Semerkand seyahatimizden yeşeren güzellikleri Seyfullah Yiğit kardeşimin kaleminden aktarıyorum:
Evet, Semerkand’taydık. İnanılmaz ama gerçek! Gerçek mi, rüya mıydı yaşadığımız? Uluğ Bey’in, Emir Timur’un torunu olan o büyük âlimin Semerkand’ın ilim, kültür, estetik ve ruh şehri olmasında çok büyük katkısı olduğu yerdeydik.
İyi de, bizim ruhumuz neredeydi, peki? O bizimle trene binmemişti. Buhara’da mı kalmıştı yoksa? Evet, kesinlikle Buhara’daydı. Bizler… modern dünyaya meydan okuyan ve kendini ruh dolu insanlar olarak görmek isteyen bizler…
Evet, bizler de bir paradoks yaşıyorduk! Neticede modern dünyada yaşıyorduk ve baş döndürücü hızla ilerleyen çağın ağlarına takılabiliyorduk. Ruh ve beden bütünlüğünü yine koruyamamıştık. Fizikî olarak, hızla ilerleyen zamana uymuştuk ama zamanı yaşamıyorduk! Bu sebeple bir boşluk vardı içimizde.
Neden İmam Buhari’nin soluğunu ensemizde hissetmiyorduk? İmam Maturidi’nin, geçtiğimiz yerlerden geçebilme ihtimalini neden düşünüp heyecanlanmıyorduk?
Yoksa biz turist mi olmuştuk? Turist yani hem bu dünyaya hem de kendine yabancı ve şaşı bakan zavallı. Küsmen evet. Çünkü geçici de olsa bu ruh haline bürünebiliyorduk. İşte, Mustafa Hoca’yla, meydana giderken yaptığımız o uzun yürüyüşte aradığımız şey, ruhumuzu bize çağıran şeydi, o şey her ne ise artık…
Semerkand Meydanı’ndayız. Tarih, 9 Temmuz Pazar ve Özbekistan’da bugün seçim var. Seçim havası yok. Seçimin galibi, eski Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev. Erdoğan Türkiye’de yeniden Cumhurbaşkanı seçildiğinde, diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi Özbekistan’da da bir bayram havası yaşanmıştı!
Yusuf Hoca’nın “Türkiye, beklenendir” sözü öylesine söylenmiş bir söz değil. Bunu, burada idrak etmeyeceksek nerede idrak edeceğiz merak ediyorum doğrusu!
İnsanlar, tarihî meydanın dışına yapılmış park alanını doldurmuş vakit geçiriyorlar. Karşılarında, bariyerle kapatılan meydanın içinde yer alan İslâm’ın şaheserlerinden habersiz gibiler…
Oysa geçmiş de, burada gizli, gelecek de. Şifrelerini çözmek gerekiyor sadece bu giz’in. O yüzden ufkun ötesini gösteren bir meydan.
Aslında cennetten bir iz taşıyan meydan demek daha doğru gibi. Cennet, sonsuz sürur yeri…
Semerkand Registan’ındaki eserler… sonsuz sürur yerinin dünyadaki mücessem örnekleri… “İman, imkandır” sözünün vücut bulduğu yerdir aynı zamanda Semerkand Registan’ı…
“Türkiye’nin siyasî çevreleri üzerinde etkili, sözü dinlenir, önemli yazarlarından biriyle beraberiz, Semerkand Registanı’nın tarihî ve kültürel değerini Türkiye’ye tanıtacak bir yazar bu,” deyince görevliden kolayca izin alıp meydana giriyoruz. Güvenlik görevlisinin sandalyesini de ödünç alıyoruz
Hocamız, meydanda yer alan üç abidevî eserin tam ortasında, karşılıklı birbirine bakan iki eserin bariyerlere doğru bitiş sınırında, sandalyede oturdu. Hocamızın yüzü, bariyerlerin önünde basamak gibi yapılan alanda duran insanlara bakıyor.
Arkasında, Tillekârî Medresesi; sağında, Uluğ Bey Medresesi; solunda ise, Şirdâr Medresesi. Muazzam bir ders yapıyoruz. Bir saat kadar süren ders nasıl bitiyor anlayamıyoruz. Semerkand Meydanında en son ne zaman ders olmuştu? Ya da bu meydanda ders yapmayı dert edinen kaç kişi çıkmıştı on yıllarca…
Oysa hocamız, söz vermişti. Ve burada da sözünü tutuyordu. Buhara Meydanında tuttuğu gibi… Bizler de hocanın etrafında halka yapıp yerde oturmuştuk. Heyecanlıydık. Ruhumuzun bize doğru geldiğini hissediyorduk. İşaret, sandalyede oturan adamdı. Aşkın ruh haliyle yapılan ders, bunu kesinleştirmişti!
