Bu toplumu doğrudan fiilen sömürgeleştirmedi Batılılar. İçeriden zihnen sömürgeleştirdiler.
Emperyalistler Türkiye için özel bir proje geliştirdiler: Türkiye’nin dışarıdan fiilen işgal edilmemesi, içeriden zihnen ele geçirilmesi.
Nedir bu?
Türkleri mankurtlaştırma ve yok etme projesidir. Türkleri katı laiklik uygulamasıyla esir alma, tarih bilinçlerini, medeniyet ruh köklerini inkâr etme, yok etme, sonra da celladına âşık etme, bu ülkenin çocuklarını tasmalı çekirgelere dönüştürme. Böyle böyle bu toplumu savaşmadan yok etme, bu toprakları savaşmadan ele geçirme.
Özetle, bu toplum üzerinde iki asırdır uygulanan bu mankurtlaştırma projesinin iki temel hedefi var: Türkleri
önce İslâm’dan sonra da tarihten uzaklaştırmak.
Ne kadar paranoyakça bir yaklaşım bu diyecek tipler olabilir bu sahipsiz ülkede. Ya zekâ özürlü salak tipler bunlar; ya da kimliğini gizleyen, devşirme, sinsi asalak tipler!
Türk toplumu üzerinde iki asırdır öncelikle İngilizlerin devşirmeler marifetiyle uyguladıkları proje, Türkiye’ye dışarıdan, doğrudan ve fiilen saldırı değil, içeriden, dolaylı olarak ve zihnen saldırıdır. Türklerin mankurtlaştırılması projesidir. Türk Endülüsü’dür (tarihten silinme felâketidir) bu.
Bunu Türkleri İslâm’dan uzaklaştırma projelerini hayata geçirerek yapıyorlar.
Türkleri İslâm’dan uzaklaştırdıkları zaman, bu topraklardan da, tarihten de çok rahat uzaklaştırabileceklerini çok iyi biliyor emperyalistler.
Aradıkları şey, işbirlikçiler. Buluyorlar: Esas itibariyle Türk de, Müslüman da olmayan Masonik baronik devşirmeler ve hem Türk / Kürt hem de Müslüman olan devşirmelerin devşirmeleri yerli işbirlikçiler.
Sanki İstiklal Savaşı İslâm’a veya Osmanlı’ya karşı verilmiş gibi davranan, konuşan epistemik körleşme yaşayan bazı beyin özürlü tipler var.
İstiklal savaşı, İslâm’a ya da Osmanlı’ya karşı verilmedi. Emperyalistlere karşı verildi!
Yunanlara karşı değil, İngilizlere karşı savaşıldı asıl.
İngilizler bir taşla birkaç kuş birden vurmuş oldular: Hem bize ebediyen düşman bir komşu ve sorunlu, muhataralı alanlar bırakmış oldular; hem İngilizler bizzat bizimle savaşmadıklaır için, düşman Batılılar / İngilizler olmadığı için Türkiye’yi kolayca Batılılaştıracak, Batı’ya / celladına âşık edecek bir kadro ve -gelinen noktada- sulu sepken sekülerleşmiş bir toplum icat etmiş oldular ve Türkiye’nin bürokratik zihniyetini inşa edecek laikleştirici / Türkleri (önce devleti, sorma toplumu) İslâm’dan uzaklaştırıcı projeleri adım adım dayatma imkânına kavuşmuş oldular.
Ama savaştan sonra seküler-kapitalist düzenin omurgası küresel sistemin beyni Anglo-Sakson-Saksonların (temelde İngilizlerin) laikleştirici (=önce devleti, sonra toplumu İslâm’dan uzaklaştırıcı) projeleri hayata geçirildi adım adım…
Bu toprakları bize (Türklere ve Kürtlere ve bu topraklardaki bütün Müslümanlara ve Müslümanların emin gölgesinde huzur içinde yaşayan herkese) vatan, İslâm’a yurt yapan Malazgirt ruhu’dur.
Her 30 Ağustos geldiğinde Malazgirt ruhu, yok sayılır, kaskatı laik bir hava estirilir, 30 Ağustos zaferinin yegâne kaynağı istiklal savaşının İslâmî ruhu sadece yok sayılmaz, ayaklar altına alınır, çarşaflılar zincirlere vurularak yapılan gösterilerle açıkça aşağılanır.
İşte bu bir mankurtlaşma hikâyesidir. Oysa 30 Ağustos toprakları emperyalistlere yem etmeyen, çiğnetmeyen bir direniş ve varoluş destanıdır.
