Mescid-i Aksa’nın tarih boyunca Müslümanları yekvücut olmaya davet eden bir misyonu var. Bu misyona daha önce sıkça değindik. Haçlı işgali altındaki Kudüs’ün özgürleştirilmesi hedefi Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi gibi İslam tarihinin sembol isimlerini ortaya çıkarmış, onların mücadelesi birlik olmadan özgürleşmenin olamayacağını da gösterdi. Kudüs Yavuz Sultan Selim’in dünya İslam Birliğini Osmanlı Hilafet çatısı altında gerçekleştirmesi yolunda en önemli duraktı. Nitekim 400 yıl ayakta kalan o çatının yıkılması da yine Kudüs’ün tekrar Haçlı-siyonist işgaliyle gerçekleşti.
Kudüs dünya Müslümanlarının siyasi birliğinin ve yapılarının kilit taşıdır. O taş I. Dünya harbinin sonunda söküldüğünde İslam Birliğinin yapısı olan Osmanlı’nın yıkılışı mukadder oldu. O gün bugün dünya Müslümanları kendi birliklerini tesis etmeyi tekrar arama yolunda dönüp dolaşıp Kudüs’ün etrafında toplanmaları da tesadüf değildir. Hilafet kaldırıldıktan sonra ilk İslam Birliği denemesi yine Kudüs’ün savunması vesilesiyle 1969 yılında gündeme gelebildi. Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın girişimi hilafetin yokluğunda Müslümanları yeni bir oluşuma davet ediyordu.
Tam yerini tutmasa bile İslam Dünyası ve İslam Birliği fikrini sürekli canlı tutması dolayısıyla İslam İşbirliği Teşkilatı önemli bir görevi yerine getirdi. Ancak zamanla bu Teşkilatın işlev ve misyonu, İslam ülkelerinin farklı hesapları yüzünden, kendi iktidar alanları ve öncelikleri arasında İslam’ı öncelikli dert etmeyen hesapları yüzünden kadük kaldı. İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü bu vahşi soykırımcı saldırganlık bizatihi İslam İşbirliği Teşkilatının anlamsızlığı ve lüzumsuzluğunu gösteriyor. Oysa bu teşkilata üye ülkeler, teşkilatın kuruluş amacı ve anlamına bin nebze sadık kalsalar İsrail’in Filistin karşısında bu hadsizliği aklından bile geçirmesi mümkün olmaz, bu hadsizlik ve tecavüzlere sahip çıkan ne bir ABD ne de bir Avrupa ülkesi olurdu.
“Kendi gücünün farkında olmayan bir teşkilat” desek olayı yine biraz masumlaştırmış oluruz, maalesef olay daha da vahim: İslam’ı ve Müslümanları zerre kadar önemsemeyen üyelerin karar ve icra makamında olduğu bir İslam İşbirliği Teşkilatı. Aslında bu gerçek yöneticilerle halklar arasındaki açık, giderilemeyen farkın bir tezahürüdür. Teşkilata üye devletlerin önemli bir kısmı kendi Müslüman halklarını değil, İslam’a düşman güçlerle ittifak ve anlaşmalarla kotardıkları kendi iktidarlarını önemsiyorlar. Bu ittifak ve anlaşmaları ise onları halklarına değil, Müslümanların düşmanlarına hizmet etmelerini gerektiriyor.
Aslında malumun ilamı sayılabilecek bu gerçek esas itibariyle bir ümmet bilincine sahip Müslümanların alternatif siyasal birlik arayışlarını daha da artırmıştır. İslam ülkelerindeki demokratik siyasal partilerin oluşturduğu Adalet ve Demokrasi Forumu’nun çabalarından bahsetmiştim daha önce.
Bunun öncesinde 2010’lu yıllarda kurulan Dünya İslam Parlamenterler Forumu ile birlikte İslam Birliğini tabandan zorlayan bir hareket olarak çok anlamlı bir hareket ve işin daha anlamlı tarafı bu hareketin de Kudüs-Filistin vesilesiyle canlanmasıdır.
Bundan önceki son toplantısını 2018’de yapmış olan Dünya İslam Parlamenterler Forumu üç gündür “Yeni bir Dünyada Parlamenter Görev ve Filistin Meselesi” teması altında genel kurul toplantısını yaptı. Daha önceki toplantılarda olduğu gibi bir İslami siyaset teorisinin, her bir ülkedeki İslami siyaset pratikleri ufkunda nasıl geliştirilebileceğine dair olabildiğince entelektüel tartışmalara yer verildi.
