Yusuf KAPLAN - Laik Aydınlanma despotizmi ve Üniversitenin krizi - 5 Şubat 2021

Yusuf  KAPLAN - Laik Aydınlanma despotizmi ve Üniversitenin krizi - 5 Şubat 2021

Yusuf KAPLAN - Laik Aydınlanma despotizmi ve Üniversitenin krizi - 5 Şubat 2021


Boğaziçi Üniversitesi, rektör atamasına itiraz edildiği için karıştı: Laik Aydınlanma despotizmi, “kendilerinden olmayan” bir rektör atandığı için (ne kadar ilkel bir kafa bu!) ülkeyi kaosa sürüklemekten çekinmeyen çevrelerce karanlık bir ruh olarak çöktü ülkenin üzerine. Sadece Boğaziçi’ni değil ülkeyi kardeş kavgasının eşiğine sürükleme potansiyeli taşıyor!

Herkesin dikkatli ve rikkatli olması şart!

Konuyu daha önceki bir yazımın tozunu alarak en temelden tartışmak istiyorum.

AYDINLANMA ÜNİVERSİTESİ: NİCELİĞİN VE BATI-MERKEZCİLİĞİN HÜKÜMRANLIĞI

Türkiye’de üniversitenin köklü felsefî, varoluşsal sorunları var. Üniversite sayısını artırarak üniversitenin sorunlarını çözemeyiz; aksine, kangrene dönüştürürüz.

Üniversite krizi, sadece bizim yaşadığımız bir sorun değil. Küresel ölçekte, köklü bir üniversite krizi yaşıyor dünya.

Aydınlanma’nın tohumlarını eken bilimsel devrim’in kurucu babalarından Francis Bacon’ın ünlü “bilgi güçtür” aforizması, modernlerin, bilme çabasını, Descartes’ın “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” mottosuyla hareket ederek gücü ele geçirme kaygısına dönüştürmelerine yol açtı.

Çağdaş / modern üniversite, işte bu temel üzerine bina edildi. Buna da “hurafelerden kurtulma, aydınlanma çabası”, denildi.

Oysa yapılan şey, çağdaş / seküler hurafeler icat etmekten ibaretti: Akıl kutsandı, bilim putlaştırıldı, ilerleme putu bütün dünyayı esir aldı: Üniversite bile araçları amaçların önüne geçirdi; hem emperyalizmin niceliksel, güce, güç üreten araçlara / teknolojik silahlara dayalı hegemonyasını meşrulaştıracak hem de Batı-merkezci perspektifleri “bilim bu” diyerek dünyaya “satan”, bilimsel emperyalizmi bütün dünyaya dayatan bir kültür savaşı makinasına dönüştü.

AYDINLANMA’NIN BİLİMSEL HURAFELERİ

Aydınlanma, gerçekte, karartmayla sonuçlandı. İnsanın zihni çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştürüldü.

Öyle ki, modern / aydınlanmacı üniversite, bütün bilimleri, fizik / doğal bilimlerin ilkeleri üzerinden inşa etti. Sosyal bilimler, insan bilimleri, teoloji, fizik bilimlerin sözümona nesnel (salt kabuk / fizik gerçekliğe dayalı) ilkeleri üzerinden şekillendi.

Tabii bu durum, farkedildi. Çağdaş üniversitenin köklü bir zihnî kriz yaşadığı, bu krizin nasıl aşılabileceği sorunu Husserl, Nietzsche, Heidegger, Weber gibi düşünürlerce kıyasıya tartışıldı.

Bu tartışmaların meyvelerini verebilmesi ancak ‘68 devrimi’yle birlikte mümkün olabildi.

‘68 ZİHNİYET DEVRİMİ: DİSİPLİNLERARASI ÜNİVERSİTE

‘68 “öğrenci devrimi”yle birlikte, postyapısalcılık, Batı’daki aydınlanmacı / “modern akademi” anlayışını yerle bir etti.

İyi ki de etti: Çünkü modern akademi, Aydınlanma çağının, aklı putlaştıran ve düşünme faaliyetini donduran “hurafeleriyle” üniversite fikrini iktisadî yararcılığın çıkmaz sokağına fırlatarak kapitalist sistemi aklamaya kapı aralamıştı.

