İstiklal Marşı’mızın yazılışının 100. yıldönümü bu hafta. Âkif’le, Türkiye’nin istiklâl mücadelesiyle ilgili 12 sene önce yazdığım bir yazımı paylaşıyorum sizlerle... Özene bezene yazılmış ve TEK BİR CÜMLEden oluşan bir yazı bu. Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın. Buyurunuz efendim...
ŞUURUYLA ŞİİRİNİ, ŞİİRİYLE ŞUURUNU ÖREN BİR ŞÂİR
Ürpertici bir ayaz…ölümcül, öldürücü bir tipi…
bir türlü gelmek bilmeyen, aslâ gelmeyeceğine hükmedilen, ayazları, tipileri dindirici bembeyaz kar taneleri ve ruhları diriltici bahar sahnelerinin bir gün mutlaka geleceğinden ümidini kesmeyen,şuuruyla şiirini, şiiriyle şuurunu ören bir şâir...
BÜYÜK RÜYALARIN SAHİBİ BİR DAVA ADAMI
yokoluş zamanlarının bütün umutları karabasana dönüştürdüğü bir anda bile, diriliş, oluş ve varoluş zamanlarının hayallerini, rüyalarını gören bir dava adamı...
GÜRÜL GÜRÜL AKAN, HAYAT SUNAN BİR AHLÂK ANITI...
‘Kim var?’ denilince, arkasına bile bakmadan, ‘ben varım!’, ‘biz varız!’ diyerek yerinden fırlayan, yollara düşen, yol yol, dağ dağ, ırmak ırmak yorulmak, yılmak nedir demeden durmamacasına gürül gürül akan, hayat sunan bir ahlâk anıtı...
YOKOLUŞ SERÜVENİNİ VAROLUŞ TÜRKÜSÜNE DÖNÜŞTÜREN BİR DESTAN ADAM...
ev ev, meydan meydan, kahve kahve, cami cami, kürsü kürsü nefes nefese gelecek diriliş günleri için yol alan, koşan, konuşan, konuştukça coşan, coştukça dağları, tepeleri, ovaları şimşek hızıyla bir yağız at gibi aşan, bir küheylân gibi kükreyerek ve yürekleri titreterek coşturan, bülbül gibi şakıyan, bir milletin yokoluş, yok ediliş serüvenini benzersiz bir diriliş destanına, eşsiz bir varoluş türküsüne dönüştüren bir destan adam…
DESTANSI BİR KAHRAMAN...
sayha sayha geri çekilen, çekilirken bile çekilen onca çileden, onca acıdan, onca ölüm-kalım mücadelesinden sonra İstanbul’un fethedildiği bahar mevsiminde açan çiçeklerden devşireceği hayat iksiriyle ruh üfleyen, hayat bahşeden, merhamet kanatlarını bütün bir insanlık coğrafyasına geren Allah yolunun yolcusu fatihlerin, dervişlerin, pîrlerin, öncülerin ezel-ebed hattında gerçekleşen rüyalarıyla nefes alıp vermekten bir an olsun geri durmayan,
kalbi gümbür gümbür ‘Ya Hak!’ diye atan,
beyni ‘Ey Hakikat!’ diye zonk zonk zonklayan,
yüreği ‘Aşk’ ateşiyle yanan, yandıkça çağlayana dönüşen,
‘işte insan, işte kahraman’ dedirtecek kadar hakikat güneşinin sönmemesi için,
hakikat çiçeğinin solmaması için,
hakikat çocuklarının taptaze, kanatlandırıcı yolculuklara çıkabilmeleri için,
dünyanın bütün nimetlerini, lezzetlerini elinin tersiyle iterek yarının yine burada olması için,
bura’nın yeniden gül bahçesine dönebilmesi için
burada estirilen ‘fırtına’nın bütün dikenlerine katlanan,
milletinin, İslâm milletinin yeniden hakkı tutup kaldırabilmesi için,
milletinin yaşadığı büzülmeyi, çözülmeyi, varoluş çilesini iliklerine kadar yaşayan,
ürpertici bir ayaz mevsiminde, ölümcül, öldürücü tipi’nin tam ortasında bile
gelecek beyaz günlerin, aydınlık, nurlu ve hakikat güneşine gebe günlerin rüyasını görerek diriliş, oluş ve varoluş çilesini dolduran destansı bir kahraman, başlıbaşına bir destan…
HÜZNÜNÜ ÇOĞALTTIKÇA ÇOĞALAN...
Haçlı sürülerinin haydut çocuklarının dört bir taraftan çepeçevre kuşattıkları, ölümcül darbeyi vurmalarına ramak kaldıkları bir yokoluş zamanında, tam bir boğulma anında, hüznünü çoğalttıkça çoğalan, gözyaşını akıttıkça rahmet suyuyla yıkanan,
Boğaz Harbi’nin insanın boğaz liflerini bile boğacak kadar kıyamet sahnelerine tanık olduğu bir mahşer anında, en ön safta, cephenin en ön sırasında yer almak için can atan şanlı bir asker, yılmaz bir akıncı gibi milletin diriliş ve varoluş destanını yazan bir destan adam…
TARİHE SIĞMAYACAK KADAR BÜYÜK, DESTANSI BİR ANIT...
tarihin, onur defterine onurla, gururla kaydedeceği destansı bir ağıt…
ve tarihe sığmayacak kadar büyük, destansı bir anıt…
mayası İslâm’ın ak mayasıyla; hamuru tertemiz, arı-duru, dupduru, arındırıcı, kanatlandırıcı hamuruyla karılan bu milletin, tam da tarihten sürüleceğinin, silineceğinin, çekileceğinin beklendiği bir zaman diliminde, aslâ teslim bayrağı çekmeyeceğini, ölüme, zamansız ölüme, hakikatin ölümüne aslâ rıza göstermeyeceğini, hakikatin özsuyundan kana kana içtiği sürece her hâl ve şartta varolma, varlığını sürdürme iradesi geliştirebileceğini gösteren bir destan...
SENİN DESTAN-ŞİİR’İN BU YAZDIĞIM
Akif için, Akif’in şahsında yazdığım bu destan-şiir, görünüşte, Akif’in, her dâim yaşayacak ve yaşatacak destansı şiiri…
ama gerçekte, hakikat ülkesinin ve hakikat aşığı çocuklarının destanı: Senin destanın, yazdığım; Senin Varoluş Destanın…
peki, böylesi bir ‘hakikat ülkesi’ misin, Sen, şu ân; böylesi bir hakikat ülküsü müsün, diye sor, kendine...
DÜNYA SANA GEBE, SEN’SE HAKİKATE...
ama aslâ unutma ki, Hakikati yaşayacak ve yaşatacak bir aşk ve diriliş destanını yine sen yazacaksın; fetih ve varoluş türküsünü sen besteleyeceksin, dün olduğu gibi, yarın da, Sen...
hani, Asım’ın nesli diyordu ya, Akif; işte o’sun Sen:
Hakikatin çocuğu, hakikatli çocuğu:
Akif’te varolan, ete kemiğe bürünen, Asım diye dikilen anıtı,
Akif diye görünen, hayat sunan ruhu, hakikat ruhunu bulduğun ve yitirmediğin, yaşadığın ve yaşattığın sürece,
dünya Sana gebe,
sen’se Hakikate…
Kaynak / Star Gazetesi