çünkü. Toplumun tarih bilinci linç edildiği için ölü.
Özbekistan seyahatimiz o yüzden çok yönlü bir keşfin, bilinçlenmenin ve yürüyüşün zihin, anlam ve yol haritasını çıkarmamızı sağlayan bir varoluş yolculuğuna dönüştü hepimiz için. Muazzam bir şey bu elbette. Emir Timur’un eşi için yaptırdığı Bibi Hatun Camii’ni keşfe çıkıyoruz ilkin. Cami dediğime bakmayın, bir külliye burası da; çok katmanlı, çok anlamlı ve tarihe meydan okuyan çok nefis bir külliye. Ancak buranın müze olarak kullanılması üzdü bizi. Bu cami, İslâm’ın kadına nasıl değer verdiğinin güzel örneklerinden sadece
biri aynı zamanda.
Daha sonra Özbekistan’ın ilk Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un türbesini ziyaret ettik. Kerimov, hayattayken inşa etmiş türbesini. Üzerinde âyetler… Türbenin dışında oturma yerleri… Yanında bir Hafız. Ara ara Kur’an okuyor. Kerimov, İslâmî birçok hizmetin yayılmasını engellemesine rağmen, Özbekistan halkının tarihle olan bağını koparmamış, aksine güçlendirecek işlere imza atmış. Tarihî yapıların ve dokunun yeniden diriltilmesi
ve ayağa kaldırılması onun
eseri esas itibariyle.
Bazı hassasiyetler dikkatimizi çekiyor Kerimov’un türbesinde. Meselâ Ulusalcılar gibi kendisine bir anıt-mezar inşa ettirmemiş. Mezarına çiçek konulmuyor. Dua ediliyor, Kur’an okunuyor. Ve mezarını Timur’un başkenti Semerkand’a yapıyor, burası çok önemli. Kendisini her şeye rağmen yine kendi tarihiyle var etmek istiyor. Bu durum Özbek halkında da mevcut. Seküler yaşayan Özbekler, Türkiye’deki bazı katı sekülerler gibi İslâm’a düşman değiller! En azından şimdilik,
şu aşamada. Selam vermede sizden daha aceleciler, meselâ.
Sonra büyük imam, İmam Maturidi türbesini ziyaret ediyoruz… İmam Maturidi’nin türbesi çok sakin ve güzel bir yerde yapılmış. Mezar, güzel bir bahçenin içine, bölgeye has bir mimariyle sade bir türbenin içine yerleştirilmiş. Manevî atmosferi oldukça yüksek bir yer. İmam, 872’de doğmuş ve hayatı ilim, irfan ve hikmetle geçmiş. Çarpık, sığ bir akılcılık projesine indirgenmek istenen Maturidilik’in kurucu
büyük imamı İmam Maturidi, Mutezile’ye karşı mücadele
etmiş, burası çok önemli, Yusuf Hoca’nın da dikkat çektiği üzere..
Türbe ziyaretinden sonra bu sefer gündüz Semerkand Meydanı’ndayız. Medreselerin içini geziyoruz. Ali Kuşçu, Uluğ Bey’in talebesidir. Eskiden medrese olan bu yerler şimdi müze! İçinde sarıklı, cübbeli maketler var. Bu maketler… buraya gelenlerin çoğunluğunun turist olduğunu gösteriyor!
Burada meşhur hattat Abdülcelil Hocayla tanışıyoruz. Bu arada, meydanı gezerken bize İmam Buhari Uluslararası Eğitim Merkezi’nden Yoldaş Han Hoca ile Türkiye’den misafir araştırmacı olarak gelen Cuma Hoca eşlik ediyorlar -rehberimiz Yıldız Hanım kardeşimizle, Özbekistan’dan MTO talebesi Cemşid kardeşimizin dışında.
Abdülcelil Hocayla leziz bir sohbete dalıveriyoruz oracıkta. Sohbette konigil adında çok kaliteli ve ilk olarak Orta Asya’da kullanılan bir kâğıttan söz edildi. Bu kâğıt, dut kabuğundan yapıldığı için dayanıklı ve sağlam. Abdülcelil Hoca, bu kâğıt üzerine bir Kur’an yazmış ve müzede sergileniyor. Çok iyi bir hattat olduğu eserinden belli oluyor. Uzun bir işlemden sonra hazırlanabiliyor meşhur Semerkand kâğıtları. 500-600 yıllık Semerkand kâğıtları varmış hâlâ! Müze içinde dev bir tablo gördüm. Avrupalılara benzeyen bir adam. Rehberimize sordum. Avrupa’dan, Uluğ Bey’den ders almak için gelen gök bilimciler olduğunu söyledi. Biz kimiz sorusunu sormalıyız değil mi her seferinde yeniden kendimize… Türkiye’deki hattat Hasan Çelebi’nin Abdülcelil Hoca’nın üstadı olduğunu da eskiden medrese şimdi müze olan yerden çıkarken öğreniyoruz.
İmam Buhari’nin türbesini ziyaret etmek için, türbenin de içinde olduğu İmam Buhari Uluslararası Araştırma Merkezi’ne gidiyoruz. Yemekte sözleşmiştik Yoldaş Han Hocayla. Cuma Hocayla onlar birkaç saat öncesinden gittiler araştırma merkezine. Biz de daha sonra gittik. Bizleri kapıda karşıladılar. Namazlarımızı eda ettik. Merkezi gezdik. Hocamız, kısa bir konuşma yaptı. Taşkent trenine kavuşmak için hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. İmamın türbesi tadilatta olduğu için uzaktan
ancak bir Fatiha okuyabildik. Buhara’daki gibi nasiplenememiştik! Her şeyin hayırlısı olsun…
Semerkand’ın ekmeği çok meşhur. Tren garında beklerken ekmek alanlarımız oldu. Uzun süre dayanıklıymış. Bayatlamıyormuş. Eskiden savaşlarda bu ekmek tercih ediliyormuş. Buhara ekmeği gibi yuvarlak, nakışlı ancak daha kalın bir ekmek.
Bu düşüncelerle veda ediyoruz masal şehir Semerkand’a; ama şimdilik… Bu seyahat, pergelleri açıyor… Ufukları açıyor... Yeni keşiflere kapı aralıyor... Dolayısıyla bu sıradan bir gezi değil. Olağanüstü, sıradışı bir seyahat bu… ve devam ediyor Semerkant’tan şimdiki başkent, Taşkent’e doğru trenle…