YUSUF KAPLAN - DÜN, MODERN TARİHE İSLÂM YÖN VERDİ, POSTMODERN TARİHE DE İSLÂM YÖN VEREBİLİR… 13 Kas 2022

YUSUF KAPLAN - DÜN, MODERN TARİHE İSLÂM YÖN VERDİ, POSTMODERN TARİHE DE İSLÂM YÖN VEREBİLİR… 13 Kas 2022

YUSUF KAPLAN - DÜN, MODERN TARİHE İSLÂM YÖN VERDİ, POSTMODERN TARİHE DE İSLÂM YÖN VEREBİLİR… 13 Kas 2022


Modern tarih, İslâm’la başlar: En yeni olan o çünkü. Tarihe müdahale eden, tarihin akışını şekillendirin en yeni, en dinamik, en yenileyici, silkeleyip kendine getirici ve diriltici güç, İslâm.

Modernlik de, İslâm’ın işte bu yenileyici ve diriltici gücünün kışkırtmasıyla ortaya çıktı. Avrupa’yı tarihe İslâm kışkırttı. İslâm olmasaydı, Avrupa bin yıllık kış uykusundan uyanamazdı.

İSLÂM’IN DİRİLTİCİ GÜCÜ NEREDEN GELİYOR?

İslâm, yarım asırda, Doğu’da Pasifik Okyanusu’na, Çin’e, Batı’da ise Atlantik’e, İber yarımadasına kadar yayılıyor…

Basit bir şey değil bu. Bütün büyük tarihçilerin, tarih felsefecilerinin anlayamadıkları, çözemedikleri, izah edemedikleri olağanüstü bir durum var burada.

İslâm’ın yarım asır gibi kısa bir zaman dilimi içinde bütün dünyaya ulaşması, bir asır içinde de bütün dünyaya yayılmaya başlaması, bütün dünyada hızla benimsenmeye başlanması, olağanüstü bir durum.

Bunun sırrı ne peki?

Bunun sırrı, öncelikle İslâm’ın akîdesinin çok güçlü, sağlam, muhkem olması. Paganizme bulaşmaması. İlâhî alan ile beşerî alan’ı kesin, net olarak birbirinden ayırması ve bu konuda İslâm’ın benimsenmesinin önünde akîdevî, felsefî hiçbir engelin olmaması.

Özlü bir şekilde ifade etmek gerekirse, İslâm’ın sarsılmaz bir tevhid inancına dayanması ve şirke yol açacak büyün kapıları kapaması.

O yüzden İslâm’ın, kısa süre içinde Doğu’da Türkistan coğrafyasına kadar, Batı’da İspanya-Portekiz’e hatta Fransa’nın içlerine, Güney’de de kuzey Afrika’ya, doğu ve batı Afrika sahillerine kadar hızla yayılması kolay oluyor…

Hıristiyanlık, Tanrı sorununu, Tanrı’nın teslis’le izah edilmesi sorununu kanlı hâdiselerle zorla teslis yönünde “çözüme” kavuşturuyor. Aslında bir çözüm değil, dayatma bu. Önce Bizans’ın Hrıstiyanlaşması, sonra da Hristiyanlığın Bizanslaşması sözkonusu oluyor.

İslâm, kısa sürede hızla yayılırken, Hıristiyanlık zorla devlet dini yapılıyor ve pagan gelenekler tarafından yutuluyor.

Batı’nın ayağa kalkmasında o yüzden Hıristiyanlık değil, İslâm belirleyici rol oynuyor: Batılıları hem kendi felsefî köklerine, kaynaklarına yani Grek felsefesine Müslümanlar ulaştırıyor hem de her alanda tarihe kışkırtıyor, rönesansları tetikliyor.

İSLÂM’IN DİRİLTİCİ MEYDAN OKUMASI…

Soru şu burada: Peki, İslâm, nasıl bir meydan okuma gerçekleştiriyor?

Bu sorunun üç aşamalı bir cevabı var: İslâm, birinci asrında, bütün medeniyetlerle temasa geçiyor.

İkinci asrında, temasa geçtiği bütün medeniyetlerden besleniyor ve özgün İslâm ilimlerini tedvin ediyor.

Üçüncü asrında ise, küresel ölçekte bir meydan okuma geliştiriyor: İslâm, çağ oluyor; çağ’a, zaman’a İslâm hükmediyor: İslâm’ın çağrısı insanlığın zirve noktası, ulaşılması gereken insanlık çağı ve çağlayanı oluyor.

