İnsanlık, bu kadar belirsiz ve ürpertici bir karanlığın eşiğine sürüklenmemişti bildiğimiz yazılı kayıtlı insanlık tarihi boyunca.
BATI UYGARLIĞININ HAKİKATE VE İNSANLIĞA SALDIRISI
Her şeyden önce, Batılılar, moderniteyle geliştirdikleri büyük saldırıyla varlığın ontolojik düzenini yerle bir ettiler.
İkinci olarak, Batılı emperyalistler, bütün kıtaları ve denizleri işgal ettiler, sömürgeleştirdiler.
Üçüncü olarak, kendileri dışındaki bütün medeniyetlerin ya kökünü kazıdılar tarihten sildiler ya da fosilleştirerek antropolojik ölü malzemelere dönüştürdüler.
Dördüncü olarak, dünyayı yaşanmaz bir yere, cehenneme çevirdiler.
Beşincisi ve belki de önemlisi de, köleleştirdikleri, sömürgeleştirdileri, tecavüz ettikleri kitleleri, kendilerine yani cellatlarına âşık ettiler, tasmalı çekirgelere dönüştüklerini bile fark edemeyecek kadar narkozu yediler!
Tarihte hem Tanrı’ya, hem hakikate, hem bütün medeniyetlere hem de bütün insanlığa saldıran, sonra da kendisine âşık eden ikinci bir uygarlık olmadı Batı’dan başka!
BATILILARIN İSLÂM DÜŞMANLIĞI, İSLÂM’I ÖZNELEŞTİRİYOR
Önceki günkü yazımda Şark Meselesl’nin iki asırdır İslâm dünyası üzerinde nasıl uygulandığını, İslâm dünyasının hamisi Osmanlı’nın ve Müslümanları birleştiren hilafetin ortadan kaldırılmasıyla İslâm dünyasının hem parçalanmanın hem de yok olma tehlikesinin eşiğine nasıl sürüklendiğini tartışmıştım.
Bu, şu demek: Küresel sistem İslâm dünyası üzerindeki hegemonyasını yitirdiği zaman dünya üzerindeki hegemonyasını da yitirecektir.
Soru şu burada: Küresel sistemin dünya üzerindeki hegemonyasını yitirmesini sağlayacak ne oluyor İslâm dünyasında acaba? Gerçekten bir meydan okumadan söz edilebilir mi?
TÜRKİYE KORKUSUNUN TEMELLERİ
Batı uygarlığının dünya üzerindeki hegemonyasını sarsacak bir tehlikenin ufukta belirdiğini, bunun için İslâm’ın küresel sistemi tehdit ettiğini, yeniden dirilmeden veya ayağa kalkmadan etkisiz hâle getirilmesi gerektiğini dillendirmeye başladılar Batılılar 1980’li yıllarda.
Önce “görevli” akademisyenler!
İslâm’la çok kirli yöntemlerle, İslâm’ı terörle, kan emicilikle özdeşleştirerek savaşmaya karar verdi küresel sistemin lordları.
TÜRKİYE’NİN RUHU: İNSANLIĞIN UMUDU
Türkiye’nin ruhu, genetik kültürel kodları diriydi hâlâ: Her an canlanabilir ve Türkiye’yi ayağa kaldırarak medeniyet iddiasına soyunmaya kışkırtabilirdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Türkiye 1970’lerden ve 1980’lerden itibaren bastırılan, yok edilmeye çalışılan İslâmî ruh köklerini ve kimliğini hatırlamaya ve zamanla hatırladıklarından bir medeniyet iddiası olmasa bile medeniyet aidiyeti ve bilinci geliştirmeyi başardı.
Dış dünyayla ilişkilerini medeniyet kimliği ve bilinci üzerinden yürütmeye çalıştı. İçeride, eğitim, kültür ve sanatta medeniyet bilincini hâkim kılamadı, bu konudaki girişimlerin laiklik duvarına çarpması kaçınılmazdı. Ama bir gün o duvarın da ne anlama geldiği ve toplumun tarihî yürüyüşünü engelleyen bir prangaya nasıl dönüştürüldüğü anlaşılacak…
Ama sahici, samimi, güçlü bir özeleştiri yaparak yaşananlardan ders çıkarmasını bilirsek, yeniden toparlanmamız ve ruhumuzu dirilterek mazlumların umudu olan hakikat medeniyeti yolculuğuna soyunmamız mümkün olabilir.
Hatalarımızdan ders çıkarmasını bilirsek, geleceğe daha emin ve sağlam adamlarla yürümemiz imkân dâhiline girebilir.
Batılıların korkusu, Türkiye’nin bin yıl önce, birinci medeniyet krizi sırasında olduğu gibi, iki asırdır iliklerimize kadar yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizinde de yeniden kurucu, konumlandırıcı ve koruyucu bir rol oynama ihtimalinin zaman geçtikçe daha fazla artıyor olduğu gerçeğidir.