YUSUF KAPLAN - BİR KÜLTÜR FELSEFESİ: ONTOLOJİK ŞİDDET YA DA KÜLTÜRÜ DE YOK EDEN “KÜLTÜR” VE ANTİ-KÜLTÜR BARBARLIĞI, 02 ARALIK 2022

YUSUF KAPLAN - BİR KÜLTÜR FELSEFESİ: ONTOLOJİK ŞİDDET YA DA KÜLTÜRÜ DE YOK EDEN “KÜLTÜR” VE ANTİ-KÜLTÜR BARBARLIĞI, 02 ARALIK 2022

YUSUF KAPLAN - BİR KÜLTÜR FELSEFESİ: ONTOLOJİK ŞİDDET YA DA KÜLTÜRÜ DE YOK EDEN “KÜLTÜR” VE ANTİ-KÜLTÜR BARBARLIĞI, 02 ARALIK 2022


Esaslı bir çağ okuması yapamazsak, çağa neyi, nasıl söyleyeceğimizi bilemeyiz.

Çağımız, güya “kültür” çağı: İletişim ve bilişim endüstrisinden film, televizyon, sanat, eğlence ve spor endüstrisine kadar “kültür”, “çağın dini”ne dönüşmüş durumda zira.

DİJİTAL SÖMÜRGECİLİK VE AYARTICI ANTİ-KÜLTÜR BARBARLIĞI

Çağımızda kültürü de yok eden iki yeni “kültür” tren/d/inden sözedebiliriz…

Birincisi, hedonizm üzerinden geliştirilen pasif nihilizm yoluyla, bildiğimiz bütün değerler, ilkeler, felsefeler yok ediliyor…

Bir anti-kültür hareketi bu: İnsanın hazlarına hapsolması, dünyanın ve insanlığın sorunlarına yabancılaşması ve duyarsızlaşması.

Yeni dijital sömürgecilik üzerinden üretilen yeni bir barbarlık biçimi bu. Hazcılık ve kaygısızlık, insanın hem dünyasını yok ediyor, hem de insanı insansız bir dünyanın eşiğine fırlatıyor…

Sonuç: İnsanın, dünyasının, hakikatin buharlaşması, hayatın çöle dönüşmesi.

Dijital sömürgecilik çağındayız, anlayacağınız: Dijital sömürgecilik, popüler kültür üzerinden hem bütün aidiyet biçimlerini, inanç, değer, anlam haritalarını yerle bir ediyor hem de tektipleşmiş sığ, sıradan güruhlar icat ediyor.

Buna da özgürlük deniyor!

Oysa insanın özgürlüğünü yitirmesi bu.

KÜLTÜRELLEŞME VE RUHSUZLAŞMA

İkinci anlamda ise, kültür, “kültür” üzerinden yok ediliyor.

Şöyle ki: Çağımız, “kültür” çağı değil, “kültürel”in hâkim olduğu çağ; her şeyi kültürleştirerek (=“nesneleştirerek”) diriltici, canlı kültürü de yutan bir ağ.

Kültür, en netameli kavramlardan biri: “Kültürel” ise kültür’den de netameli.

“Kültürel”, her şeyin kültürleştirilmesi demek: Siyasetin kültürleştirilmesi, ekonominin kültürleştirilmesi, dinin kültürleştirilmesi, cinsiyetin kültürleştirilmesi...

Bir şeyin kültür/el/leştirilmesi, içinin boşaltılması, anlamını yitirmesi, özünü, ruhunu, kendine özgü özelliklerini kaybetmesi ve tüketim nesnesine dönüştürülmesi demek.

Özlü bir deyişle, bir şeyin kültürelleşmesi, “gösteren” / yani neyse o olma özelliğini yitirmesi, “gösterilen”e /yani olması istenen’e, gösterilmek istenen’e dönüştürülmesi demek.

Görselliğin hâkim olduğu bir dünya, gösterilen’in krallığını ilan ettiği, gösteren’i yuttuğu, yok ettiği bir dünya.

“Gösteren”, bir “şey”in neyse o olarak varolması demek.

Gösteren’in gösterilene dönüşmesi ise, “pornografikleşmesi”, estetize edilerek ayartı nesnesine dönüştürülmesi ve tüketilmesi demek. Bir şeyin kendisini neyse o olarak sunması değil, bir şeyin ayartıcı bir şekilde ve nasıl görülmek isteniyorsa öyle sunulması demek.

ONTOLOJİK ŞİDDET: “DİKTATÖR” İMALİ ÖRNEĞİ

Siyasetten örnek vereyim: Erdoğan, Türkiye’nin cumhurbaşkanı. Erdoğan’ın “diktatör” olarak sunulması, “Cumhurbaşkanı”nın başka bir şeye dönüştürülmesidir. Burada kültürel’in hegemonyasına ve gerçeği deforme ederek yeni, sahte bir gerçek icat etmesine tanık oluyoruz: Sembollerin gerçeğin yerine geçmesine, estetize edici, ayartıcı / “pornografik” yöntemlerle gerçeği yutmasına yani.