İslâm, dünya demek oluyor; dünya’ya her alanda ve her bakımdan İslâm şekil veriyor; bilimde, düşüncede, sanatta ilkeleri, ölçüleri ve yöntemleri İslâm belirliyor küresel ölçekte.

İslâm medeniyetibu süreçte hem hiçbir medeniyeti, kültürü yok etmiyor hem ölmekte olan kültürlere âb-ı hayat iksiri üflüyor hem de bütün medeniyetleri besliyor ve bütün medeniyetlerden vahyin filtresinden geçirerek beslenmesini biliyor.

İslâm’ın tarih sahnesine çıkışı, modern tarihi kuruşu ve başka medeniyetlerle yıkıcı değil yapıcı ve besleyici, monolojik değil diyalojik ilişkiler kuruşu, tarih felsefesi açısından, geleceğin tarihinin nasıl yapılabileceğini gösterecek ipuçları vermesi bakımından çok önemli.

Özetleyecek olursam… Müslümanlar, Hz. Peygamber’in (sav) irtihalinden sonra Arabistan Yarımadası’na hükmediyorlar. Hz. Ömer’in (ra) hilafetiyle birlikte Sasaniler, Bizans, Yemen gibi medenî dünyayla yüzleşiyorlar. Hz. Osman’ın (ra) hilafetiyle birlikte, yani kabaca elli yıl içinde doğuda Çin’e, batıda İspanya’ya kadar gidiyorlar.

Yani İslâm ilk yüz yıl içinde ulaşılabilecek bütün dünya coğrafyasına bilfiil ulaşmış oluyor. Bu, çok önemli bir şey. Bu, tarih felsefesi açısından, tarihin işleyiş mantığı açısından tarihçilerin, tarih felsefecilerinin çözemediği mucizevî bir olgu.

TARİH’İ BİZ YAPABİLİRİZ YENİDEN…

Burada yakıcı sorular sökün ediyor hemen: Bu mucizevî olgu dediğim hâdise, tarihin akışını değiştirdi. Bunu nasıl yaptı peki? Ve bunu yeniden yapma, tarihi yeniden harekete geçirme imkânımız var mı bizim bundan sonraki süreçte? Tarihi biz nasıl harekete geçirmeliyiz ya da geçirebiliriz Hocam?

Önce şunu bilelim: İki asırdır büyük bir medeniyet krizi yaşıyoruz. Müslüman Zihnimizi, Müslümanca Yaşama Zeminimizi ve Müslüman Zamanı’nı kaybettik. Ama Tarih, bitmiş değil. Tarih akıyor…

Tarihe yeniden biz yön verebiliriz eğer insanlığın birikimini kuşanıp İslâm’ın kavramlarıyla yeniden tanımlama çabası içine girecek birinci sınıf öncü kuşaklar yetiştirebilirsek…

Hiçbir şey bitmiş değil.

Belki de biz çilemizi dolduruyoruz. Fikir, oluş ve varoluş çilemizi…

Bütün insanlığın yükünü omuzlarında taşıma bilinci, tarihi yeniden bizim yapmamızı sağlayacak bir itici güç olabilir eğer kendimizi bilir, kendimizi bulur ve kendimiz olmayı başarabilirsek…

Tarih, bitmedi, yeni başlıyor belki de…

Batılılar, her şeyi bitirdiler: Taoizm’i, Konfüçyanizm’i, Budizm’i, Hinduizm’i, Zen’i, bütün doğu dinlerini fosilleşirdiler ve tarih dışına ittiler ama İslâm’ı, kaynaklarını bitiremediler, Müslümanları yok edemediler.

Toparlanırsak bütün insanlığı biz toparlayabiliriz yeniden -hakikat, adalet ve merhamet medeniyetinin etrafında bir kez daha.

Toparlanabilmemizin tek yolu var: Yabancılaştırıcı ve sömürgeci eğitim sisteminin, mankurtlaştırıcı medya rejiminin ve yozlaştırıcı, hiçbir yaratıcılığı olmayan sahte sanat dükalığının kendiliğinden yok olmasını sağlayabilecek, bizim yenileyici, silkeleyip kendimize getirici, dışlayıcı değil kucaklayıcı medeniyet ilkelerimizi, dinamiklerimizi eksene alarak asırlık nefes alabilen öncü kuşaklar yetiştirebilmek… dünyayı da kendi medeniyet dünyasını da iyi tanıyan, aşağılık kompleksi olmayan, özgüveni ve tevazusu yerli yerinde, asalet ve vakar sahibi sahabe neslini örnek alan yeni şafak yağmurlarının tohumlarını ekmek..

Ne demiştik: Dünya bize gebe, biz hakikate… Öyleyse uyku haram hepimize…