Kahramanmaraş Pazarcık depremi, şu yeryüzü coğrafyasında sadece bu toprakların çocuklarında varolan o ayrıksı, sıradışı gizil gücü gün ışığına çıkardı: Anadolu ruhu’nu.
Anadolu, bir coğrafya parçası değildir yalnızca. Anadolu, üstad Necip Fazıl’ın deyişiyle, bir kıtadır. Anadolu, bir iddiadır, bir davadır. İnsanlığın son adasıdır Anadolu. Nuh’un gemisidir…
Bu topraklardan yığınla kültür, medeniyet gelip geçmiş olabilir ama hiçbiri bu topraklara bizim kardığımız mayayı karamamış, bizim üflediğimiz ruhu üflemeyi başaramamıştır.
Bu toprakların yetiştirdiği ama değeri henüz yeterince bilinemeyen ve Anadolu ruhunun en mükemmel temsilcilerinden Yalçın Koç’un tanımlaması zihin açıcıdır bu bağlamda.
Yaşayan en dahi mütefekkirimiz Yalçın Koç, Anadolu mayası’nı, insanlığın özü, temeli, esası olarak tarif eder; bunu da, “insanlığın birliği ve kardeşliği” olarak izah eder. Bu mayanın sadece bu topraklarda karıldığını söyler. Bu mayayı karan dinamiğin gönül olduğunu ilâve eder.
Bendeniz, tasavvuf düşüncemizin büyüklerinin izinden giderek ve üstad Sezai Karakoç’tan beslenerek, Yalçın Koç’un “Anadolu mayası” dediği şeye “Anadolu ruhu” diyeceğim ve Anadolu ruhu’nu, akılla kalbin buluşmasının ürünü, “diriltici, kanatlandırıcı, kol kanat gerici ruh” olarak tarif edeceğim.
Akılla kalp buluştuğunda, gönül devreye girer. Gönül, aklın hesabîliğini devre dışı bırakır, kalbin hasbîliğini kuşanır, bütün dünyaları, bütün kültürleri, bütün âlemleri kuşatan derin bir nefes alır ve sunar o nefesi bütün varlığa.
Gönül, aklın çocuksuluğuna güler geçer, kalbin coşkusuyla göklere yükselir… Aklın ayartılarına da, kalbin taşkınlıklarına da mizan’la / ölçü’yle bakar; her şeye rağmen, ayakları yere basar. Gönlün işleri, ruh olarak tezahür eder, ruh olarak ete kemiğe bürünür, ruh olarak bizi bize getirir, bizi bizden geçirir, bir’deki biz’i gösterir, biz’deki bir’i vareder.
ÜÇ NEFES
Bazı toplumlar nefes alır; bu, onların yaşadığının ifadesidir.
Bazı toplumlar, yalnızca nefes verir; bu da, onların başkalarını yaşattığının göstergesidir.
Bazı toplumlarsa, hem nefes alır, hem nefes verir, hem de nefes olur; bu ise, onların tarih yaptıklarının, hayatın akışını değiştirdiklerinin işaretidir.
İşte bizim toplumumuz nefes metaforuyla özetlediğim bu üç eylemi, aynı ânda gerçeğe dönüştüren tek toplumdur bu dünyada. Adalet, medeniyet ve kardeşlik timsali bin yıllık Müslümanlık tarihimiz de, son çeyrek asırda İHH başta olmak üzere Beşir, Diyanet, Hüdayi, İsmailağa›ya ait vakıflarımızın hiçbir dünyevî, siyasî karşılık beklemeden bütün dünyadaki mazlumların, kimsesizlerin, yetimlerin yurdu, umudu ve ufku olan gayretleri bu ruhun sarsıcı örnekleriyle doludur.
Bu üç nefes eylemi, özellikle de üçüncüsü, nefes olma fiili, her zaman değil, tarihin en zor zamanlarında gün ışığına çıkar ve önüne çıkan bütün engelleri aşar…
ZOR ZAMANLARIN ÇOCUĞU: ANADOLU RUHU
Bu ruh, Anadolu ruhu, zaman ve mekân tanımaz. Zor zamanların çocuğudur. Bir kere çıkmayagörsün ortaya, kimse duramaz karşısında bu delişmen ruhun.
1999 Marmara Depremi’nde böyle olmuştu. New York Times gazetesine “Nasıl Bir Şeydir Bu?” dedirten bir manşet attırmıştı deprem olduğu andan itibaren Anadolu insanının anında seferber olarak deprem bölgesine damlaması, insanımızın anında yaralarını sarması, insanımıza umut olması, yurt olması, ufuk olması…
Aynı fevkalade durumu, bu depremde de gördük, görüyoruz… Günlerdir, enkazda aç, susuz kalan insanlar, kendilerine ulaşıldığında ve en temel ihtiyaçlar sunulduğunda “önce ben” demediler, “önce o”, “önce babam”, “önce kardeşim” dediler!
Yardımına koştuğumuz ve bir parça ekmek, bir tas yemek sunduğumuz insanlar, “bu kadarı bana yeter; kalanı siz komşuma veya başka birine verin” dediler!
Deprem bölgesine gittiğimizde bizim tanık olduğumuz, başkalarının da tanık olduğu sıkça yaşanan sahneler bunlar! Anadolu ruhu’nu en zor anında tezahür ettiren, ete kemiğe büründüren, bu ülkenin insanının ne kadar yılmaz, yıkılmaz, pes etmez, bütün zorlukların üstesinden gelmesini bilen yüce gönüllü, ruh dolu benzeri çok az bulunan bir insan tipi, karakteri olduğunu gözler önüne seren sarsıcı örnekler!
New York’ta yaşayan cins MTO talebelerimizden Abdül Arda kardeşim, deprem bölgesinde bulunan bir Amerikalı gazetecinin deprem üzerine Amerikan televizyonunda yaptığı ilginç bir yorumu paylaştı.
Amerikalı gazeteci aynen şunu söylüyor: “Türkiye çok büyük bir deprem yaşıyor. Ama Türkler çok çabuk toparlanmasını, birbirlerine kol kanat germesini çok iyi biliyorlar!”
Bu kadar işte!
Mesele bu!
Bizi en zor zamanlarda, en büyük felâket zamanlarında bile ayakta tutan, dimdik ayakta durmamızı, kısa süre içinde toparlanmamızı ve yeniden ayağa kalkmamızı sağlayan şey, işte bu ruhtur, Anadolu ruhu.
İzi sürülmesi ve yeniden diriltilmesi gereken ruh, bu ruh işte!
DEPREM BÖLGESİNDE ANADOLU RUHU’NUN İZİNİ SÜRMEK…
Üç gün boyunca bir anlamda bu ruhun izini sürmek üzere deprem bölgesine gittik.
Üç gün boyunca deprem bölgelerini dolaştık karış karış MTO’muzun belli başlı il temsilcisi, yönetim ekibi kardeşlerimizle birlikte.
Depremin görünmeyen boyutlarını görmek; yaşanan acıyı tespit etmek; insanımızın, kardeşlerimizin acılarını paylaşmak; bizzat orada bulunarak, onlara el uzatarak, kol kanat gererek, en zor zamanlarında yanlarında olarak, yalnız olmadıklarını hatırlatarak az biraz olsun onlarla hemderd olmak, hemdost olmak, her bakımdan onlarla hemhâl olmak istedik…
Aslında MTO yönetim ekipleri olarak çıkarma yaptık sessizce, gürültü patırtı yapmadan, reklam propaganda ihtiyacı duymadan, bütün bu reklam propaganda çalışmalarının yapılan o ruh dolu, kardeşlik dolu, fedakârlık, cefakârlık ve vefakârlık dolu inanılmaz gayretleri, gece gündüz demeden yapılan çalışmaları, koşuşturmaları buharlaştıracağı şuuruyla kardeşlerimizin, en yakınlarını kaybetmiş, acıları büyük kardeşlerimizin acılarını dindirmek için yanlarına koştuk, acılarına ortak olduk, burada kısaca ama özlü bir şekilde anlatmaya çalıştığım Anadolu ruhunun sarsıcı, çarpıcı örneklerine şehadet ettik ve şükrettik Rabbimize.
Yarın, deprem bölgesine yaptığımız geziyi ve gözlemlerimi Anadolu ruhu kavramlaştırması çerçevesinde yazmaya devam edeceğim…