Önce şu: Türkiye’de, “şeriat” denilince tüyleri diken diken olan tuhaf insanlar var! Sadece Türkiye’de var bu tür tuhaf insanlar. Şeriat denilince, el kesmeyi, kafa koparmayı anlıyor bu tuhaf insanlar medyatik algının kurbanları oldukları için.
Şeriat’ın ne olduğu, ne demek olduğu sadece Türkiye’de bilinmiyor!
Şeriat, hayatın, hakkın, hukukun, insanca ve hakça yaşamanın ve yaşatmanın ve yol haritası oysa. Osmanlı bunun en çarpıcı örneği: 6 asırda iki kişinin eli kesiliyor sadece!
Bu kadar yeter aslında ama yetmiyor.
Biraz entelektüel ufuk çizmemiz gerekiyor bu konuda kafası karışıklar için!
EZBERLERİNİ DİN HÂLİNE GETİREN HİLKAT GARİBELERİ ÜLKESİ
Türkiye’deki şeriat algısı, İslâm’la savaş stratejisi bir ürünü olarak geliştirilen İslamofobi gibi en ürpertici küresel nefret söyleminin Türkiye’de de aynen karşılık bulmasının bir ürünü aynı zamanda.
Ama şu daha doğru galiba: İslamofobi, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’de olduğu kadar iğrenç ve ilkel nitelikler ve boyutlar kazanabilmiş değil. Şeriat’ın şeytanlaştırılması Türkiye’deki İslamofobinin gayr-ı meşrû çocuğudur.
Türkiye’nin yaşadığı kaba, anakronik, sığ laiklik anlayışı, İslâm’ı hayatın her alanından uzaklaştırmakla kalmadı; dünyada eşi benzeri olmayan sığ, ilkel bir İslamofobi biçiminin de tohumlarını ekti.
Sonuçta, İslâm’la ilişkileri sadece ezberlere dayalı, ezberlerini din haline getiren, şeriattan da, İslâm’dan da zırnık kadar anlamadığı hâlde nefret eden acınası bir entelijansiya zuhûr etti.
Oysa şeriat, hayatın ve hakikatin, tabiatın ve insanın korunmasının yegane sigortasıdır gerçek anlamda Müslüman bir toplumda. Türkiye’deki jakoben, tepeden, zorla montelenen laikçilik uygulamasının, henüz tam anlamıyla kök salmadığı 1970’li yıllarda, Uğur Dündar”ın yaptığı bir program bütün Türkiye’yi hayretler içinde bırakmaya yetmişti: Doğu’da bir ilçemizde Vanda’da hiç hırsızlık vakasına yaşanmadığını ağzı açık bir dille anlatmıştı Uğur Dündar.
Gerçek anlamda Müslüman toplumda hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet olmaz: Eğer oluyorsa orada İslâm’ın, bizzat özde değil sözde Müslümanlar eliyle öldürüldüğüne hükmedilir.
Şu kadarını söylemekle yetineyim bu giriş faslında: Türkiye’de ezberlerini, saplantılarını din haline getiren, icat ettikleri bu hayalî dinin gerçek olduğuna inanan ve bütün bir toplumu, İslâm’ı ve şeriatı bu sahte dinle yargılamaktan çekinmeyen bir hilkat garibesi tipi var. Dünyada bir benzeri var mıdır bu tipin, bilmiyorum.
PINAR, IRMAK VE UMMAN
Din, hakikatin kaynağıdır; şeriat ise hayatın. Hakikatin hayat olmasının; hakikatin izinin sürülmesinin menbaı.
Şeriat’ın sözlük anlamı, «su içmek veya su getirmek için girilen açık ve düzgün yol”dur. Şeriat’ın terminolojik / ıstılâhî anlamı ise, “insanın susuzluğunu gidermek, saadete erişmek için günlük hayatının her safhasında tutması gereken yol”dur.
O hâlde şöyle bir cümle kurabiliriz: Din, pınardır; şeriat ise pınardan akan ırmak. Irmak ne kadar gürül gürül akarsa, din de o kadar muhkem bir şekilde hayat bulur, hayat olur ve hayat sunar insanlığa ve bütün varlığa.
Aslolan umman’a ulaşabilmektir: Umman, hakikatin hazinelerinin gizli olduğu yer’dir çünkü: Hakikatin hayatlaşan, olgunlaşan leziz meyvelerinin tadıldığı hakikat ufku. Hakikatin sırlarının anlaşıldığı, hayatın sınırlarının aşıldığı, hakikatin hayatına ve hayatın hakikatine ulaşıldığı sonsuzluk yurdu.
Allah’ın (cc) Hayy ism-i şerîfi, hayatta, -kâinâtın ve insanın hayatında- şeriatla tecellî eder: Hayat’ın kaynağı Hayy’dır çünkü.
Hayat keşfedilmemiş kıtalar yurdudur: Hakikatin şifrelerinin şifrelendiği keşfedilmeyi bekleyen uçsuz bucaksız bir kıtalar hazinesi.
İşte hakikatin şifrelerini deşifre edecek, açacak, birer birer önümüze serecek anahtardır şeriat.
Şeriat, hakikatin hayatlaşmasıdır. Hayatlaşamayan hakikat, bayatlamaktan ve yok olmaktan kurtulamaz.
Hakikatin hayatlaşması, üç aşamalı bir süreçtir: Hakikatin hayat bulması (Mekke süreci), hayat olması (medine süreci) ve hayat sunması (medeniyet süreci).
Özetle: Din’siz şeriat ruhsuzdur. Şeriat’sız din ise hayatsızdır, bayat’tır; kurumaya ve çoraklaşmaya, kokuşmaya ve yozlaşmaya, yolunu şaşırmaya ve azmanlaşmaya; sonuçta, ruhsuzlaşmaya, çölleşmeye ve ölmeye mahkûmdur.
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi