YUSUF KAPLAN - ÖZBEKİSTAN KEŞİFLERİ VE MÜKÂŞEFELERİ: BUHARA, BİZİ ÇAĞIRIYOR… (5) - 14 Ağustos 2023 Pazartesi

YUSUF KAPLAN - ÖZBEKİSTAN KEŞİFLERİ VE MÜKÂŞEFELERİ: BUHARA, BİZİ ÇAĞIRIYOR… (5) - 14 Ağustos 2023 Pazartesi

YUSUF KAPLAN - ÖZBEKİSTAN KEŞİFLERİ VE MÜKÂŞEFELERİ: BUHARA, BİZİ ÇAĞIRIYOR… (5) - 14 Ağustos 2023 Pazartesi


Özbekistan seyahat notlarımıza bugün de devam ediyoruz. Yine Seyfullah Yiğit kardeşimin kaleminden…

BUHARA MEYDANI’NDA TARİHÎ MTO DERSİ
Tarihî Buhara Registan’ındayız. Registan, meydan demek. Cengiz’e bile direnmiş tarihî Kalan Minare Camii’nin yanıbaşında…  Yusuf Kaplan Hoca ile ders yapacağız buradan. Canlı ders. Bütün dünyaya… Dünyadaki bütün MTO talebelerine. Hoca, söz verdi ve sözünü tutacak inşallah. Sonra Semerkand Registanı’nda da ders yapacağız bir asır sonra. Meydandaki dersten kendimce aldığım notları genel olarak paylaşıyorum.

Bu şehirler, ölü şehirler, maalesef. Ölü olmaktan kurtulmak için yeni Buhariler, Maturidiler, Gazaliler ve İbn-i Sinaların yetişmesi gerekiyor. Kurucu kavramları kendilerine ait olmayan toplumlar tarih yapamazlar. Karahanlılar ilk Müslüman Türk devletlerinden biri. Burada yazılan İslâmî eserlere daha sonra ancak şerhler yazılmış, burası çok önemli! Henüz yeni Müslüman olmalarına rağmen kurucu metinler yazmışlar! Burada sadece Horasan-Türkistan ve İslâm aleminin tarihi yapılmamış, bütün insanlığın tarihini yapan bir atılımdan bahsediyoruz. Tanıyamadığımız için tanımlanıyoruz. Dolayısıyla nefes alamıyoruz. Kendimize gelirsek nefes alabiliriz ancak. Önümüz hiç bu kadar açık olmamıştı. Batı dünyası ciddi bir kriz yaşıyor. Nietzsche, moderniteyi yıktı. Post-moderniteyi kurdu. Kant, modern dünyanın en büyük adamı. Kendisine rakip olarak Eflatun’u görüyor. Şöyle bir paradoks var. Modern düşünceyi savunanlar da karşı çıkanlar da Kantçılardır! Şurada, bu kadim meydanda toplanmamız aslında tarihi yeniden yapmaya talip olduğumuzu gösterir. Şu an bu binaların ruhunu bilecek durumda değiliz. Bunları yeniden inşa edecek durumda değiliz maalesef! 
Burada, araya giriyorum. Ve okuyucuyu kışkırtmak istiyorum! Bu binaları yeniden inşa etmenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu binalara benzer yapıların; tam olarak bu kalitede olmasa da en azından bizim, yeni mi eski mi olduğunu fark edemeyeceğimiz bir şekilde inşa edildiğini gördük. Seyahat boyunca zaman, mekân ve zemin ilişkisi üzerine tefekkür ettim. Şu sonuca vardım. Yusuf Hocamın sık sık vurguladığı 3 Z’yi kaybettik: Müslüman zihni, Müslüman zemini ve Müslüman zamanı. Dolayısıyla bu üçü birlikte olmayınca, Buhara Registan’ındaki eserlerin yapılması yeterli olmuyor ve olmayacak da! Osmanlı’da Fatih Sultan Mehmet dönemini düşünün… İslâm Medeniyeti hâkim konumda. Peki, ne sayesinde? Üç Z’nin inşası için verilen gayret sayesinde!
Ders notlarına devam ediyoruz. Buhara, ayakta ölen şehir! Emir Timur, hakkında hem çok kötü şeyler söylenen hem de çok iyi şeyler söylenen yenilgi yüzü görmemiş büyük bir komutan. Emir Timur’u bütüncül olarak ele almalıyız. Ondan hakkıyla istifade etmek için tarihi, objektif bir şekilde okumalıyız. Bunu henüz yapabilmiş değiliz, maalesef!
Yusuf Hocam güzel cümleler kuruyor. Buhara Registan’ı, bütün o haşmetiyle dize gelmiş, kulak kabartıyor sanki, tarihi avucunun içinde tutan adama… İslâm Medeniyeti, şiir medeniyetidir. Timur’un başkenti Semerkand ve Herat. Herat’ta Hüseyin Baykara var; vezir ve şair bir adam! Yusuf Hemedanî, tasavvuf yoluyla Türklerin Müslümanlaşmasına vesile oluyor. Hoca Ahmed Yesevî, her şeyden önce Türkçeyi Müslümanlaştırıyor ve bu yolla gönülleri fethediyor.
Hotelimize dönüp teras katta Özbeklere has tabak şeklindeki porselenlerden çayımızı içiyoruz sohbet eşliğinde. Kalan Minare Camii, arkamızda. Kalan’dan geriye çok güzel bir sohbet kaldı! Gece gece tarih yazıldı Kalan Minare’nin önünde. Minare, Cengiz Han döneminde bile yıkılamamış, öyle anlattı rehberimiz Yıldız kardeş. Demek ki nasibimiz varmış. Bilginin çok hızlı elde edildiği ancak insanlığın gittikçe kaybolduğu modern bir çağda, Yusuf Hocamızın, sırtını kendisine vererek yapacağı leziz sohbete/derse tanıklık edecekti Kalan Minaresi. Belki de bu ders bir dua olacaktı ona ve hepimize: Müslümanlar yeniden tarih yapacak ve Kalan Minare, ruhuyla yeniden dirilecek tıpkı o eski zamanlardaki gibi…

