YASİN AKTAY - FİLİSTİN: İSLAM MEDENİYETİNİN YENİDEN CANLANMASININ ÖNCÜSÜ - 09 Ekim 2024 Çarşamba

YASİN AKTAY - FİLİSTİN: İSLAM MEDENİYETİNİN YENİDEN CANLANMASININ ÖNCÜSÜ - 09 Ekim 2024 Çarşamba

YASİN AKTAY - FİLİSTİN: İSLAM MEDENİYETİNİN YENİDEN CANLANMASININ ÖNCÜSÜ - 09 Ekim 2024 Çarşamba


Gazze’nin ardından Lübnan’ın Siyonist İsrail karşısında maruz kaldığı soykırıma varan insanlık dışı saldırılara karşı “çağdaş” “medeni”, “modern” dünyanın harekete geçmesini beklemenin beyhude olduğunu herkes biliyor. Soykırımcı işgalci Siyonist İsrail’in kendisi zaten bu medeniyetin, bu çağdaşlığın ve bu modernliğin asli harcı.

Siyonizm projesi esasen 1918 yılında sonuçlanan 1. Dünya Savaşının sonucunda kurulan dünya düzeninin bütün taraflarının üzerinde uzlaştıkları bir proje. Teopolitik boyutu var elbet ama teopolitikten ibaret değil. Ona eşlik eden güçlü bir sömürü ve ekonomi-politik boyutu da var. Ortadoğu’nun ekonomik kaynaklarının paylaşımında ve yönetiminde Siyonizm sistem için bir kilit taşı işlevini yerine getiriyor. 1. Dünya Savaşından sonra Ortadoğu’da kurulan bütün devletler ve düzen bu kilit taşının etrafında ve onun için şekillenmiştir. Bunun tek aktörünün Yahudiler olduğunu düşünmek bizi en fazla yanıltan konulardan biri. İşin teopolitik kısmında da ekonomik-politik kısmında da bir Haçlı-Siyonist ittifakı sözkonusudur. Bu iki aktörden hangisinin üstbelirleyici olduğuna dair bulmacanın içinden varsın post-marksistler çıksın. Bizden o kadar tüyo yeter.
Bizi ilgilendiren daha büyük mesele bu egemen düzenin karşısında İslam Dünyasına ne olduğu. Müslümanların tamamen nesne ve kurban haline geldiği bu düzende maruz kaldıkları her katliamın, zulmün, soykırımın karşısında iki milyarlık nüfuslarına rağmen “nerede İslam Dünyası” sorusunu sormak bir rutin. Oysa İslam dünyasının 1918’deki yenilgiden sonra bir de 1924’de hilafetin kaldırılmasıyla birlikte siyasi birliğinin son bulmasından sonra hükmi varlığının kalmamış olduğu malum.
Hükmi varlığı kalmamış ama 2 milyara yaklaşan nüfuslarının bölük pörçük de olsa bir irade gösterisi, bir varlık iddiası ortaya koymaması mümkün olamazdı. İslam’ın, Kur’an’ıyla yaşanmış tarihsel tecrübesi ve Peygamber’in sünnetiyle varolma iddiası tarihsel ölüm kararlarıyla tamamen yok edilmiş olamaz. Bütün Müslümanları birleştiren bir siyasal birlik devletler düzeyinde olmasa bile ümmet düzeyinde, halklar düzeyinde bir arayış, bir özlem ve bir irade olarak hep varolmuştur. Çünkü namaz vardır, çünkü oruç vardır, çünkü Kur’an vardır ve bunların zihinlerde, kalplerde, bireysel amellerde, cemaat oluşumlarında ektiği ümmet bilinci hiçbir zaman yok edilemezdi, edilememiştir. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bir kurum olarak var olsa da bugün en çok lazım olduğu ortamda bir varlık ortaya koymuyor. Çünkü o kurumu yöneten devlet(ler) aklı da Hilafeti lağvetmiş olan siyasi karara rapt olmuştur. O da İslamsız bir dünya düzeninin isteklerine uygun olarak nötralize edilmiş durumda. Oysa bir ümmet olarak Müslümanların birlik olma arzusu ve bir beden olarak herhangi bir organlarına yönelik saldırılardan dolayı duydukları acılar en ağır şekilde hissediliyor. Bu yüzden devletler olmasa da onların trajik yokluğunda Müslüman halklar arasında bir olma ihtiyacı kendisini hep hissettirmeye devam ediyor.
Maleyza eski Başbakanı Mahatir Muhammed’in öncülüğünde on yıl kadar önce toplanan Kuala Lumpur Zirvesi ilk toplantılarını sırasıyla “Sivil Devlet”, “Hürriyet ve Demokrasinin İstikrar ve Kalkınmaya etkisi”, “İyi Yönetim”, ve “Demokrasiye Geçiş” gibi İslam dünyasının mustarip olduğu meselelerin tartışıldığı başlıkları altında gerçekleştirdi. Aslında İİT alternatif olmak gibi bir iddiası hiçbir zaman olmadı, ama belki İİT’nin ele alması gereken meseleler ve işlerde ortaya çıkan açık boşluk dolayısıyla Zirve kendiliğinden böyle bir görevi üstlenmiş oldu. Zirvenin beşinci toplantısı Aralık 2019 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılımıyla “Milli Egemenliğe Erişimde Kalkınmanın Rolü” teması işleyen bir toplantı düzenledi. Toplam 450 lider, düşünür ve entelektüelin katılım sağladığı Zirve’yi Mahathir Muhammed sonradan daha büyük katılımlarla genişlemesini umduğu “küçük bir inisiyatif” olarak nitelemişti.
