BAKÜ
İslamofobi ile mücadele adına düzenlenen “Çeşitliliği Kucaklamak: 2024’te İslamofobiyle Mücadele” başlıklı uluslararası konferans dolayısıyla Bakü’deyiz. 2022 yılında BM tarafından 15 Mart gününün Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü ilan edilmesinden sonra Bakü’de İslamofobi üzerine düzenlenen ikinci konferans bu. Geçtiğimiz yıl ilk defa düzenlenen konferans “Irkçılık ve Ayrımcılığın Özel Bir Biçimi Olarak İslamofobi: Yeni Küresel ve Ulusötesi Sorunlar” başlığını taşıyordu.
Tabii geçtiğimiz yıldan bu yana İslamofobi suçları veya hastalık belirtilerinin sergilenmesi alanında bir iyileşme olduğunu söylemek mümkün değil. Aksine belki sergilenen suçlar veya hastalıklarla ilgili çok daha fazla örnekler ortaya konuldu. Avrupa’nın ortasında göstere göstere, önceden resmi makamlardan izin alınarak bir ritüel gibi Kur’an-ı Kerim yakılması, Hindistan’da Müslümanlara yönelik giderek artan ve resmi bir söyleme ve politikaya bağlanan saldırılar ve ayırımcılıklar koca Hindistan ülkesini Müslümanların Müslüman olarak ayırımcılığa tabi tutulduğu bir apartheid ülkesi haline getirmeye doğru hızla ilerliyor. Aynı rejim uzun yıllardır en ağır biçimde Doğu Türkistan’da insanlara sadece Müslüman oldukları için uygulanıyor.
Konu artık sadece bazı insanların İslam’la ilgili algıları ve duygularının tezahürleri olmaktan çoktan çıkmış durumda. Konu birçok yerde üzerinde iyi düşünülmüş, tasarlanmış bir politika meselesi haline gelmiş durumda.
Bakü’de İslamofobi toplantısı İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım suçlarını en vahşi şekilde ve “uluslararası” toplumun şahitliği altında uyguladığı esnada cereyan ediyor. Doğrusu işin bu kısmı oldukça ironik bir boyut katıyor yapılan işe, sarf edilen bütün sözlere, konuşmalara. Zira bu seneki tema “Çeşitliliği Kucaklamak” üzerine ve bu konuda dünya hızla geriye doğru gidiyor. Bir açıdan tam da bundan dolayı bir tehlike çanı gibi bu başlık. Mesela Gazze’de insanların maruz kaldığı emsalsiz vahşet de dünyanın tepkisizliği onların sadece Müslüman olmalarından kaynaklanıyor.
Çok yakın zamanda Avrupa’nın ve ABD’nin Ukrayna ile ilgili sergilediği tutumları art arda gözlerimizin önüne koyarak sergilenen çifte standardı gözümüzün içine sokuyor. Gazzelilerin adım adım soykırım kurbanı olmalarına karşı sergilenen tepkisizliğin onların Müslüman olmalarından başka bir sebebe bağlanması mümkün değil. İslamofobi böylece bütün bir Avrupa’nın fiili tutumu
olarak sergilenmiş oluyor.
İsrail saldırganlığını 7 Ekim Hamas operasyonu dolayısıyla haklı göstermeye çalışan Batılı söylem bu haliyle şimdiye kadar (yüz yıldır) sergilenmiş İşgalci saldırganlığı da doğal bir hak olarak görüyor, dolayısıyla bu işgale karşı direnişi de bir haksızlık, anlamsız ve terörist bir suç olarak görüyor. Kurban olmayı reddetme hakkını tanımayan garip bir üsttencilik, bir ırkçılık biçimi. Avrupa medeniyetinin, hatta Aydınlanmasının altını kazıdığınızda, sömürgeciliği, işgalleri doğal bir hakka bağlayan bu ırkçılıktan başkasını göremiyorsunuz.