Forumun önceki toplantıları, Arap ve İslam milletinin halkları ve ülkeleri tarafından, özellikle devrimler ve karşı devrimler ve ardından gelen özgürlüklerin kısıtlanması ve insan haklarının gerilemesi ve bazılarının ülkeye girişi sonrasında yaşanan çok zor koşullarda gerçekleştirilmişti. Bazı ülkelerde parlamenterlerin hukuksuz ve saldırgan bir şekilde cezaevlerine atılması, genel olarak Müslüman parlamenterlerin çalışma alanının gerilemesine neden oluyor. Bu şartlar altında gerçekleşen forum toplantılarının öncelikleri arasında yer alan ve tartışmanın odağını oluşturan konular: Yeni uluslararası düzen, başkalarıyla diyalog, (Bilhassa) Filistin davasındaki gelişmeler, İslami siyaset projesinin gerçekliği ve millete sunduğu çözümler, parlamento çalışmaları, gerçekliği ve beklentiler, yolsuzlukla mücadele, siyasi çatışmayı yönetmek, parlamento çalışmaları, parlamento denetimi ve halkla ilişkilerin geliştirilmesi. Böylece bütün İslam ülkelerindeki parlamenterler arasında belli konular etrafında tecrübe paylaşımları yoluyla ortak bir hassasiyet ve anlayışın geliştirilmesi mümkün hale gelebiliyor.
Bu toplantıda da, Sami el-Arian, Wadah Khanfar, Venis el-Mebruk, Nureddin el-Hadimi, Vasfi Aşur Ebu Zeyd, Nasır el-Mani, İsam Abdulşafi ve daha birçok âlim ve entelektüelin yaptığı konuşmalar vesilesiyle İslami siyasette temel gayeler ışığında (Makasıd fıkhı) sabitler ve güncelleme ihtimalleri etrafında geniş ufuk turları yapıldı.
Başlıktan da anlaşılacağı gibi, Aksa Tufanının sadece Filistin için değil, bütün İslam dünyası için, hatta bütün dünya için yeni bir ufuk açmış olduğunun farkındalığıyla gerçekleşti bütün turlar. Toplantıya bir telekonferansla katılan Hamas Siyasi Liderlerinden Halit Meşal bir saate yakın konuşmasında özellikle Aksa Tufanı’nın askeri, siyasi, uluslararası, ekonomik, medyatik ve bilinç düzeyinde gerçekleşen sonuçlarını anlattı. Kassam Tugaylarının İşgal devletinin tarihinin en büyük hezimetini yaşattığını ve buna karşı başlatıp 50 gündür aralıksız sürdürdüğü saldırılarında hiçbir hedefine ulaşamadığını örneklerle anlatan Meşal, Aksa Tufanı’nın rasyonalist siyaset ufku içinde anlaşılamayacağını da gösterdi.
Aksa Tufanı’nın bir sebep değil, bir sonuç olduğunu, ama tabii ki bu sonucun arkasında bir İslami siyaset ufku ve iradesinin olduğunu anlattı Meşal. Dışarıdan bakan Müslümanların bile ne yazık ki Filistin meselesini artık alabildiğine lüzumsuzlaştırıp anlamsızlaştırmış oldukları bir aşamaya gelindiği halde Filistin meselesini bizatihi yaşayan Gazze veya Bat Şeria’dakilerin aldıkları inisiyatifle “kendi kaderini tayin” denilen hakkın gerçek anlamda neye tekabül ettiğini göstermiş oldu Gazzeliler. Aslında hesap basitti: şayet Cezayirliler, Afganlar ve Vietnamlılar, kendilerinden o yenilmez, büyük güce teslim olmalarını talep eden konforlu dostlarını dinleseydi ne Cezayir ne Afganistan ne Vietnam asla sömürgecilikten ve işgalden kurtulamazdı.
Aksa Tufanı sadece Filistinlilere karşı değil, bütün dünyada siyaset, medya, uluslararası dengelere karşı kurduğu demir kubbeleri yıktı geçti. Ama daha önemlisi zihinler ve iradeler üzerinde siyonizmin yerleştirmiş olduğu demir kubbeyi çökertti. İnsanlar özgürlüğün ve izzetin bir irade meselesi, insanın içinden başlayan bir irade meselesi olduğunu Gazzelilerden öğrendi.
Meşal batılı ülke liderlerinin Siyonist işgale destek için nasıl koştuklarını, ama Arap ve İslam milletinin Filistin ve direniş etrafında neden birleşmediklerini sordu. Cevabını kendisinin daha iyi bildiği bir soru aslında, ama soruldukça kendini gerçekleştirecek bir arzu gibi bu. Hele direnişin bugün estirdiği tufan bu arzuyu gerçekleştirmeye doğru yola çıkmış bulunuyor.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/yeni-bir-dunyada-parlamenter-gorev-ve-filistin-meselesi-4577416