Dünyada yaşanan hâdiselere bizim kadar romantik bakan ikinci bir toplum veya başka bir inanç müntesibi var mı, bilmiyorum doğrusu. Bu romantizm sadece seküler kesimlerde görülen bir olgu değil; hem Türkiye’de hem de kimliğinin teşekkülünde İslâm’ın güçlü izler bıraktığı -mesela Balkanlar, Kafkaslar gibi- coğrafyalarda gözlenen bir olgu bu.
Bosna’da Müslümanlara Sırplar inanılmaz katliamlar ve tecavüzler yaptılar ama Boşnakların çoğu, Sırpların kendilerine bu kadar ürpertici katliamları ve tecavüzleri yapacağına aslâ inanmıyordu.
MÜSLÜMAN ROMANTİZMİ VE BİLİNÇALTI, DÜŞMAN FİKRİNİ YOK EDİYOR
Aradan 30 yıla yakın bir zaman geçti. Bugün de Bosna’daki Müslümanların kahir ekseriyeti dünyadaki hâdiselere çok romantik bakıyor ve Sırpların kendilerine böyle bir tecavüzde bulunacağına inanmıyor.
Sadece Balkanlar’da değil, genelde bütün Müslüman toplumlarda gözlemlediğimiz bu tehlikeli romantizmlerin nedeni ne, peki?
Bunun görünmeyen, öncelikli, en derin, köklü nedeni, Müslüman bilincinin de, bilinçaltının da ürpertici öteki üzerine inşa edilmemiş olmasıdır: Müslümanlar, kendilerinden o kadar emindir ki, herkese kolaylıkla hem güvenirler hem güven verirler.
İslâm yurdu, o yüzden, hem selam yurdudur hem de insanlık yurdu.
Sadece İslâm medeniyetinin insanlığa kazandırdığı bir ruhtur bu. Nebevî ruhun izdüşümüdür bu ruh. Hem Müslüman fertleri ferden ferda hem de Müslüman kitleleri müştereken besleyen “başkasına güven veren ve kendisine güvenilen” izzet ve şahsiyet sahibi, faziletli, üstün insan kılan yeryüzünde rahmetin sebebi Nebevî soluğun yeşerttiği müstesnâ insan tipi olmasının eseridir Müslümanın bu başkasına güvenle, ötekileştirmeden bakma asaleti ve ahlâkı.
Bunun görünen nedeni de, sekülerleşen kitlelerin düşman bilincini yitirmeleri ve celladına âşık yığınlara dönüşmeleridir.
Seküler kesimlerde düşman fikri yoktur, tastamam Batılılaştıkları ve Batılı hayat tarzını benimsedikleri için Batılıların kendilerini, kendi yaşadıkları ülkeleri düşman bellemeyecekleri illüzyonu hâkimdir. Onlara göre asıl öteki “bunlar bizi kesecek” dedikleri İslâmî kesimlerdir.
Bosna’da yaşananlar, bunun tam anlamıyla hayal olduğunu gösterdi ve Batılıların uşakları Sırplar, seküler, dindar ayrımı yapmadan herkese tecavüz ettiler.
CARL SCHMITT’İN DOST-DÜŞMAN AYIRIMI
Bu dost-düşman ayrımı meselesinde kilit bir teorisyene başvurmak gerekiyor tam bu noktada: Alman siyaset teorisyeni Carl Schmitt’e.
Schmitt, çağımızın cins düşünürlerinden biridir. Nazilerle birliktedir ama Hitler’in politikalarına sert eleştirileriyle de maruftur. Çağdaş siyaset teorisinde, “aşırı sağın” bu siyaset teorisyeni, geliştirdiği siyasal kavramı’nın besleyiciliğinden ve derinliğinden ötürü yeni sol tarafından yeniden keşfedildi.
“Siyasî ilahiyat” kavramını ona borçluyuz.
Çağdaş siyaset teorisinde ona borçlu olduğumuz bir başka kavram da Schmitt’in yaptığı dost-düşman ayırımıdır ve siyaset teorisini, bu bağlamda, düşman fikri üzerine inşa etmesidir.
Carl Schmitt, siyasetin devletten önce geldiğini ve devleti kuşatması gerektiğini söyler. Bir ülkede dost-düşman ayırımı olmamasını, orada siyasetin olmamasına, siyaset tasavvurunun yokluğuna bağlar.
Kendi terimlerimle ifade edecek olursam, Carl Schmitt’e göre, siyaset tasavvuru olmayan bir devlet yok hükmündedir. Düşman fikrinden yoksun bir devlet de, toplum da yok olmaya mahkûmdur.
Schmitt, dostu düşmandan ayırt etmek için güçlü bir sezgiye ve siyasî basîrete sahip olmak gerektiğine de dikkat çeker.
Ama bundan önce bir toplumun ve ülkenin, ayakları yere basan bir dost-düşman ayırımı fikrinin olması şarttır, der.
TÜRKİYE’NİN DÜŞMANI TÜRKİYE Mİ?
Türkiye, ülkemizdeki bütün darbeleri tezgâhlayan, terör örgütlerini açıkça destekleyen ve bağrına basan Batı’nın düşmanıdır.
Putin’in Ukrayna’yı işgal gerekçesinde “Karadeniz kıyılarını, Kırım’ı ve diğer şehirleri Türklerden biz koruduk” diyerek açıkça dillendirdiği üzere, Türkiye, Rusya’nın tarihî düşmanıdır.
Doğu Türkistan’daki Uygur Müslümanlara kan kusturan Çin, Türkiye’nin geçmiş ve gelecek düşmanıdır.
Elbette ki, stratejik gerçekleri eksene alarak ve müteyakkız hareket etmek zorundayız.
Türkiye, başına ne geldiğini de, düşmanını da bilmeyen tek ülke. Şaşırtıcı ama gerçek bu. Düşmanını bilmeyen, dostunu da bilemez, kendinin kim olduğunu da bilemiyor demektir.
Türkiye, düşmanını içerden icat ediyor. Bu ülkede, toplum, “adam edilmesi gereken” “mayınlı arazi” olarak konumlandırıldı ve toplumun ruhköklerine “mayın” döşendi.
Düşmanını kendinden, içeriden icat etmek nasıl hastalıklı bir zihinle karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir.
Hem dostumuzu-düşmanımızı bilmiyoruz; hem fırsat bulsalar bizi bir kaşık suda boğacak düşmanlarımıza karşı fena halde romantik takılıyoruz; hem de bütün bunlar yetmiyormuş gibi düşmanı içerden icat ediyoruz!
Böyle giderse, bu ülke önümüzdeki yarım asır içinde, tarih bilincini, medeniyet mefkûresini ve ruhunu yitiren, celladına âşık hâle gelen tasmalı çekirgeler tarafından emperyalistlere kolaylıkla dekor yapılır ve kurda kuşa teslim edilir.
Böyle gitmez!
Vesselâm.