İslamofobi de aslında temelde bu ırkçılıkla ilgili bir konudur. Filistin diye bir yer yoktur. Filistin’de yaşayanlar zaten insan sayılmazlar, en iyi ihtimalle hayvansı varlıklardır ve onların duygularının, acılarının, ıstıraplarının kayda değer bir anlamı yoktur. Yüzyıldır bu topraklarda yapılan insansız bir toprağı gerçek insan olan Yahudilere vatan kılmaktır. Bu mantık ise zannettiğimiz gibi İsrail’i kuran Yahudilikle sınırlı bir şey değil. Bütün bir sömürgecilik tarihi insan sayılmayan varlıkların yaşadığı, dolayısıyla insansız toprakları gerçek insan olan Avrupalılara ait kılmaktı.
Konferansa Hollanda’dan katılan ve son zamanlarda yayınlanan Decolonozing the Mind (Zihindeki Sömürgecilikten Kurtulmak) isimli kitabın yazarı Sandew Hira Avrupa’da başta Judeo-Hıristiyan teolojik söylemlerde yer bulmuş olan ırkçılığın Aydınlanma ile birlikte nasıl felsefi ve bilimsel bir hal aldığını zengin örnekleriyle anlattı. Bugün Avrupalıların Siyonizmin Gazzelililere karşı uyguladığı soykırıma sesini çıkarmamasının bir sebebi de Filistinlilere yönelik bu eylemde yadırgayacak bir şey bulamamasından.
Filistinli bir Ukraynalı değil ki.
Bakü Uluslararası Çokkültürlülük Merkezi, Uluslararası İlişkiler Analiz Merkezi ve Bakü Girişim Grubu tarafından G20 Dinlerarası Diyalog Forumu ortaklığıyla ortaklaşa düzenlenen 2. İslamofobi Konferansında geçen seneki gibi dünyanın her tarafından çok geniş bir katılım oldu. Bu yılki tema çerçevesinde İslamofobi’yi yönlendiren küresel, tarihi, teolojik ve politik boyutları araştırmak üzere profesyonelleri, akademisyenleri ve hükümet yetkililerini bir araya getirmek, böylece Müslümanlara ve İslam’a karşı önyargının entelektüel kökenlerini ele almak hedeflemiş. Amaç, tüm inançlardan insanların uyum içinde bir arada yaşadığı, çeşitliliğin kutlandığı, adalet ve eşitlik ilkelerinin hâkim olduğu bir ortam yaratmak olarak konulmuş. Bunun için sürekliliği olan bir faaliyet olarak her yıl aynı tarihlerde bu konferansın düzenlenmesi hedefleniyor.
Kuşkusuz geçtiğimiz yıl düzenlenen konferansla ilgili ilk değerlendirmemizde bu tarz bir konferansın Azerbaycan’da ilk kez düzenleniyor olması konferansı başlı başına önemli kılıyor. Neticede Dağlık Karabağ’ın 30 yıl boyunca Batılı ülkelerin de gözetiminde işgal altında tutulmuş olmasının Azerbaycan’ın Müslüman olmasıyla ilgisiz olduğunu kimse söyleyemez. Bu Ermeni işgali ve Batılı destek veya suskunluk ister istemez Azerbaycanlılarda İslami kimliği hatırlatan, karşı duyguları (fobileri) Müslüman yanlarına alınan bir etki yapar.
Azerbaycan’da bulunduğumuz şu tarih birçok önemli olayın üst üste kendini hatırlattığı bir zamana denk geliyor: Gazze, Uluslararası İslamofobi Günü, İslam Birliğinin önemini hatırlatan gelişmeler ve bilhassa tam da Bakü’yü düşman işgalinden kurtaran Kafkasya İslam Ordusu’nun komutanı Nuri Paşa’nın silah fabrikasının patlatılması sonucu şehadetinin 75. yıldönümü. Star Gazetesinden Selahaddin Eş’in konuyla ilgili hatırlatıcı yazısını Bakü’de bu zamanda okumanın anlamı bir başka oluyor.
Ve tabii ki Mübarek Ramazan ayını Bakü’de karşılamak. Dünyanın her tarafından gelmiş insanlarla Ramazan arifesinde Ermeni işgalinden kurtarılmış İslam toprağı Şuşa’yı geziyoruz. Darısı Gazze’ye tüm işgal altındaki diyarlara diyoruz ve Kur’an’ın indirilmiş olduğu mübarek Ramazan ayının bütün Müslümanlara hayırlar getirmesini, Kur’an’la daha hemhal bir zihin ve ahlakla donanmalarına vesile olmasını diliyorum.