Türkiye’nin önündeki en büyük takoz, aydınıdır. Sığlık, en temel karakteri bu ülkenin entelijansiyasının! Ne kendini tanır, ne de dünyayı. Ama burnundan kıl aldırmaz! Bilimden, felsefeden, dinden zırnık kadar anlamadığı hâlde iri iri cümleler kurmaktan, kestirip atmaktan hicap duymaz! Zavallı, acıklı, acınası, cellâdına âşık bir figürandır o.
Oysa entelijansiyası derinlikli olacak bir ülkenin: Dünyayı da, ülkesini de iyi tanıyacak. Ülkesinin de dünyanın da hem imkânlarını hem de zaaflarını iyi bilecek.
Dünyaya söyleyecek sözü olacak…
Kendini de, dünyayı da iyi tanımayan, kendine, kendi dünyasına yabancılaşan, kendi ülkesinde celladına âşık olan, bedenen burada ama zihnen âşık olduğu cellatlarının dünyasında yaşayan metamorfoz yemiş bir entelijansiyanın dünyaya söyleyecek sözü olabilir mi?
O, Batı’da söyleneni, içini boşaltarak burada papağan gibi tekrarlamaktan başka bir şey yapamaz. Gerçek değil, gölgedir çünkü. Karikatürdür. O yüzden kaygan zeminlerde patinaj yapar sürgit…
ŞEDDELİ CEHÂLET!
Depremin üzerinden tam bir buçuk ay geçti ama ülkede televizyonlarda depremi konuşan kişilerin, bilim konusunda, din konusunda nasıl bir sığlık sergilediklerini görünce, insanın nutku kesiliyor!
Adam profesör olmuş, hâlâ bilimin ne demek olduğunu, toplumdaki veya hayatımızdaki yerini, konumunu bilmiyor!
“Bizi bilim kurtaracak!” diyor, bağıra çağıra üstelik de! “Deprem kader değildir!” diyor!
Kader nedir, diye sorduğunuzda, inanın kaderin ne demek olduğunu, kelâm açısından da, felsefî açıdan da anlatmayı geçtim, genel kültür olarak bile anlatamayacak kadar zırcahil profesörler dine, İslâm’a hakaret etmekten, küfredip durmaktan haya etmiyorlar bir buçuk aydır!
Bu kadar cehalete pes diyorum!
Bilmediğiniz konularda saçma sapan, üstelik de üst perdeden ahkâm kesmek, hangi bilim anlayışıyla bağdaşır; hangi edebe, ahlâka sığar, söyleyebilir misiniz bana?
BİLİM AÇIKLAR, DİN ANLAMLANDIRIR
En temel kavramları bilmeyen adamların, televizyonlarda -üstelik de milletin acısı son derece büyük ve derinken- olur olmaz şekillerde ahkâm kesmelerini yüzüm kızararak izliyor ve kınıyorum.
Önce şunu bileceksiniz: İslâm›da din, felsefenin de, bilimin de, sanatın da kaynağıdır. Din hayatın her alanına müdahale eder. Mimariye de müdahale eder. O yüzden Sinan gibi dâhiler çıkarabildik biz.
İkinci olarak, bilim, olayları açıklar sadece: Depremin nasıl olduğunu teknik olarak izah eder. Olgular ve hâdiseler arasındaki ilişkileri açıklama biçimi sunar. Bilim, nicelikseldir.
Oysa din, olayları, olguları anlamlandırır; depremin ne anlama gelebileceğini; bizim depreme karşı nasıl direnç göstermemiz gerektiğini; Allah’ın tabiat kanununun, bizim hayatımızda imtihanlarla ilerlediğini, her imtihanın -aslında ibret almasını bilirsek yeniden toparlanmak, yenilenmek için- nasıl diriltici imkânlar sunduğunu gösterir bize. Din, nitelikseldir.
Din hem anlamlandırma hem de depremin acılarına karşı direnme, depremden ibret alma ve toparlanma süreçlerinde bilimin sunamayacağı imkânlar sunar bize.