Zirve bu sefer İstanbul’da Gazze gündemiyle ve isim değişikliğiyle toplandı: “İslam Dünyası Düşünce ve Medeniyet Forumu”. Böylece İslam dünyasının bütün meselelerine dair tespit, teşhis ve çözüm önerilerinin bir ülkeye veya bir başkente hasredilmeden bütün ümmete mal edilmesinin gözetilmiş olduğu anlaşılıyor.
İstanbul’daki forum bu sefer Sabahattin Zaim Üniversitesi’ndeki Prof. Sami el-Arian yönetimindeki İslam Dünyası ve Küresel İlişkiler Uygulama ve Araştırma Merkezi (CIGA) ve İnsan ve Medeniyet Hareketinin katkılarıyla gerçekleştirildi. Yine kurucu başkan Mahatir Muhammed’in de Sinevizyon yoluyla katılım gerçekleştirdiği Forum özellikle Aksa Tufanının yıldönümü dolayısıyla 6-7 Ekim Gününe denk getirildi. Toplantının teması da “Filistin, İslam ümmeti için medeniyetin yeniden canlanmasının kaldıracı” şeklinde düşünülmüş.
Nitekim foruma katılan neredeyse bütün katılımcılar Aksa Tufanı’na İslami uyanış için mukadder bir model, bir dönüm noktası, İslami hareketin arkasındaki zihniyet, ruh, irade ve felsefenin takip edilebileceği güçlü bir cihad pratiği ve dünya düzenine karşı eleştirel düşünce için esinleyici bir anahtar olarak değerlendirdiler.
İslam dünyasının hemen her yerinden katılımcılar bu forumla Aksa Tufanı arasında kurulan ilişkiye büyük bir heyecanla, duygudaşlıkla katıldığı göze çarpıyordu. Neredeyse 10 sayfalık ve 50 maddelik sonuç bildirisi aslında forum boyunca konuşulanların özetiydi. Burada da bu özetten küçük bir kesit aktarmakla yetinebiliyorum.
“İslam, insanlığa rahmet olan küresel bir medeniyet kurmuştur. Bütün Müslümanların büyük çoğunluğunun, bütün mezhep, mezhep ve şerefleriyle katıldığı bir medeniyet. Bu medeniyetleri çöküp siyasi birlikleri bozulunca, toplumları da parçalanınca, bütün mezhepleriyle, ırklarıyla hepsi zarar gördü.
- Kudüs’ün fethi ve anahtarlarının Müminlerin Emiri Ömer bin El-Hattab (Allah ondan razı olsun) tarafından teslim alınması, İslam’ın küresel medeniyet boyutuna pratik geçişine işaret ediyordu ve Filistin ve Al-Hattab -Aksa Mescidi Müslümanlar için kültürel pusula ve düşman uluslararası güçler karşısında onların zayıflığının veya gücünün bir göstergesi olmaya devam etti.
- Filistin’in İngilizler tarafından işgal edilmesi, Batılı Siyonistlerin Osmanlı İslam Halifeliğini devirmeye, İslami siyasi birliğe son vermeye, Müslüman ülkeleri sömürgeleştirmeye, onların kültürel yeniden canlanmasını engellemeye ve Müslümanların geri kalmışlığı, bölünmüşlüğü ve zayıflığını devam ettirmeye yönelik komplolarının doruk noktasıdır.
- İşgal altındaki Müslüman ülkelerin her santimetrekaresini özgürleştirmeye çalışmak, yöneticilerin, alimlerin, liderlerin ve tüm Müslümanların, sorumluluklarına, statülerine ve yeteneklerine göre omuzlarına yüklenen bir görevdir.
- İki kıbleden birincisi ve iki Kutsal Mescid-i Aksa’nın üçüncüsü olan Mescid-i Aksa’nın Siyonistler tarafından işgal edilmesi, son yüzyılda Müslümanlar tarafından bilinen en büyük felaket, en büyük rezalet ve en tehlikeli tehdit olarak kabul edilmektedir. Özgürleşmediği sürece İslam’ın ve Müslümanların güvenliği yoktur.
- Siyonist varlık, Batı’nın çıkarlarını korumak ve Müslümanların medeniyet uyanışına ulaşmasını engellemek amacıyla İngiltere tarafından oluşturulan ve ABD tarafından korunan bir Batı sömürge projesidir ve bu projeden kurtulmanın, Allah yolunda savaşmak da dahil olmak üzere her türlüsünden cihattan başka yolu yoktur.
- Filistin’i ve Mescid-i Aksa’yı kurtarmak için çabalamak her Müslüman erkek ve kadın için bir farzdır ve İslam milletinin güvenliği, birliği ve kültürel rönesansı için gerçekçi bir zorunluluktur ve Arap ve İslam dünyasındaki bütün ülkelerin çıkarlarınadır..
- Siyonist varlık Filistin’e yerleştiğinde, onun devamı için bütün Arap ve İslam ülkelerinden üstün kalması istendi. Siyonist işgali sona erdirmeden herhangi bir Müslüman ülke için kalıcı bir şekilde devam etmenin ve İslam milletinin medeniyetini yeniden başlatmanın bir yolu yoktur.”

Filistin: İslam medeniyetinin yeniden canlanmasının öncüsü | Yasin Aktay (yenisafak.com)