Postyapısalcılık, üniversite’yi modernliğin bu Weber’yen “demir kafes”inden çıkardı: Disiplinlerarasılığın, geçişkenliğin, “alış-veriş”in, karşılıklı-beslenme’nin önünü açtı. İslâm ilim geleneğine yaklaştı.

Ama bu kez de, ethos’unu yitirdiği için, neo-liberalizm dalgasının estirdiği fırtınaya yakalandı ve paradoksal olarak, bir yandan, üniversiteyi, iktisadî yararcılığın üniversitenin üzerine heyûla gibi çöreklendiği, kapitalist sistemin çarklarını daha ayartıcı, daha “verimli” şekillerde döndüren tastamam ticarî bir işletmeye dönüştürdü; öte yandan da, üniversite, ufuk ve çığır açıcı bir düşünce atılımının, niteliksel bilgi birikiminin geliştirilmesine hiçbir katkıda bulun/a/mayan, marjinal, “siyasî doğruluk”çulukların kıskacında un ufak oldu; üniversite sistemindeki bu kaotik hercümerç, Michel Henry’nin yerinde saptamasıyla, “üniversitenin tahribi”yle sonuçlandı.

Modern akademi, Aydınlamacı tarihsel / sığ aklın ayartısına kapılan ve pozitivist donma’yla sonuçlanan bir ifrat girişimiydi.

Postmodern akademiyse, bu kez, akademi’yi, sonu nereye varacağı kestirilemeyen bir kaosun ortasına getirip bırakmakla bir tefrit’e / kayıtsızlık’a, banalliğe yol açtı.

Bu da kaçınılmazdı: Çünkü Nietzsche’nin “felsefemiz, ahlâkımız dekandasın formlarına dönüştü” haykırışı’nda en iyi ifadesini bulan çok yönlü bir dekadans’ın pençesinde kıvranmaya başlamıştı Batı uygarlığı: “İnsanlığı” “akıl tutulması”nın eşiğine fırlatan “araçsal akıl”ın aşırılıklarının kurbanı olduğu için Batı uygarlığının “bunalım/lar çağı” süreci çoktan başlamıştı.

Ezcümle… Batı’da üniversite “çöktü”; Batı uygarlığı bilfiil / bedenen yaşıyor; ama bilkuvve / ruhen bitti çünkü: Postmodern akademinin, olumlu ama marjinal kalan yanlarıyla birlikte, içine sürüklendiği, hakikat fikrini bitiren kaotik ontolojik çıkmaz, bunun en çarpıcı göstergesi.

ASLOLAN BİLMEK DEĞİL, OLMAK’TIR...

Sözün özü: Aslolan bilmek değil, olmak’tır: Hayatın anlamını kavrayabilmek, hakikatin izini sürebilmek, insanı ve hayatı zenginleştirecek ilim, irfan ve hikmet kulelerini dikebilmek....

Sığ Aydınlanma aklı ve düşüncesi üzerine kurulan çağdaş üniversite için, mesele bilmek’tir. Kuru bilgi’dir; parçalı bilgi: Bütün’ün yitirilmesi, farklı alanlar ve olgular arasındaki ilgi’nin bitirilmesi; buradan ruhsuz, sadece egemenlik kurmak aracıyla üretilen bir gücün inşa edilmesi.

Kuru bilgi’nin kör bilince dönüşmesi, insanı linç etmesi, hayatı güçlü olan’ın haklı olduğu bir güç arenasına dönüştürmesi.

Çağdaş üniversitenin krizi: Zihni felçleştirmesi, ruhu yok etmesi, hayatı çölleştirmesi...

Türkiye’deki üniversite, bu üç hayatî sorunu, Batı’dan daha sarsıcı bir şekilde yaşıyor. Ama yaşadığı krizin ne olduğunu göremeyecek ve bu krizi nasıl aşabileceğini bilemeyecek kadar da krizin boyutlarını kavramaktan uzak.

Kaynak: Yeni Şafak gazetesi