Hem anlaşılmayan kader kavramı üzerinden dine saldırmak hem de din’e saldırmayanların “din insanların acılarını dindirmede bir işlev görebilir” demeleri, dini anlayamamak demektir. Bu, “din uyuşturur, afyon işlevi görür, bırakın insanların acılarını dindirecek bir güç de varlığını sürdürsün,” demektir, ki, çok pragmatist, materyalist, fonksiyonallist ruhsuz bir din algısıdır bu.
BİZE MİMAR SİNAN GİBİ İNANMIŞ MİMARLAR GEREK!
Önce şunu bilmesi gerekir bu insanların: Bilim, kurtarıcı olamaz. Kurtarıcı olan dindir, İslâm’dır. Dinin temeli ahlâktır. Ahlâk’ın olmadığı yerde bilim de çöker.
Bilim, deprem örneğinden gidersek, sağlam binaların nasıl yapılacağını gösterir bize. O kadar.
Din, sağlam binaların nasıl yapılması gerektiği konusunda bilimin ilkelerini aynen benimser hatta daha fazla şey ilâve eder: Sadece sağlam bina değil, sağlam inanç, sağlam insan, sağlam çevre, sağlam şehir nasıl gerçeğe dönüştürülür bütün bu konuların hepsini gözönünde bulundurur.
Din, sadece sağlam bina yapmakla işin bitmeyeceğini söyler. Daha önemlisi de, sağlam bina inşa edebilmenin, ahlâklı, kul hakkına aslâ tecavüz etmeyen, helâl-haram ölçülerine özenle riayet eden sağlam insanlar yetiştirmekten, bu insanlardan oluşan sağlam, güvenilir bir toplum inşa etmekten geçtiğini hatırlatır bize.
Mimar Sinan, sadece mimarinin değil, sağlam insan tipinin, güzel Müslüman timsalinin de zirvesidir. Mimar Sinan, mimar olmadan önce güzel bir Müslümandır, inanmış adamdır.
O yüzden yaptığı işi en iyi mimari ve mühendislik ilkelerine göre yaptığı için 1999 Marmara Depremi’nde Cumhuriyet döneminde yaptığımız köprüler yerle bir olurken Sinan’ın köprüleri zamana direnmiş, dimdik ayakta durmuştur.
Bu depremde de sözgelişi Hatay’da neredeyse yıkılmayan tarihî yapı kalmamasına rağmen Sinan’ın yapıları hem dimdik ayakta kalmayı başarmış hem de el an barınak olarak kullanılmaktadır.
“BİLİM KİLİSESİ” ÇÖLÜNE HOŞGELDİNİZ!
Televizyonlarda her fırsatta kader filan diyerek İslâm’a hakaret eden insanları hele de bilim insanlarını şiddetle kınıyorum. Yanlışlar üzerine doğrular inşa edemezsiniz. Kader meselesini anlamadan İslâm’a saldırmak haysiyetsizliktir.
Oysa Sinan örneğinde de görüldüğü üzere, meselemiz ahlâk meselesidir. Ahlâkî ölçülere, haram-helâl ölçülerine ve kul hakkı ilkesine riayet edildiği sürece, çökecek bina yapılması zordur. Ve de en sağlam binaları, ahlâkî ölçülere dikkat eden, mesleğinin teknik gereklerini en iyi uygulayan mimarlar inşa edecektir.
“Bizi bilim kurtaracak” demek, bilime kutsiyet affetmek ve bilimi din katına yükseltmek demektir. Nietzsche de, Feyerabend de, Kuhn da, Popper da bunu göstermiştir bize.
Bilimin kendisi bilimin din katına yükseltilmesine karşıdır ama bizdeki, entelijansiyamızdaki sığlık, bilimi din katına yükselttiklerini göremeyecek kadar epistemik körleşme yaşadıklarını gösteren ürpertici, ilkel bir sığlıktır.
Dürüst olmak zorundayım: Bu sığlık bütün kesimlerde var. Bütün kesimler ezberleriyle konuşuyor, ezberlerini hakikat zannediyor.
Ama laik entelijansiya’nın İslâm konusundaki cehaleti, hakkaten ürpertici boyutlar kazanmak üzeredir.
“Bizi bilim kurtaracak” diyen bilim insanları, bilimi din kayına yükselttiklerini, kendilerini de bilim kilisenin papazları konumuna yerleştirdiklerini görebiliyorlar mı acaba?