“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir” (Ahzap Suresi, 23. ayet).
O erlerden biri, Yahya Sinvar da Allah’a verdiği sözde duran o erlerden biri olarak, verdiği söze hayatıyla, cihadıyla, şehadetiyle müthiş bir güzellik katarak Rabbine kavuştu. Yahya Sinvar hayatı boyunca verdiği mücadelenin, koyulduğu yolun ucunda ölüm olduğunu bilerek ama o yoldan asla zerre kadar tereddüt etmeden yaşadı.
Ölümüne dair İsrail ordusu tarafından yayınlanmış olan fotoğrafları ilk görenler gibi “inşallah değildir” diye temenni ettik tabii ama kısa süre içinde öldürülme şekline dair detaylar belirmeye başladıkça bunun ne bir ölüm ne bir yenilgi olduğunu hayretle gördük. Ölümüyle, bir yıldır maskaraya döndürmüş olduğu dünyanın en güçlü istihbarat, askeri güç ve teknolojilerine sahip orduya 7 Ekim’deki kadar etkili yeni bir darbe indirmiş adeta.
Korkak ve kalleş İsrail askerleri Yahya Sinvar’ı öldürmüş olduklarını fark ettiklerinde yaşadıkları sevincin etkisiyle ilk fotoğraflarını yayınladıkları anda bunun kendilerine dönen bir nükleer silah olarak çalışmaya başladığını fark edemeyecek kadar sarhoş olmuşlar.
Bir yıldır bütün güçleriyle yüklendikleri daracık bir alanda peşinde oldukları Yahya Sinvar için aslında bekledikleri son bu değildi. Onun ölüm şekli yine bir yıldır özenle işledikleri, dünyanın gözünü boyamaya çalıştıkları bütün anlatılarını yerle bir etmiş oldu. Ona hazırladıkları son ya bir tünelde saklanırken veya İsrailli esirlerin arasında onları kendisine canlı kalkan yaparken veya yine kendi halkı arasında, kalabalıklarda bu sefer kendi halkını kendine korkakça canlı kalkan yaptığı halde yakalanıp aşağılanarak vurulması olacaktı.
Veya en azından onun ölümü MOSSAD’ın veya askeri istihbaratın zekice tespitlerinin ardından başarılı bir operasyonla gerçekleşmiş olacaktı. Aslında böyle olmasa da nerede yakalanıp vurulmuş olursa olsun buna uygun bir mizansen hazırlayıp bu anlatıya uygun bir senaryo yakıştırmak zor olmazdı. Ancak Yahya Sinvar’ı öldürmüş olmanın sevinci aklı baştan nasıl almışsa bunu duyurma şehvetiyle yayınlanan ilk fotoğraftan itibaren böyle muhtemel bir propagandanın önü de kendiliğinden kesilmiş oldu. Bu dakikadan sonra Yahya Sinvar’ın yakalanma ve öldürülme görüntüleri ve haberleri İsrail’e karşı işleyen yeni bir Aksa Tufanı dalgasına dönüşüyor.
İsrail ordusu Yahya Sinvar’ı, aldığı ve değerlendirdiği ince istihbaratlarla tespit edip ona karşı bir operasyon yapmış değil. Deir al-Balah ya da Han Yunus’ta değil, Refah’ta Tel al-Sultan’da bulmuş oldular onu. Üstelik savaş sahasında bir eve girdikleri tespit edilen üç silahlı Filistinliye karşı yapılan rastgele tank atışıyla tesadüfen onu vurdular. Tank mermi atışına karşı Yahya Sinvar elindeki iki el bombasını fırlatmış ve İsrail askerleriyle çatışmış ve bu esnada elinden vurulmuş. Ardından askerler yine tank mermileri ve insansız hava araçları la onu hedef alırken kendisi kesik sağ eline karşılık sol eliyle yakaladığı bir çubuğu bir drona fırlatarak çatışmaya devam etmiş. Cihad meydanında her iki kolunu kaybettiği halde savaşmaktan vazgeçmeyen Hz. Cafer Tayyar’ı hatırlamaz mısınız?
İşgal kaynaklarına göre olay, 16 Ekim Çarşamba sabahı saat ondan aynı gün öğleden sonra dörde kadar sürmüş. Ancak ertesi gün askerler bölgeyi taramak için geri döndüklerinde naaşının Yahya Sinvar’a ait olabileceğini fark ediyorlar.
Yahya Sinvar kendi şehadeti üzerinden İsrail’e bir başarı veya zafer payesi bırakmıyor böylece, zira onun şehadeti asla İsrail’in kibirli ve şımarıkça övündüğü ne askeri kabiliyetlerine ne istihbarat gücüne dayanıyor. Bilakis kaçıp saklanabilecekken savaş sahasında, cephede, her an şehid düşebilen Kassam askerleriyle birlikte, onların da önünde vuruşarak şehid düşen bir şerefli savaşçının kahramanlığı önplana çıkıyor bu hikâyede.
Buna rağmen katil Netanyahu, Sinvar’ın öldürülmesini kutlayan konuşmasında, askerlerinin yayınladığı görüntü kendisini yalanlarken utanmadan “halkını suçlayan ve kaçan adam” propagandasını tekrarladı. Tabii buna bu saatten sonra kimi inandırabilecek? Herkes onun Hamas roketleri Tel Aviv’i yoklarken bir korkak gibi sığınaklara nasıl kaçtığını ve kendi askerleri savaş alanında Kassam mücahitleri tarafından tek tek avlanırken oğlunun Miami’de eğlenerek vakit geçiriyor olduğunu görüyor.
Sinvar’ın şehadetine dair fotoğrafları ve dron görüntülerini aslında onu küçümsemek, aşağılamak için yayınlamış oldu ama bu görüntülerin her ayrıntısında kanının son damlasına, son nefesine kadar düşmanına karşı kahramanca savaşan bir yiğidin hikayesi bütün mükemmelliğiyle öne çarpıyor.
Sinvar’ın şehid olması, 7 Ekim’den sonra başlayan ve bir yılı aşkın süredir devam eden eşsiz istihbarat takibini dalga geçer gibi atlatarak onu rezil rüsva ettiği gerçeğini değiştirmediği için İsrail lehine bir başarı hikayesi olarak asla okunamaz. Sinvar işgalcilere hayatta olduğundan çok daha fazla bela olmaya devam edecek. Tıpkı tekerlekli sandalyedeki liderleri Şeyh Ahmed Yasin’in şehadetinden sonra çok daha etkili hale geldiği gibi. Sinvar veya diğer liderlerin şehadeti, Hamas’ı ortadan kaldırmadı ve ortadan kaldırmayacak. Aksine onların bu şehadetteki kahramanlık ve asalet, hareketin Filistinli ve Arap kitleler arasındaki manevi ve sembolik varlığını daha da fazla derinleştirecektir.
Sinvar’ın şehadeti üzerine onun ölüm ve şehadet üzerine söyledikleri en çok paylaşılan metinler ve video kayıtları şehadetiyle birlikte inanılması zor mükemmellikte tutarlı ve bütünlüklü bir hikâye sunuyor. Ölümün ve hayatın sahibini çok iyi bilmiş, ölümü adeta ölürmüş, ölümle içiçe yaşayan ve kendi ölümüyle düşmanlarını tehdit edebilen bir insan. Şiirlerde kolayca telaffuz edebildiğimiz ve bazen edebiyattan ibaret sandığımız “ölümü öldürmenin” müşahhas bir tezahürü. Kendi ölümünü öldürdü, ebedi diriler arasına katıldı.
Şehadet haberini “Özgür Gazze” temasıyla gerçekleşmekte olan 7. Siirt Uluslararası Kısa Film Festivalinde aldığımız Sinvar’ın mücadelesi, hikayesi en destansı kahramanlık filmlerini gölgede bırakacak mükemmellikte bir hikâye. Sadece onun değil, Gazze’de bir yıldır şahit olduğumuz her şey sanat adına, felsefe adına, bildiğimiz, düşündüğümüz her şeyi yeni baştan gözden geçirmemeye davet eden bir şey. Bütün destansı kahramanlık sinemasının yapabileceğinin en fazlası Gazze’de yaşananların bir taklidi olabilir. Ne kadar yapabilirlerse, ne kadar yaklaşabilirlerse.
Sinvar Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erlerin en erlerinden en güzellerinden biri olarak yaşadı ve tam istediği gibi öldü. Ölürken bile düşmanına kabus, ölümü dolayısıyla hüzünlenen yüreklere teselli olacak kadar da cömert.
Şehadeti mübarek olsun.
Yahya Sinvar, ölümüne hüzünlenenlere teselli olacak kadar yiğit… | Yasin Aktay (yenisafak.com)