Benzer bir deforme etme işlemini Kılıçdaroğlu, Bahçeli ya da toplumun önünde olan herkes için yapıyor işte bu kültür/el/leştirme şiddeti.

Şiddet diyorum; çünkü kültür/el/leşme, sembollerin gerçeğin yerine geçmesine yol açıyor. Sembollerin gerçeğin yerine geçmesi ise, tam anlamıyla ontolojik şiddet üretiyor: Semboller üzerinden üretilen “kurmaca, icat edilmiş yapay gerçek”, gerçeğin yerine geçiyor. Gerçeği buharlaştırıyor.

Daha da vahimi şu: Sanal / sembolik gerçek, gerçek gerçek’ten daha gerçek oluyor.

Bediüzzaman, sembol, gerçeğin yerini aldığında, gerçek, gerçekliğini yitirir, demişti.

SEMBOLİK YA DA KÜLTÜREL ŞİDDET, FİZÎKÎ ŞİDDET’TEN DAHA TEHLİKELİ

Yakıcı gerçek şu artık: Çağımıza damgasını vuran şey, fizîkî şiddet (toplar, silahlar vesaire) değil; sembolik ya da kültürel şiddet.

Kültürel şiddet, fizîkî şiddetten daha yıkıcı, daha tehlikeli: Doğrudan değil, dolaylı olarak saldırıyor hedefine kültürel şiddet çünkü.

Toplarla, silahlarla değil; toplara, silahlara dönüşen sembollerle, imajlarla, hız ve haz üzerinden, ayartan, uyuşturan, insanlığın sorunlarına duyarsızlaştıran, hayattan kaçıran bir dille işliyor kültürel ya da sembolik şiddet.

HIZ VE HAZ ÇAĞI DROMOKRASİ, AKLI VE DÜŞÜNMEYİ ÖLDÜRDÜ

Akıl yok artık; algı var. Algı, aklı çoktan çarmıha gerdi!

İnsan, aklıyla düşünmüyor: Arzularıyla, hazlarıyla, ayartılarak, ayartılmak için can atarak düşüyor sadece.

Akıl tutulması yaşıyor insanlık: Aydınlanma çağı›yla birlikte, insanın çocuksuluk çağından kurtularak aklını kullanmaya başladığı bir evreye geçtiğini ilan eden Kant, insanlığa, “aklını kullanmaya cesaret et!” diye haykırmıştı.

Ama artık akıl, sırra kadem basmış durumda. Akıl çağı›nın yerinde yeller esiyor: İnsanın çocuksuluk çağına geri döndüğü, arzularının, hazlarının, egosunun esiri, kölesi olduğu dromokrasi çağında yaşıyoruz.

İnsanın aklını kullanarak kurduğu, sonuçta, insanın insanın kurdu olduğu sözümona haklar rejimi demokrasi, hız ve haz rejimi dromokrasi tarafından çoktan tarihe gömülmüş durumda.

O yüzden medya, kültür, spor ve eğlence endüstrisinin temel işlevi, insanın düşünme melekelerini yok eden estetize edici, ayartıcı / pornografik mitler, semboller ve imajlar üretmekten ibaret.

KÖLELEŞMEKTEN HAZ VE KEYİF ALMAK!

Postmodern neo-liberal yoz, sığ ve bayağı kültür; film, müzik, spor, eğlence, televizyon ve internetin kurmaca sanal dünyasında bu ayartıcı mitler, semboller ve imajlarla insanları küre ölçeğinde kültürel şiddet bombardımana tabi tutuyor.

Çağımızın bilge adamlarından Aldous Huxley“Cesur Yeni Dünya” başlıklı imajinatif romanında, çağımızın tastamam ağa dönüşen bu paradoksal hâlini enfes bir şekilde şöyle özetliyordu: İnsanlara öylesine zulmedilecek, insanların duyarlıkları öylesine yok edilecek ki, insanlar bundan büyük bir haz ve keyif alacaklar.

Tükettikçe tükenen insanın tüketmeyi özgürlük sanması, haz ve keyif alınan ayartıcı u/yutucu bir köleleşme biçiminin ortasına yuvarlanması, aslında!

ONTOLOJİK FELÂKETİ ÖNLEMENİN YOLU: SÜNNET-İ SENİYYE

Bu hayatî meseleyi yarınki yazıda bambaşka bir yere getirerek sürdürmek istiyorum.

Sünnet-i Seniyye’nin dromokratik / ayartıcı köleleşme biçimini durdurabilecek neden yegâne imkân olduğunu, tam da bu nedenle hadislere, Hz. Peygambere (sav), mezheplere niçin saldırıldığını ve Sünnet-i Seniyye’nin insanlığın yaşadığı bu ontolojik felâketi önleyebilecek nasıl bir rahmet kaynağı olduğunu göstermeye çalışacağım.