30 Ağustos zafer bayramı, bazı bedbahtların sandıkları gibi, bu ülkenin Osmanlı’dan kurtuluşunun bayramı değildir. Kim ki böyle düşünür, bilinsin ki, Malazgirt’le temelleri atılan Selçuklu’nun büyük atılımıyla bu toprakların Müslüman mayasının karıldığını, Osmanlı’nın bu aziz mayayı diriltici bir ruha dönüştürdüğünü kavrayamamış demektir.
Millî Mücadele, bizzat Atatürk’ün millî mücadele yıllarındaki -özellikle de Hâkimiyet-i Milliye gazetesindeki “amacımız, hilâfeti ve saltanatı korumaktır” diyerek sık sık kaleme aldığı- bütün yazı ve demeçlerinde de ifade ettiği üzere, İslâmî bir ruhla sürdürülmüş ve zafere ulaştırılmıştır.
Yine Millî Mücadele’nin temellerini atan Anadolu ve Rumeli’deki bütün müdafaa-i hukuk cemiyetlerini kuranlar müftüler, müderrisler, sarıklı mücahidlerdir (bu insanların oranı yüzde 60 civarındadır). Müftü, müderris, imam olmayanlar da dinle ilişkisiz adamlar değil, Osmanlı bâkiyesi bu toprakların inanmış çocuklarıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nı Osmanlı’yı, İslâmî değerleri aşağılayarak kutlamaya kalkışan insanlar celladına âşık tasmalı çekirgelerdir; epistemik kölelerdir; tarih bilinci linç edilmiş zavallı, acıklı, trajikomik kişilerdir.
Eğer 30 Ağustos Zaferi emperyalistlere karşı kazanılmadı da, Osmanlı’ya karşı kazanıldı diye düşünen varsa, bu kişiler şu sorunun cevabını vermeliler dürüstçe: Eğer Osmanlı’nın kökü kazınacak idiyse, yani bu toplumun İslâmî ruhu yok edilecek idiyse, Biz emperyalist batılılara karşı dört bir cephede neden savaştık öyleyse?
Bu ülkenin İslâmî ruh köklerini kurutarak bu ülkenin bağımsızlığını ve varlığını koruyabileceğini düşünenler varsa, bu kişiler, önce aynaya bakmalarını, o zaman fiilen işgal edilemeyen bu ülkenin zihnen işgal edildiğinin aynada yansımasını göreceklerini hatırlatmak istiyorum üzülerek…
Sözün özü: Bu ülkeyi Batılılar dışarıdan fiilen işgal etmediler.
Tanzimat’tan itibaren Batıcılar aracılığıyla içeriden zihnen ele geçirdiler.
Batılılar değil, Batılıların uydusu devşirme Batıcılar ülkeyi İslâm’dan uzaklaştırma projesini uyguluyor iki asırdır…
Siyaset değil, laik / Batıcı bürokratik zihniyet iktidardır Türkiye’de. Siyaset hiçbir zaman iktidar / muktedir olamamıştır, buna izin verilmemiştir Türkiye’yi kontrol eden devşirme bürokratik zihniyet tarafından.
Dünyada istiklal savaşı verip de ruhunu yitiren, ruh köklerini inkâr ederek intiharın eşiğine sürüklenen tek ülke Türkiye’dir.
Müslümanlar Endülüs’te 8 asır hükmettiler.
Ama 8 asır hükmetmelerine rağmen yine de yok edildiler ve tarihten silindiler.
Türkiye Endülüs’ünü (yok olma felâketini) fiilen yaşamadı ama zihnen yaşıyor. Türkiye’nin Endülüs’ü zihnen gerçekleşti; fiilen gerçekleşmesi için de İslâmsız Türklük gibi -Türklükle de zırnık kadar alakası olmayan- tehlikeli bir proje uygulanıyor.
Türkiye, İslâm’ı yitirirse, bu toprakları da, bu toprakları koruyacak ruhu da yitirmekten kurtulamaz!
Ama şu kadarını söyleyeyim: Kim ne tür tezgâh peşinde koşarsa koşsun, ne tür mankurtlaştırma cinayetleri işlerse işlesin, bu toplumun İslâm’dan ve tarihten koparılmasına aslâ izin vermeyecek bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, geleceğe koşan, geleceğimizi kurmaya hazırlanan öncü bir kuşak geliyor. Elhamdülillah. Bilinsin istedim. Vesselâm.