Gazze’de işgalci İsrail’in 290 günü bulan katliamlarına ABD sınırsız desteğini vermeye devam ederken aynı anda Suriye’de güya bir terör örgütüne karşı bir başka terör örgütüne de aynı pervasızlıkla sınırsız desteğini vermeye devam ediyor. Üstelik verdiği bu destek NATO’da müttefiki olan, ittifakın en büyük ikinci ortağına karşı bir saldırganlık, bir düşmanlık da içeriyor olduğu halde bu desteğine devam ediyor. Bu açık tutarsızlık ve çelişki durumunu izah etme ihtiyacı bile hissetmiyor ABD. Kendini sorgulanamaz bir makamda görüyor. Suriye’de destek çoğunluğu Arap olan bölgelerde yıllardır PKK ve PYD’yi silahlandırarak kazandırdığı pozisyonla Kürt-merkezli yeni bir Baas rejimi tesis etmeye çalışıyor. “Kürt-merkezli” dediğime bakmayın, bu destekle Kürtleri herşeyden önce Kürt olmaktan çıkararak İsrail’in lejyoneri durumuna sokmuş oluyor.
Uluslararası hukuku işletecek bir otorite olsa, ABD’nin bu yaptığı açıkça teröre destek ve insanlık suçu olarak yargılanacak bir suç. Ama uluslararası ilişkilerde güçlü olanın faydalandığı bir tür ibahiye durumunun olduğu da trajik bir gerçektir. Bugün o gerçeğin en acı boyutuyla bütün insanlık yüzleşmiş oluyor.
ABD hem soykırımcı İsrail’e hem de onun lejyoneri PKK’ya verdiği destek dolayısıyla bütün insanlık karşısında ve Türkiye karşısında suçlu durumdayken, hiç utanmadan ABD’de bazı çevreler Türkiye’nin Hamas’a verdiği söylemsel desteği “teröre destek” kapsamında değerlendirmekten geri durmuyorlar.
Hamas’a verilen söylemsel ve diplomatik destek aslında Erdoğan’ın Siyonist dünya düzeninin ikiyüzlülüğüne karşı bir meydan okuması gibi. Gizlediği bir sır değil. Oysa İsrail’in tahrikleriyle ABD’deki lobileri üzerinden Türkiye’yi Hamas’a fiilen askeri destek veriyor olmakla suçlama yönünde ciddi bir hareketlilik gözleniyor. Özellikle Gazze’den Türkiye’de tedavi edilmeye getirilen yaralılar üzerinden verilen desteğin, hatta Gazze’ye ulaştırılmaya çalışılan insani yardımların doğrudan Hamas’a, dolayısıyla teröre destek kapsamına alınması gibi bir pişkin-yüzsüz bir çabanın içinde bu çevreler. İsrail imajı bütün dünyanın gözünde insanlık suçlusu, soykırımcı, aşağılık bir katliamcı savaş suçlusu olarak işlenmişken böylesi bir atağa girişmesi çileden çıkarıcı bir pişkinlik. Tabi bu bile cesaretini yine suçlu dünya düzeninden almaktadır.
ABD’nin İsrail ile birlikte Suriye içindeki Siyonist faaliyetlerine karşı, teröre verdiği desteği boşa çıkaracak hamle arayışları elbette kaçınılmaz hale gelmiştir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye devlet başkanı Beşşar Esad ile görüşme ihtimali üzerine “Zamanın ruhu bizi barış aramaya zorluyor” şeklinde bir açıklamada bulunmuştu.
“Zamanın ruhu” kavramı tabii ki soyut bir kavram. Biraz siyasi yorumsamacılığa açık da bir alan. Gerçekten zamanın ruhu bizden ne yapmamızı istiyor? Bunun hiçbir zaman siyaseti öldüren, seçenekleri teke indiren bir yanı olmaz, ama ona baskı yapan bir tarafı olabilir. Bunun içinin çok iyi bir stratejik akılla, gerçekçi değerlendirmelerle doldurulması gerekiyor. Zamanın ruhundan bazı gelişmelere ve seçeneklere münhasıran bir mütareke ile teslim olmak anlaşılamaz elbet. Bilakis kavram dünyada değişen durumların karşımıza çıkardığı yeni tehditlerle baş etmek için yine karşımıza çıkan yeni fırsatları akıllı ve ölçülü bir biçimde değerlendirmeyi de ifade eder.
