Oryantalistler, Hz. Peygamber’in (sav) konumunu tartışmaya açıyorlar. Niçin böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorlar, diye sorulabilir…
Bunun en azından iki ana sebebi olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, Hz. Peygamber’in akîdevî konumunun, tevhid akîdesinin korunmasını, teminat altına alınmasını, insanların daha önceki insanlık tarihi tecrübelerinde de çok aşikâr bir şekilde müşâhede edildiği üzere, her tür putperestliğin önlenmesini sağlıyor olmasıdır.
İkincisi de, akîde’nin ve Hz. Peygamber’in akîdevî konumunun korunuyor olması; insanın hür iradesinin ve özgürlüğünün de teminat altına alınmasını mümkün kılıyor olmasıdır.
İlk yazıda bu iki temel meseleyi nazarî olarak ve muhkem bir felsefî dille izah etmeye çalışmıştım. Burada ve daha sonrasında kaleme alacağım bölümlerde ise, Hz. Peygamber’in konumunun, yerinin ve çok katmanlı fonksiyonunun nasıl bir görünüm arzettiğini ve bütün bunların bizim ve tabiî bütün insanlığın ve canlı varlıkların hayatı için ne anlam ifade ettiğini etraflıca ele almaya ve vuzûha kavuşturmaya çalışacağım âcizâne…
Hz. Peygamber’in (sav) hem İslâm’ın hem insanlık tarihinin hem de canlı / tabiat tarihinin yani bütün varlıkların tarihinin şekillendirilmesinde belirleyici, olmazsa olmaz dört farklı konumu, yeri ve fonksiyonu var.
Birincisi, Hz. Peygamber’in Rabbimizle ilişkisi bakımından akîdevî konumu, yeri ve fonksiyonu. Varlığın ontolojik düzeninin bozulmaması ve varoluşsal hiyerarşinin sarsılmaması açısından Hz. Peygamber’in akîdevî konumu hayatî önem arzeder.
Peygamberler melekûtî âlemden süt emerler ve mülk âleminde insanın meleksi melekelerle donanmasını sağlarlar. Melekûtî âlem, ilâhî boyuttur.
Eğer kişi ilâhî olanla irtibatını koparırsa bu dünyaya hapsolmaktan kurtulamaz. Melekûtî âlemden “süt ememeyen” insanlar, mülk âlemini kutsar, mülk âleminde her şeye mâlik olmaya, meliklik taslamaya kalkışır. Mülk âleminde her şeye sahip olmaya çalışan insan sonunda sahip olduğu şeyin kendisine sahip olmasını engelleyemez.
İşte Hz. Peygamber’in akîdevî konumu öylesine diriltici bir rahmetin ve merhametin kaynağıdır ki, Yaratan ile yaratılan arasındaki ontolojik konumlar apaşikâr bir şekilde netleştirildiği için kişi konumunu, yerini şaşırmaz. Yaratıcı konumuna yerleşmeye kalkışarak hayatı kaosa sürükleyecek, dünyayı cehenneme çevirecek ontolojik bir felâketin yaşanmasına neden olmaz.
Peygamberler insana, Yaratıcı ile yaratılan varlıkların konumlarını sarih bir şekilde gösterir ve kulluğunun gereğini yani üstlendiği emaneti nasıl yerine getireceğini, yeryüzünde emniyeti nasıl teminat altına alacağını öğretir. Bu konuyu dünkü yapıda yazmıştım etraflıca.
Buradan ikinci konum’a geçebiliriz: Peygamberlerin bu yükümlülüklerini nasıl yerine getirdikleri hayatî meselesine.
İkincisi, Hz. Peygamber’in Kur’ân’la ve dolayısıyla hakikatle ilişkisi bakımından ontolojik konumu. Hz. Peygamber’in akîdevî konumu, onun Asıl’la, ilâhî hakikatle ilişkisinin ne olduğunu izah eder. Hz. Peygamber’in Kur’ân’la ilişkisi ise Asıl’la, ilâhî hakikatle nasıl ilişki kurulabileceğini gösteren Usûl’ü verir bize. O yüzden şu cümleyi kurmuştum: Kur’ân asıldır, Sünnet-i Seniyye usûldür. Aslolan hakikate vusûl’dür / varmak’tır. Usûl yoksa fusûl (sapma, savrulma) kaçınılmazdır.
