Önceki yazılarda Ramazan’ın “benzersizliğini” mercek altına almış ve çeşitli yönleriyle göstermeye çalışmıştım bunu. Bu yazıdaysa, bu kez “orucun benzersizliğini” tattırmak istiyorum sizlere...
Kutlu Kitabımız’da “Ramazan” ya da “Ramazan orucu” gibi isimlendirmeler yapılmaz. Oruç âyetinde doğrudan “Ramazan ayı / şehr-i Ramazan” nitelemesi yapılır. Bunun başlıca sebebi,
Ramazan’ın İslâm’ın özü, özeti ve özetlendiği bir bilme, bulma ve olma yolculuğu olması, bunun iklimini sunmasıdır.
Ramazan ayı, benzersizliğini ve bu benzersizliğinden kaynaklanan “gücünü” sadece oruç tutanlara değil, oruç tutmayanlara da hissettiren, gösteren çok katmanlı bir varoluş iklimidir.
Bu açıdan Ramazan ayının bahşettiği iklimi ve havayı, oruç tutan-tutmayan, inanan-inanmayan herkes farklı ölçülerde de olsa bizatihî solur, yaşar, tecrübe eder.
Ramazan’ın havasını ve oluşturduğu biliş, oluş ve varoluş, direniş, diriliş ve arınış yolculuğunu yalnızca insanlar yaşamaz iliklerine kadar; bütün varlıklar da yaşar kendilerince...
Ramazan’ın bütün varlığı kucaklayan varedici ve diriltici mevsimi, Rahman’ın rahmet kanatlarını bütün varlıklar üzerine gerdiği bir bütünleşme mevsimidir: Tevhid’in zaferi!
Bu ayın gelişi de, gidişi de, etkisini belirgin bir şekilde hissettirir herkese.
Tıpkı her iklim gibi bu iklimin de bir başı ve sonu var, oruç tutma eyleminin de.
Ama bu kutlu ayda gerçekte “sonu olmayan” bambaşka bir fenomenle karşı karşıyayız: Bu kutlu ayın kanatlandırıcı bir yolculuk ayı, bir keşf, bir varoluş, bir diriliş, kısacası, bir mükâşefe yolculuğu mevsimi olmasıdır bu.
Ramazan ayını benzersiz kılan belki de en önemli özelliklerinden biri işte bu çok katmanlı, çok boyutlu, çok sonuçlu bereketli yolculuk: Bu dünya hayatı boyunca bitmeyen, yeni boyutlar kazanarak sürgit devam eden hakikat yolculuğu...
İnsan, Ramazan ayının başlamasıyla birlikte adeta bir beyaz ata biner ve bu beyaz atla tarifsiz haritalar çizer, tarifi imkânsız varoluş ve diriliş coğrafyalarında, varediş ve varkılış kıtalarında, varlığın, hakikatin ve varoluşun mânâ sırlarında ve sınırlarında dolaşır, derûnî bir keşf ve mükâşefe yolculuğuna çıkar...
Ramazan orucuyla birlikte “beyaz atlar” kişner; beyaz atlı akıncı, benini, bedenini, bencilliğini ayaklar altına alarak atlar atına ve arınmış, kendini aşmış, hayali sınır tanımayan ufuklara kadar uzanan bir cihada koyulur: Nefsiyle mücahedeye, mücadeleye...
Büyük cihada doğru kanat çırpar: Yayını hazırlar, okunu kuşanır. Nefes nefese mücadele eder nefsiyle.
Nefes nefese hazırlanır okunu atmaya...
Ramazan, “ok atma” mevsimidir aslında. Kişinin at sırtında, heyecanından kişneyen, oraya buraya koşturan, şaha kalkan beyaz atıyla, nefs putunu ve nefsinin putlaştırdıklarını okunun hedefine yerleştirdiği, bu putları birer birer devirdiği bir nefsiyle yarış mevsimi ve şölenidir Ramazan.
Ramazan ayı, “ok” yarışları talimi ve temrini yaptıran bir aydır adeta. Ramazan’da yalnızca talim veya temrin yapılmaz. Bunların meyveleri de devşirilir.
Ramazan’da “oklar” rengarenk ve çeşit çeşittir. Herkesin oku, aynı hedeflere ulaşamaz elbette ki.
Herkesin oku da, yayı da, kendine göredir...
İlk oruç beden orucudur, “avam”ın okudur ve beden oku devrededir.
Burada çarpıcı bir noktaya dikkat çekeyim: Gazâlî, “âlim”i, “avam” olarak görür. İlmin irfana dönüşmesiyle âlim, ârif olma ve dolayısıyla havass yolculuğuna doğru yol alır, der.
Avamın oku, sadece görünür yerlere düşer. Çünkü avamın orucu yalnızca görünür, geçici zevklerin, hazların izini sürer.
Ve avam orucu tutan, sadece beden orucu tutar. Yeme, içme vesaireden uzak durmakla yetinir yalnızca. Burada avam orucu derken, oruca hakettiği değeri, önemi ve yeri hakkıyla veremeyen kişilerin oruçlarından sözediyorum.
İnsanı oldurmaya, nefsiyle mücadelesinde belli bir mesafe aldırmaya çalışır bu oruç ve oku.
İkinci oruç güzergâhı, havass orucu yolculuğudur: Dil orucu’dur bu: Dil’ini tutarak tutar orucunu havass.
Havass orucu tutanın oku, fizik sınırları aşar, semada bir kavis çizerek hedefine ulaşır.
Havass orucunun oku, insanı olgunlaştıracak hedefleri vurur.
Üçüncü oruç, havassü’l-havass’ın kalp orucudur: Gözün göremediği coğrafyalara ulaşır havass’ül-havass’ın kalp orucunun tastamam mükaşefeye / çift yönlü keşfe dönüşen oku.
Bu ok, hedefi döven bir ok değildir aslında; hedefi okutan bir oktur: Kalp orucunun oku, ilâhî olan’la buluşturacak derûnî bir semâvî yolculuğa çıkartır kişiyi.
Herkesin nefesince, nefesi yettiğince gerilir yay ve zamanın ufkunu aşması hedeflenen bir derin nefesle atılır ok.
Âyette, “attığın zaman sen atmadın, Allah attı” hükm-i ilâhisinin türlü şekillerde tecellisi sanki bu Ramazan okunun atılmasıyla gerçeğe dönüşür. Allahu a’lem. Vesselâm.
Ramazan Medeniyeti-5: Ramazan’ın beyaz atları ve okları | Yusuf Kaplan (yenisafak.com)