İsrail ile ABD’nin bölgedeki faaliyetlerinin doğrudan Türkiye’yi tehdit ediyor olduğu çok açık. Siyonist projenin uygulama kapsamında Türkiye’nin önemli bir kısmının olduğu bir sır değil ve PKK-PYD’den bir lejyoner ordusu oluşturma çabasının bundan başka bir anlamının olmadığı da.
Siyonist proje Türkiye’yi tehdit ettiği kadar, hatta öncelikle Suriye’yi de tehdit ediyor ve şartlar elbette bölge ülkelerinin bu tehdit karşısında ortak bir tedbirini, bu tedbirde iletişim ve işbirliği içinde olmasını gerektiriyor.
Ancak burada sorun Esed’in böyle bir tehdidi gerçekten ne kadar kavrayıp anladığı veya ne kadar umursadığı. ABD Esed’e rağmen mi Suriye’de bulunuyor?
Esed’in Erdoğan’ın bu yöndeki açıklamalarına verdiği ilk tepkiler bir yandan aradan geçen 13 yıllık husumetin doğal bir tepkisi olarak görülebilir ama bir yandan da Esed istese de böyle bir normalleşmeden beklenebilecek şeyleri verebilir mi sorusuna götürüyor. Çünkü kendi ülkesinde iktidarda kalabilmek için 13 yıldır kendi halkına karşı kurduğu ittifakları Türkiye lehine istese de bozup yenisini tesis etme kabiliyeti kalmamış durumda.
Görüşme isteğinin kamuoyuna ilk defa Erdoğan tarafından açıklanmış olmasının tadını çıkarırcasına kameralara verdiği demeçte hemen şart ileri sürmeye kalkışmış: Önce Türkler Suriye topraklarından çekilecek ve terör gruplarına verdikleri desteği kesecekler.
Esed böyle bir çağrıyı ülkesini biraz da güya ezeli düşmanı İsrail adına işgal etmiş bulunan ABD’ye yapabilir mi? 1967 yılında işgal edilmiş Golan’dan İsrail’i çıkarmak için bir hareketi oldu mu şimdiye kadar? Kendi ülkesinden milyonlarca insanın Türkiye’ye girmesine yol açan ve bir noktadan sonra Türkiye için bir güvenlik tehdidi oluşturan sorumsuz katliamlarını ve insanlık suçlarını unutup Türkiye’nin Suriye’de giriştiği zorunlu operasyonlara laf atmak için önüne düşen fırsatı değerlendiriyor.
Benim şahsi kanaatim, Esed ile görüşmelerin hiçbir faydasının olmayacağıdır. Ne Türkiye’deki Suriyelilerin kendi ülkelerine geri dönüşünü mümkün kılacak bir çözüm önerebilir ne de Türkiye’ye yönelik ABD-İsrail destekli PKK terör tehdidini giderecek bir katkısı olabilir. Şimdiye kadar ABD’nin PKK’yı kullanarak Türkiye’ye karşı yürüttüğü operasyonlara göz yumuyor olduğu bir gerçek, ama bu göz yummayı iyi anlamak lazım. Esed’in içinde bulunduğu durumda zaten ABD’ye göz yummaktan başka bir seçeneği yok. Bu saatten sonra da ol(a)mayacak. Yani Esed’in şu anda Suriye içindeki durumları değiştirecek ne bir gücü ne de niyeti vardır.
Bu konuda kendisi bir şart ileri sürecek konumda değil, ama gerçekten bir başlangıca niyeti olacaksa Türkiye’de bulunan vatandaşlarının ülkelerine geri dönebilmeleri için Halep’in kontrolünü uluslararası bir güce, mesela BM’ye bırakmakla başlayabilir.
Çünkü dışarıdaki Suriyelilerin Esed’in kontrolündeki bir ülkeye geri dönmeye razı edilmeleri mümkün değil. Çünkü Esed’in kontrolündeki bölgelerde cinayetleri, zulümleri, işkenceleri ilk günkü gibi devam ediyor. Gerçekten ilerlemek istiyorsak, gerçekçi bir başlangıç olarak bunun üzerinde durulabilir.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/zamanin-ruhu-bizden-ne-istiyor-4634697