İNANMIŞ VE ADANMIŞ BİR ÖNCÜ KUŞAK TARİHİ DEĞİŞTİREBİLİR
Üçüncüsü, Hz. Peygamber’in insanla ve hayatla ilişkisi bakımından insanî, sosyal ve siyasî konumu. Misal insan, timsal hayat ve toplum inşasındaki yeri, konumu ve fonksiyonu bakımından. Hz. Peygamber’in vahyi 23 senede peyderpey getirmesi, vahyin hayata nasıl aktarılması ve Müslüman insan, toplum, hayat ve dünya tasavvurunun nasıl inşa edilmesi gerektiğini adım adım göstermesi ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Ayrıca Hz. Peygamber’in 23 yıllık peygamberlik hayatı, inanmış ve adanmış bir avuç öncü kuşağın tarihin akışını nasıl değiştirebileceğinin mükemmel bir misalidir. Bu şu demektir: Tarihin hangi döneminde yaşarsanız yaşayın, inanmış ve adanmış vefakâr, fedakâr ve cefakâr bir öncü kuşakla bir kuşakla bir kulaklık bir zaman diliminde tarihin akışını değiştirebilirsiniz.
PEYGAMBERLER OLMADAN TARİH YAZILAMAZ
Dördüncüsü, Hz. Peygamber’in tarihî konumu. Tarihle ilişkisi bakımından. Başka bir ifadeyle, insanlık tarihinin, varlığın varlığının hem inşası hem de anlaşılması bakımından. Peygambersiz tarihin yapılamayacağını ve yazılamayacağını, peygamberin devre dışı kaldığı bir dünyada insanın tanrılaşmasının ve dünyanın da cehenneme dönüşmesinin önüne geçilemeyeceğini insanlık tarihine de, yalnızca modernlerin dört seküler-pagan tarihlerine baktığınızda çok rahat bir şekilde görebilirsiniz.
Hz. Peygamber’in konumunu özetleyen bu açıklamanın ilk iki maddesi, onun doğrudan peygamberî yönüyle, diğerleri ise beşerî yönüyle irtibatlıdır. Hz. Peygamber’in peygamberî yönü ile beşerî yönlerini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak çok zordur hatta imkânsızdır ama onun bir ilahî mesajı iletmekle yükümlü bir peygamber ve bir de ilâhî mesajı tatbik ermekle yükümlü bir insan olarak hayatın her alanını vahyin ilkeleri ışığında şekillendiren ve bütün insanlığa örnek olacak Müslümanca bir ferdî, ictimâî, siyasî, iktisadî, estetik ve ahlâkî bir hayatın nasıl inşa edilebileceğini belirleyen benzersiz bir konumu, yeri ve fonksiyonu olduğunu altını çizerek vurgulamak gerekiyor.
Sadece bu dört maddeye baktığımızda bile, ilk kuracağımız cümlelerin başında sanırım şöyle bir cümle şekillenecektir insanın kafasında: Peygambersiz bir hayat sürdürülemez. O zaman o hayatın tadı, tuzu, lezzeti ve ruhu olmaz. İkinci olarak da Peygambersiz bir tarih yazılamaz ve yapılamaz.
Peygamberlerin hayata ve tarihe müdahalesi, Allah’ın rahmetinin eseri ve göstergesidir. Rahmet olmadan, merhamet; merhamet olmadan da ruh yeşermez hayatta. O yüzdendir, son peygamber olarak Hz. Peygamber, Rahmet Elçisi olarak tavsif ve tarif edilmiştir Rabbimiz tarafından.
İslâm’ı anlamadan varlığı, hakikati ve hayatı, Hz. Peygamber’i anlamadan da hem İslâm’ı hem de çağı anlamak zordur.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/hz-peygamberin-dort-benzersiz-konumu-4564382