İnanması zor ama Yusuf Hoca, Registan Meydanında ders yapıyor. Kim tutabilir ki onu? Anlattıkça açılıyor… açıldıkça coşuyor… Sanki bu meydandaki medreselerde tahsil görmüş ve hocası Uluğ Bey kendisini izliyor gibi anlatıyor…
Onun tarihe müdahale etmek, tarihin akışını değiştirecek neşve ile dolmak olarak tarif ettiği Müslüman olma coşkusunun nasıl bir şey demek olduğunu burada bizzat görüyoruz gözlerimizle. Bana ayırdığınız kıymetli vaktinizin hakkını veriyorum dercesine ders yapıyor Yusuf Kaplan…Uluğ Bey’in nefesini ensemizde hissediyoruz…
Talebe olmanın yeter şartının aynı çağda yaşamak olmadığını gösteriyor bu ders… Ama nasıl bir ders! Bütün İslâm beldelerini tek bir çatı altında görebilmenin mümkün olduğu inancını katî bir şekilde zihin ve ruh dünyamıza yerleştiren; yeşertici, ufuk açıcı, bütün hücreleri heyecana getiren müthiş bir ders…
Kalemim elimde. Hocanın dediklerini mi yazayım yoksa dinlediklerimin zihnimde uyandırdığı tefekkürümü mü? Şaştım kaldım doğrusu. Semerkand’a işte şimdi gelmiştik bir bütün olarak… aldığımız notlara gelirsek şöyle derlemek mümkün…
Bu meydan, şu anda öksüz aslında. Bu meydandaki medreselerden dünyadaki medeniyetlerin kodlarını okumak mümkün. Tek başına İslâm Medeniyetinin geldiği zirveyi, sadeliği, tevazuyu gösteren bir meydan. Bu çapta başka bir meydan yok Venedik’te Marko meydanı dışında.! Şanzelize! Şanzelize diye tapınıp duranlar Semerkand Registanı’nı görseler, neler düşünürler!
Burası çok önemli. Ama maalesef bu mekanlar ölü şu anda. Neden? İnsanlarla doğru bir iletişim yok. İletişimsizlik durumu var.
Sadece Özbekleri kastetmiyoruz. Bütün Müslümanların durumu bu. Kendini, kendi kültürünü tanımıyor.
Şöyle de bir şey var. Burası en azından direncin, dirilişin sembolü. Tarih, tarih oldu. Tarihin önünde sürükleniyoruz. Bu meydanda gökle kökün buluşması var. Gökle kökün, maviyle yeşilin buluşması var, burası önemli. Uluğ Bey, ömrünü ilme adayan bir âlim. İdarecilik yaptığı kırk yıl boyunca ilimle iştigal etmiş, ilim ehli insanlara kol kanat gererek Semerkand’ın bir ilim şehri olmasına büyük katkı sağlamıştır. Yazdığı eserler hâlâ klasik İslâmî eğitim veren medreselerimizde okutuluyor. Çok yönlü bir alim olan Uluğ Bey, astronomi ilmiyle de iştigal etmiştir.
En iyi öğretmen şehirdir. Çünkü üç zamanı; mazi, şimdi ve istikbali aynı anda yaşayan, yaşatan aktör şehirdir sadece! Bir medeniyet fikrine ulaşamadan buraların kodlarına ulaşamayız. Ciddi bir entelektüel atılım şart. Çift kanatlı insanların yetişmesi gerekiyor. Başka şekilde insanlığın ortak birikimini harekete geçiremeyiz. Buraya dikkat etmeliyiz.
Afrika’da her şeye rağmen insanlar, İslâm’la direniyorlar. Özbekistan’daki insanlar, bu meydandaki tarihî, kültürel ve entelektüel dinamizmi, ruhu harekete geçirerek bir sistem inşa edemezlerse çok değil yirmi yıl sonra popüler kültürün saldırısına yenik düşüp yok olabilirler. İslâmî canlanmaya, camilerin tıka basa gençlerle dolup taşmasına elbette sevinmeli ancak burayı tehdit eden popüler kültür tehlikesini de görüp önlem almalı. Yoksa o camiler 10 sene içinde boşalır, kimse kalmaz o camilerde -Allah muhafaza.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/ruhunu-arayan-sehir-semerkand-4554161