Yusuf Kaplan - En evrensel cümlemiz, akîde cümlemiz bizim 03 Haz 2022

Yusuf Kaplan - En evrensel cümlemiz, akîde cümlemiz bizim 03 Haz 2022

Yusuf Kaplan - En evrensel cümlemiz, akîde cümlemiz bizim 03 Haz 2022


İslâm’ın nasıl bir nimet olduğunun farkında bile değiliz.

Bu toplumun tek sığınağı, tek tutanağı, tek umut ışığı İslâm’dır.

İslâm’ı yitirirsek hiçbir şey kazanamayız.

İslâm’ın en evrensel cümlesi, akîde cümlesidir.

İslâm’ın dışındaki bütün dinlerin en evrensel cümleleri, akîdeleri ile ilgisi olmayan alanlara ait cümlelerdir. Felsefeyle, sanatla ilgili cümlelerdir. O yüzden İslâm medeniyetinin dışındaki dinlerde ve medeniyetlerde felsefe de, sanat da, iktisat da, bilim de kolaylıkla kutsanır, din katına yükseltilir. Tarih bunun en büyük tanığıdır.

AKÎDE’SİZ BİR DÜNYA KURULAMAZ!

Biz, biz Müslümanlar, akîdeyi yani sâbiteleri merkeze alan bir yolculuk yapıyoruz. Tarihi ancak akîde üzerinden değiştirebiliriz. Tarihi yapan şey akîdedir, sâbitelerdir, değişkenler değil. Akîde sabittir, değişmez, değiştirir.

Felsefî olarak biraz daha derinleştirecek ve metne lezzet katacak olursak şöyle açabiliriz meseleyi: Akîde, sanıldığı gibi salt dogma demek değildir, dogma’larla ilgili değildir. Hakikatin varoluş ilkelerinin şifrelendiği hazinedir. Terra incognita yani keşfedilmemiş kıta anahtarıdır.

O yüzden akîde, fıtratla yani kök’le, ilgili bir şeydir. Kök ise gök ekini bir meyvedir. Rubûbiyet şuuruyla Ubudiyet şuurunun buluşmasıdır.

Şöyle bir cümle kurayım burada: Rubûbiyet şuurunu veren akdemizin dikey boyutu, Lâ ilâhe illahe illallah kısmı, kişinin, dünyanın eseri zihnin, zeminin ve zamanın tasallutundan kurtulmasının anahtarlarını verir kişiye.

Muhammedün Rasûlüllah kısmı, akîdemizin yatay eksenini oluşturan ubûdiyet boyutu ise kişinin bu dünyanın zihin kalıplarına, zeminine, zamanına tasarrufta bulunmasının kapılarını açar sonuna kadar…

Akîde, kişinin, Yaratıcı’yla, insan’la ve kâinât’la yani diğer varlıklarla doğrudan “irtibat” kurmasının yol haritasını sunar bize. İrtibat doğrudan kurulduğu için, doğurgan’dır.

Dolayısıyla ancak akîde üzerinden dünyayı şekillendirebiliriz. Akîde ne kadar sağlamsa, fikriyat da, tatbikat da o kadar sağlam olur. Meselenin püf noktası burası.

Biz bugüne kadar akîdeyi, küçümsedik hatta hor gördük. Akîde’yi Hristiyan dogma’sı gibi algıladık, dolaba kaldırdık, dondu; zihnimizi de, her şeyimizi de dondurdu bu. Dogmatik bir kafa oluştu.

İNANMIŞ KİŞİ VE AÇIK ZİHİN, DOGMATİK KİŞİ VE DONMUŞ KAFA

Oysa İslâm’da tartışılmaz bir şey yoktur.

Kişiye özgür irade verilmiştir, kişi inkâr etmekte de, iman etmekte de tamamen hürdür.

Dogmatik kafada aşağılık kompleksi vardır ve konjonktüre göre konuşur.

İnanmış kişide, dinamik ve doğrudan her şeye müdahaleci bir kafa vardır. Aşağılık kompleksi yoktur. Konjonktürlere göre konuşmaz.

İnanmış / iman etmiş kişi, bütün varlıklara, insanlara ve tabii Yaratıcı’ya güvenir ve herkese güven verir.

Hakîkî iman etmiş kişi, sadece Yaratıcı’ya güvenen kişi değildir; aynı zamanda Yaratıcı’nın kendisine güvendiği kişidir çünkü.

İman eden kişi, hayatta güvenerek ve güven vererek ilerler.

Kendiliğinden.

Dogmatizm, dayatarak, zorla.

Mü’min’in imanı, ubûdiyet mükellefiyetinden ötürü, bütün varlıklar arasında iletişim kanallarını açık tutar. Dogmatizm, kişinin iletişim kanallarını kapatır.