Eğri oturup doğru konuşalım: İHL’ler, bu ülkede “din adamı” yetiştirmek için açılmamıştır. Vatandaş, bu ülkenin doktorlarının, mühendislerinin, valilerinin, kısacası yönetici elitlerinin dininden, kültüründen, tarihinden, ahlâkî değerlerinden habersiz olmasını istemediği, bundan endişe ettiği için İHL’leri kendi imkânlarıyla ve gayretleriyle açmıştır.
Şimdi burada “İHL’lerin dışındaki liseler “dinsiz” insanlar mı yetiştiriyor?” gibi abuk sabuk sorular sormanın âlemi yok.
Soru şu burada: Düz liseler, bu ülkenin çocuklarına tarih şuuru, medeniyet ideali ve dolayısıyla özgüven duygusu kazandırabiliyor mu acaba?
Bu soruya rahatlıkla “evet” diyemeyeceğimizi hepimiz biliyoruz. Oysa bir ülkenin temel eğitim kurumlarında, o ülkenin çocuklarına -elbette ki eleştirel, karşılaştırmalı bir yaklaşımla- köklü bir tarih şuuru, güçlü bir medeniyet ideali, ruhu ve fikri kazandırmak, temel eğitimin birincil şartıdır. İngiltere’de Shakespeare’in sanki hâlâ bugün yaşıyormuş gibi bütün eserlerinin, tiplemelerinin, anaokulundan üniversite öğrenimine kadar bütün kuşaklara derinlemesine öğretiliyor olmasının nedeni, gerekçesi budur.
Örnekleri uzatmaya gerek yok. Fransızlar, bütün eğitim kurumlarında kendi çocuklarına Fransız kültürünü, düşüncesini, sanatını, tarihini bütün boyutlarıyla öğretirler. Aynı şey İtalyanlar için de geçerlidir, Almanlar için de, Japonlar için de.
Ama bizim için aslâ geçerli değildir. Türkiye’deki eğitim sistemi, çocuklarımıza, Yunus’u, Mevlânâ’yı, Itrî’yi, Sinan’ı bile -özgüven ve ruh kazandıracak şekillerde- öğretmez. Bizim çocuklarımız, bu öncü şahsiyetlerin ne söylediğini, neden çağları aşan bir ses’e sahip olduklarını öğrenemezler kendi ülkelerinin eğitim kurumlarında. Medeniyetimizin yapıtaşlarını döşeyen bu şahsiyetlerden yola çıkarak bizim çocuklarımıza köklü bir medeniyet ve tarih şuuru, ideali ve ruhu kazandırmaz bizim eğitim kurumlarımız.
Böyle bir “millî” eğitim sistemi dünyanın hiçbir yerinde yoktur!
Hâl böyle olunca, köklü bir medeniyet şuuruna, idealine, fikrine ve ruhuna sahip olamayan kuşakların özgüvenlerinin gelişmesini, başka kültürlerle, medeniyetlerle ve dünyalarla yaratıcı ilişkiler kurabilmelerini beklemek elbette ki ham hayalden ibaret olacaktır. Ama bu durum, bu milletin kendi çocuklarının intiharını hazırlaması değil de, nedir Allah aşkına!
Oysa Batı’daki bütün ortaöğretim kurumları, birer İHL gibidir: Aristo’yu da, Kant’ı da, Bach’ları da, Mahler, Mozart, Beethoven’ları da, İncil’i de, Das Kapital’i de özetle özümsetir kendi çocuklarına Batılı öğretim kurumları.
Peki ya bizde? Bizdeki eğitim sistemi, öncelikli olarak tarih şuurunu ve medeniyet ufkunu yıkarak, yok ederek işe başlar: Kendi çocuklarımıza körkütük bir Batı uygarlığı hayranlığı ve dolayısıyla aşağılık kompleksi aşılar.
Nerede görülmüş böyle bir “millî” eğitim sistemi? Kendi çocuklarına köklü bir ruh ve ideal kazandıracağına, özgüvenlerini yok eden, çocuklarını manen, entelektüel olarak intiharın eşiğine sürükleyen, sömürgeci, inkârcı ve yabancılaştırıcı bir eğitim sistemine “millî” bir eğitim sistemi denebilir mi?
İşte İHL’ler tam da bu anlamda Türkiye’nin gerçek “millî” olan yegâne eğitim kurumlarıdır: Bu toplumun medeniyet kurucu dinamiklerini, iddialarını, ideallerini çocuklarına verebilen tek eğitim kurumudur: Yani bu toplumun kurtarıcı ruhu, nefes borusu, özgürlüğünün ve özgünlüğünün tek kaynağıdır. Çünkü İHL’ler -bütün eksikliklerine rağmen- Mevlânâ’nın pergel metaforunun en iyi uygulandığı yani bir yandan kendi kültürel dinamiklerimizin öğretildiği, öte yandan diğer kültürlere açılmanın mümkün olabildiği, sinerji oluşturabilecek, algı kapıları potansiyel olarak bütün dünyalara açık yegâne eğitim kurumları.
Bu nedenledir ki, toplumun ruhunun kurtarılması, ufkunun ve önünün açılması anlamında, İHL’ler bu topluma 100 yıl kazandırmıştır.
İHL’lerde bundan böyle hem kalite üzerinde yoğunlaşılmalı hem de İHL’lerin müfredatı Ehl-i Sünnet temeller üzerinde yeniden yapılandırılmalı. Bizim dünyaya söyleyeceğimiz şeyin Ehl-i Sünnet temeller üzerinden gerçekleşeceği aslâ unutulmamalı!
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi