Ahir zamandır, kötü zamanlardır, insanın insana kurt olduğu, kıskandığı, zulmettiği, sömürdüğü, yediği bir dünyada yaşıyoruz.
Ne zaman böyle olmadı ki? İnsanlık olarak trajedimiz bu değil mi? Dünyanın daha iyi ve daha kötü arasında salınıp gittiği bir sarkaç işliyor tarihte. Bu sarkaç insanlık tarihinin genelinde işlediği gibi bir toplumun kendi tarihi içinde de bir şahsın kendi bireysel hayatında da işleyebiliyor. Sarkacın kötü zamanlarına denk geldiğimizde ruhsuzluğunu, kalpsizliğini iliklerimize kadar hissedebiliyoruz dünyanın. Acımasız, kalpsiz ve ruhsuz bir dünyada bize kalp, bize ruh olacak bir ses, bir ışık, bir rahmet ararız.
İnsan mükemmel yaratılışta bir varlık. Mükemmel bir kâinat içinde, her şeyin yine kendisine göre tasarlanmış olduğu mükemmel bir çevre ve mükemmel bir donanımla, yazılımla yaratılmış. İnsan kendi yaratılışının ve bu yaratılışa adeta hizmet etmek üzere yaratılmış kainatla arasındaki uyumun her detayına dikkatle baktığında hayret etmekten kendini alamaz. İnsanın vücudunda kendisinden habersiz, kendisinin bilerek veya bilmeyerek gafil olduğu mükemmellikte bir akıl çalışıyor. Vücudu kendi iradesinin dışında kendisine hizmet ediyor. Eline, koluna, bacağına, karnına, boyuna posuna bakarak “ben” diyor insan ama bunların hiçbirinin oluşumuna hiçbir katkısı yok. Hepsi kendisine “verilmiş”, “bahşedilmiş”.
Uykusu geldiğinde bunu önleyecek gücü yok, uykusu kaçtığında uyuyacak gücü yok. Nefesini tutma gücü yok ve aldığı her nefesle vücudu içinde kendi kontrolünün dışında işleyen olağanüstü bir mekanizma var, kalbiyle, dalağıyla, ciğerleriyle, böbrekleriyle, midesiyle, bağırsaklarıyla, beyniyle, damarlarındaki kanıyla, her bir hücresiyle. Bunların hiçbirini istese de çalışmaktan alıkoyacak bir iradesi yok. Bir organı yolunda ve düzgün çalışmadığında hayatı allak bullak oluyor. O zaman o organını hatırlıyor, yoksa unutuyor. Bazen kendini aksayarak hatırlatan organını iyileştirmekte aciz kalıyor, elinde hiçbir şey olmadığını görüyor, bunların kendisine ait olmadığını fark ediyor.
Ama bütün bu “elde olmayan” karmaşık varlığa “ben” diyerek acımasız dünyanın, kalpsiz dünyanın hadsiz oluşumuna benliğiyle katılmaya koşuyor. Dünyayı daha da acımasız hale getiriyor, rızkın kendinden olduğu zehabına kapılıyor, başkalarından farklı ve üstün olduğu iddiasıyla öne çıkıyor. Aslında yolunu bulabilmek için, varlığın sırrına erebilmek için bilmesi gereken her şey onun gözünün önüne konulmuştur. Bunları bulmak için çok fazla ileri gitmesi gerekmiyordur. Kendini, etrafını, kâinatı biraz bu gözle okuması yetecektir. Ama okumaktan geri durur insan. Dümdüz sahada yolunu kaybeder bu yüzden. Birilerinin yolunu kaybetmesinin ceremesini bütün insanlık çeker, çünkü yolunu kaybeden yolunu kaybetmiş olduğu gerçeğini de kaybeder genellikle. Gafil olur bu gerçeğe, bilerek veya bilmeyerek.
Peygamber düz ovada yolunu şaşırmış olanlara, bu şaşkınlığı başkalarına bulaştırarak kendilerine kul etmeye çalışan acımasız azgın zalimlere karşı, onların fitne ve fesada boğarak yaşanmaz hale getirdikleri dünyayı aydınlatmak, onlara kurtuluş yolunu göstermek üzere Allah’ın rahmet ve merhametinin bir tecellisi.
Mübarek veladetinin (S) bir sene-i devriyesini daha idrak ettik. Yüce Allah tarih boyunca her kavme yol göstermek için peygamberler göndermiştir. Hepsi de vazifelerini bihakkın yapmışlardır. Ancak Peygamber efendimizin şahsına bütün insanların takip edeceği mükemmel bir örneklik de yüklemiştir. Onu bir Kitap ile göndermiştir. Ama getirdiği kitabı bize bırakıp gitmemiş, onu hayatında bilfiil yaşamış, o kitabın mükemmel ve pratik bir tefsirini de yapmıştır. O yürüyen bir Kur’an’dı, ahlakı Kur’an’ın somut bir tezahürüydü çünkü.
Sadece Kur’an’ı ayet ayet yorumlayışıyla değil, kişilik özellikleri itibariyle de, dostlarına, akrabalarına, düşmanlarına, hanımlarına, çocuklara davranışlarında olsun, adab-ı muaşeretinde olsun her konuda pişman olunmadan taklit edilebilecek dünyadaki tek kişidir o. Herkesin mutlaka etrafında, hayatına girmiş, üzerinde etkide bulunmuş çok önemli şahsiyetler vardır. Düşüncede, işte, meslekte, davranışta özendiği insanlar. Hepsinin bir şekilde bir yerde patlak verdiği bir yer oluyordur. Yazarlar vardır, filozoflar, şairler, edebiyatçılar, sanatçılar, bilim adamları, hocalar, hocaefendiler; uzaktan karizma, yazılarında, sanatlarında, düşüncelerinde olabildiğine iddialı ve tutarlı sandığınız; yanına yaklaşırsınız kaprisinden, triplerinden komplekslerinden, atlatılamamış travmalarından ve bunların üzerlerindeki etkilerinden geçemezsiniz.
Hz. Muhammed (S) bu konuda da tam bir istisna oluşturur. En basit meselelerde bile taklit edilebilecek özelliklere sahip ve sadece bu yanıyla da mükemmel bir şahsiyetin mümkün olduğuna dair bir umut oluşturur, bir erişilebilirlik sağlar. O yüzden tarih boyunca onu gerçekten taklit edebilmiş, onun yolundan gidebilmiş insanlara da yansımış bir güzellik görürsünüz. Yolu, davranışları, sözleri, kişiliği, tarzı, edası bir model oluşturduğu ölçüde mükemmele yakın insanların tarih sahnesine çıkması mümkün olmuştur, elbette hiçbiri tamamen onun gibi olamayarak, ama ona yaklaştığı ölçüde.
Peygamberin doğum gününün tebrik edilmesi, Mevlid-i Şerif’in ihya edilmesinin bizzat kendi tavsiyesi olmaması bile bizatihi kendi tevazusunun, herkese tavsiye ettiği tevazusunun bir pratiğidir. O yüzden belki viladetinin hatırlanması, idrak edilmesini onun sünnetinden sapma (bidat) olarak görenler lafzen yanlış bir şey söylememiş oluyorlar ama bugünü onun mübarek şahsiyeti, sünneti, kişiliği üzerinde durup düşünmek için bir vesile etmenin zararı yok bilakis namütenahi faydası vardır.
Bu konuda zamanında fikir sorulan Yusuf El-Karadavi “Peygamberimiz (s.a.v.)’in doğumunun yıl dönümünü, onun mübarek siyerini, muazzam örnek şahsiyetini ve Allah’ın Alemlere rahmet olarak ilettiği ölümsüz mesajı hatırlamak ve hatırlatmak için kutluyorsak, bunda ne sapıklık ne dalalet olabilir?!” diyerek mevlidi kutlamayı bidat sayanlara tepki göstermişti.
Aslında tarih boyunca bir tören olarak uygulanmış olan Mevlidin bile böylesine asgari bir işlevi olmuştur. Ancak bugünlerde Mevlid’in Peygamber’in şahsiyetinin Müslümanlar için daha güçlü bir rol modeline dönüşebilmesi için başka türlü ihyasına ve idrakine ihtiyaç vardır. Kalpsiz dünyanın alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan böyle bir kalbe ihtiyacı her zamankinden çok. Zalim dünyanın onun yükselteceği itiraza, isyana da adaleti tesisine, intikam yoluna girmeden, adalet sınırlarında kalacak yeniden bir taksimine de ihtiyacı var. Ama her şeyden önce ideolojilerle gözleri boyanmış, aşağılandıkları için efendilerine daha da fazla bağlanmış gafilleri uyandırmasına..
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/mevlid-i-serifin-idrakine-hasret-dunyamiz-4645158