Gazze’de başlayan Tufan’ın suları her geçen gün yükselmeye başlıyor. Sular yükseldikçe bu Tufana kayıtsız kalan, bu tufana göre mevzilenmeyen herkesin suların altında kalması mukadder görünüyor. Hamas askeri sorumlusu Yahya Sinvar’ın 2017 yılında BBC temsilcisine verdiği demeçte Gazze’de başlayacak bir hareketliliğin bütün dünyayı etkisi altına alacağını ve hatta bütün dünyada değişimi tetikleyeceğini söylemiş olduğunu nakletmiştik. Açıkçası bu Hamas’ı yöneten aklın nasıl verimli bir zemine ekilmiş olduğuna dair çok iyi bir fikir veriyor.
Gazze ve genel olarak Filistin 75 yıldır eşi benzeri görülmemiş bir işgal düzeninin her türlü zulmüne maruz kalıyor. Ama aynı zamanda herhangi bir işgal rejimine karşı sergilenmiş diğer direniş hareketleriyle karşılaştırılamayacak bir bilgelik ve kalite de ortaya koyuyor. Tarihteki başka işgal hareketlerine karşı direniş hareketlerindeki alışıldık son, varıp bir intikam ve rövanş hareketine dönüşmektir. Çoğu da defettikleri işgalcilerin ardından, işgalcilerinin bütün kültürlerini, değerlerini, yaşam tarzlarını benimseyerek aslında zihnen de mağlup oluyorlardı. Bunu ister Hindistan’da ister Kuzey Afrika ve Güney Amerika yönetimlerinde ve diğer her yerde görmek mümkün. Böylece işgalci hareketlere karşı en sıradan sonuçlardan biri direnişçilerin zamanla düşmanlarına benzemeleri oluyor. Aliya İzzetbegoviç Sırp soykırımcı savaşına karşı verdiği mücadelede, dikkat edilmezse, kendileri için de bu tehlikenin sözkonusu olabileceğini öngörmüş ve tarihe geçecek şu uyarıda bulunmuştu: savaş meydanda yenildiğinizde değil, düşmana benzediğinizde kaybedilir.
Düşman çocuk öldürüyorsa, tecavüz ediyorsa, esirlere işkence yapıyorsa aynı şeyleri fırsat düştüğünde ona yapmak, rövanş almaya kalkmak en ağır yenilgidir. Hele savaştığınız düşmanın değerlerine, yaşam tarzına özenip onları benimsediğinizde en büyük zillete de duçar olursunuz.
Filistinlilerin verdiği mücadelenin en güzel tarafı Siyonist güçlere hiçbir zaman benzemeye özenmemesi, gördüğü bütün zulme rağmen vakarını, geniş ufuklu ve derin hayat felsefesini hiç kaybetmemesi, bilakis onu daha büyük bir asaletle dünyaya bir teklif olarak sunması. Gazze soykırımcı İsrail’e karşı dünyadan sadece kendisine uzanacak bir yardım eli istemiyor. İnsanları bütün dünyayı esir almış olan bu soykırımcı, yalancı, sömürgeci, haydut düzeni görmeye ve ona karşı çıkmaya davet ediyor. Yani Gazze insanları uyanmaya, kendi hallerini görmeye ve iliklerine kadar nüfuz etmiş sömürgeci düzene karşı tedbirlerini almaya davet ediyor. Gazzeliler, haberini verdikleri tufan ile içinde bulunulan ve her geçen gün daha da yükselmekte olan bir felaketi haber veriyor ve insanları kurtuluş gemisine binmeye davet ediyor.
Amerikan üniversitelerine ve oradan bütün dünya üniversitelerine yayılan gösteriler davetin giderek yerini bulduğunu gösteriyor. Amerikan üniversitelerinde başlayan gösterilere karşı hükümetin sergilediği tutumlar, bizzat Netanyahu’nun üniversitelere direktif verir gibi konuşmaları, yapılan polis müdahaleleri giderek konunun Gazze meselesinden Amerikan toplumunun içinde bulunduğu durumlara yönelik güçlü bir ışık tutmaya başlıyor. Burada konunun hızla Gazze’deki çocukların insancıl savunmasından, Amerika’daki özgürlüklerin durumu, üniversitelerin özerkliği ve ifade ve araştırma özgürlüğü ile demokrasinin geleceği ve ABD’nin sömürgeci eğilimlerinin, İsrail’e rehin olmuş iç ve dış politikalarının tehlikelerinin tartışılmasına geçmesi mukadder. Bu tartışmalar ABD’de ve dünya siyasetinde, hatta Ortadoğu’da işlerin bundan sonra eskisi gibi gitmeyeceğini gösteriyor.
ABD’de Filistin’i destekleyen öğrenci olaylarına yönelik, başka protestolara karşı hiçbir zaman sergilenmemiş hükümet baskıları aslında olayların nasıl bir yumuşak karnı kaşıdığını gösteriyor. Hükümet bu konudaki baskılarını arttırdıkça, apaçık bir soykırıma karşı vicdan çağrısı yapan gösteriler polis şiddetiyle bastırıldıkça değişim yönündeki rüzgârın çok daha sert esmeye başlaması mukadder. Büyük güçler, güçlerinin doruklarındayken imajlarına artık aldırış etmemeye başlar ve her zaman söylediklerine aykırı davranmaya başlayarak aslında kendi tabutlarına çivileri çakmaya başlamış oluyorlar.
Bu arada söylemeden geçmeyelim, Gazze’nin harekete geçirdiği üniversite olaylarıyla 68 olayları arasında “tarihin tekerrürü” cümlesinden bir paralellik göze çarpıyor. Malum 68 öğrenci olayları bütün dünyada içinde Sosyalist Demirperde yönetimlerinin de olduğu, ama kapitalizme de otoriter ve totaliter rejimlere de karşı bir başkaldırı hareketi olarak başlayıp gelişirken Türkiye’de bambaşka bir telden ve havadan seyretmiştir.
Gerçi hakkını yemeyelim, giderek Türkiye’nin de bütün üniversitelerinde Gazze gösterileri veya dünyadaki üniversite olaylarına selam yollayan gösteriler oluyor. Ama bir rektör değişikliğinden dolayı kıyametler koparan, bireysel, bilimsel ve cinsel özgürlük adına kazanlar kaldıran üniversite çevrelerinde dünya üniversitelerindeki bu hareketlilikten hiç eser olmaması ayrı bir ihtimam hak etmiyor mu?
Oysa Gazze bütün dünya sistemini, bireysel özgürlük anlatılarını, uluslararası ilişkilerle ilgili bütün teorileri, felsefeyi, sosyolojiyi, tarihi, dinler tarihini, ilahiyatı yeni baştan ele almak için yepyeni bir bakış açısından bakmaya zorluyor. Yani kendini Gazze’nin ışık tuttuğu gerçekliği göremeyen bir üniversitenin bile bir geleceği yok dünyamızda. Kendini bilen üniversiteler o yüzden olup bitenlere karşı bitaraf bir müşahit olarak kalamıyor. Olup bitenlere bitaraf bir müşahit olarak kalanlarsa bir üniversitenin gerektirdiği keyfiyetten hızla
uzaklaşmış olacaklardır.
Gazze ışığında üniversitenin misyonu | Yasin Aktay (yenisafak.com)