Sabah, gündüz gözüyle Buhara’yı keşfe çıkıyoruz. Şehri keşfederek kendimizi keşfediyoruz aslında: Mükâşefe bu.

İslâm Medeniyetinin kalbi olan şehirlerin tarihî mekanlarında çaplı araştırma kürsüleri kurulabilir. Merkezinde de İstanbul olabilir. İstanbul, bunu hak ediyor gerçekten. Sadece Süleymaniye Camii bile bunu hak ettiğini göstermeye yeter! Bunu MTO yapabilir. Neden olmasın ki! 

EY BUHARA! SEN BİZİMLESİN, BİZ DE SENİNLE!
Medreseler… havuzlar… gördükten sonra şehrin arka sokaklarından Çar Minareye varıyoruz. Dört minareli küçük eser, Niyaz Kul adında hayırsever bir tüccar tarafından yapılmış. Hindistan’da gördüğü eserin aynısını ticaret için geldiği Buhara’da yaptırmış. İşte örnek alınması gereken zengin tüccar. 

İsmail Samani türbesini ziyaret ediyoruz. Özbekler, çok seviyorlar bu zatı. Moğol istilası döneminde türbenin yıkılmaması için kuma gömüyorlar! Bu türbe, Buhara’nın başkent olmasını sağlıyor 9. yüzyılda. Buhara, Samaniler döneminde başkent iken, hekimlerin piri İbn-i Sina, devletin baş vezirliğini yapıyor.
Bala Havuz Külliyesi’nin Cuma Mescidi’nin önündeki havuz vesilesiyle, caminin, girişteki ahşap işlemeli 20 sütunu havuza yansıyınca 40 sütun oluyormuş. Şiir medeniyeti bu işte… İslâmî bir dirilişin olduğunu camilerdeki gençlerden anlıyoruz. Bu bir umut ancak gelecekteki popüler kültür tehlikesinin yıkıcılığına dikkat çekiyor Yusuf Hoca. Bu canlılığın korunmasını temenni ediyoruz. Öğle namazını bu güzel camide eda ediyoruz. Namazdan önce Abdülkerim Saidoğlu Hocayla tanıştık. Sohbet ettik. Sovyetler döneminde yaşadığı baskıları anlattı. İslâmî eğitim için verdiği mücadeleyi ve çektiği sıkıntıları anlattı. Ve bu önemli sırrını ilk defa bize açtı. Selçuklu soyundan olduğunu ifade etti. Bunu daha önce hiç kimseye söylemediğini söyledi. Kendimizi bahtiyar kabul ettik. Çünkü Molla Abdülkerim, bizleri kendine çok yakın gördüğü için en mahrem sırrını bize ifşa etmişti. Yusuf Hoca’yı çok sevdi. Karşılıklı iletişim bilgilerini aldılar. Çok samimi bir musafaha yapıldı ve yine ayrılık…
Sabah Semerkand’a yola çıkmadan önce Kalan Minare’yi bir de gündüz gözüyle görüyoruz.

Buhara’dan aslında dün akşam ayrılmıştık Nakşibendi Hazretlerinin huzurundan ayrılınca! Ancak Buhara’yla Nakşibendi Hazretleri bir olduğundan/birlikte anıldığından hâlâ gönlümüze su serpebiliyorduk! Kendi kendimizi yeniden teselli etmeliydik Hive’de yaptığımız gibi. 

Ey Buhara! Nereye gidersek gidelim ruhumuza, o güzel kokun / mânâ kokusu sindi. Bu kokuyu gidermek ne mümkün! Sen, bu koku vesilesiyle üzerimizdesin. Sana misafirken bize cömertçe hediye ettiğin sekineyle ruhumuzdasın. Üzülmek yok ikimize de. Çünkü sen bizimlesin, biz de seninleyiz ey gönüllere güzellikler nakşeden Buhara/Şah-ı Nakşibendi Hazretleri…

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/ozbekistan-kesifleri-ve-mukasefeleri-buhara-bizi-cagiriyor-5-4552746