Yasin AKTAY - Bu millete bu İstiklal Marşı ne güzel uymuş - 10 Mart 2021

Yasin AKTAY - Bu millete bu İstiklal Marşı ne güzel uymuş - 10 Mart 2021

Yasin AKTAY - Bu millete bu İstiklal Marşı ne güzel uymuş - 10 Mart 2021


İstiklal Marşımızın TBMM’de kabul edilişinin yüzüncü yıldönümünü idrak ediyoruz bugünlerde. 12 Mart 1921 tarihinin şartlarında, Ankara’da İstiklal Mücadelesini yürüten Mecliste okunduğunda hiç kimsede bu marşın sözlerine, güzelliğine, şiirliğine dair en ufak bir tereddüt oluşmamış. İlk okunuşunun akabinde ağız birliğiyle herkes tekrar okunmasını istemiştir. Halbuki daha önce açılmış olan yarışmaya çok sayıda şiir, yine istiklal marşı olma iddiasıyla okunmuş ama hiçbirinde böyle bir heyecan, böyle bir duygu, böyle bir kabul oluşmamıştır.

Marş o gün o istiklal mücadelesi için bir araya gelmiş olan insanların bütün yaşadıklarını, hissettiklerini fazlasıyla ifade ediyordu. Duygulara adeta tercüman oluyordu diyeceğim ama doğrusu bu tercümanlıktan da çok daha fazlasını yapıyordu. Şiir aynı zamanda yeni duygular da yaratıyor, yeni bir ufuk açıyor, yeni bir atmosfer oluşturuyordu.

Mehmet Akif Ersoy’un şiirinin gücü buradaydı kuşkusuz. Belki birileri onun sözlerinin şiirsel doğası hakkında, şiir sanatı ve felsefesinden yola çıkarak bir dizi ileri-geri şey söyleyebilir. Söylemiştir de. Oysa Mehmet Akif’in şairliğinin en büyük şahidi bizzat bu şiirden etkilenen insanlar, bu şiirle yaşadıkları hayat arasında doğrudan bir bağ kurabilmiş insanlar. Bu bağ o kadar sahih, o kadar güçlü, o kadar derin.

Şiirle ilgili kısmına sonra ayrıca dönelim, ama bir İstiklal Marşı yazmış olan Şairin şiirinin şiir olarak bile vazifesini fazlasıyla icra etmiş olduğunu söyleyelim. Ancak İstiklal Marşı tabii ki sadece bir şiir değil. Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere “vadilerde boş boş gezip, yapmadıklarını söyleyen”, yakaladıklarını zannettikleri ilhamlarla süslü cümleler kuran, hayatlarında hiçbir karşılığı olmayan olay, durum veya duyguları ruhsuz kelimelere boca eden bohem estetlerin bir sanat performansı da değil.

İstiklal Marşı 10 kıtasıyla birlikte, bin yıldır bu toprakları vatan kılmış olan, bu vatanı yetmiş-iki milletin bir arada yaşadığı bir barış, huzur ve adalet ortamı olarak 900 yıldır bir ihya etmiş ama şimdi yedi düvelin saldırılarıyla ölüm-kalım mücadelesi vermek durumunda olan bir millet için muhteşem bir moral, motivasyon ve istikbale ufukları açan bir siyasi-felsefi manifesto metni gibidir.

Kurtuluşa dair bütün ümit ışıklarının neredeyse sönmeye yüz tuttuğu bir ortamda, İstanbul, İzmir, Sakarya, Afyon işgal altında ve düveli muazzama bu millete karşı tam bir ittifakla yok etme çabası içindeyken söze “korkma” diye başlıyor. Herkes için korkacak çok neden vardır oysa. Yunan güçlerinin o günlerde Bursa ve Uşak cephelerindeki ilerlemeleri devam ediyor. İstanbul İngiliz işgalinde ve yakın zamanda çekip gideceğine dair, gidebileceğine dair hiçbir neden veya ufuk gözükmüyor. Şairin yaşadıklarından etkilenerek, durumun yol açtığı duyguları ifade etmesi mi beklenir bu durumda? Akif, böyle karanlık bir ortamdan muhteşem bir aydınlık geleceğin resmini olabilecek en güzel şekilde çiziyor. Bu resim her geçen gün, eskidikçe daha da güzelleşiyor.

Belki ilk zamanlar o çarpıcılıkta en büyük etkisini yapan şiir kısa bir süre sonra tam tersi başka bir karamsar atmosferin altında okunuyor. İstiklal Marşı’nın çizdiği ufuk ile, sergilediği felsefe ile sonradan Türkiye’ye reva görülenler arasında ciddi bir uyumsuzluk oluşacaktır. Ülkede “son ocak” kalasıya, İstiklal Marşı’nın bütün değerlerini, iddialarını, felsefesini barındıran ocaklar söndürülmüştür. İstiklal Marşının yazıldığı harfler yasaklanmış, tarif ettiği ülkenin özellikleri ve değerlerine karşı bizzat bu marşı kabul edenlerce savaş açılmış. Düşman saldırıları karşısında adeta kelimelerle bir sığınak bir karşı cephe açmış olan Akif gibilerin dışlandığı, takip altına alındığı, tasfiye edildiği bir ortam oluşmuştur. İşte bu ahval ve şerait altında Akif yine tarif ettiği “bu ülke”’nin sınırları içinde bulunan Mısır’a gitmek zorunda kalmıştır. Bu zamana kadar adeta bülbül gibi şakımasıyla varolan, varlığının meskenini şiirde bulan Akif, ömrünün son zamanlarına kadar büründüğü derin sessizlikle adeta ölmeden çok önce ölümü yaşamıştır.

İstiklal Marşı’nın konusu istiklal. Bunu sağlamanın en önemli şartının insanın kendi ayağına vurduğu prangalar olduğunun da bu prangaları kırmak için insana muhtaç olduğu kudretin imanında mevcut olduğunun tarifi de tasviri de Marşın dizelerinde mükemmel bir biçimde yapılmıştır.

Ancak Akif Marşın dizelerinde özenle işlediği o alemden de muhacir olmuştur.

Onun duruşuyla, ona karşı kendini-sömürgeleştirmiş zihniyette olanların duruşları arasındaki uyumsuzluk her vesileyle sergilendi aslında. Kendi kişiliğini ve duruşunu kattığı şiirinin gücüne karşı koyamayan bu duruştaki insanlar için İstiklal Marşı içe sinmeyen, kerhen icra edilen bir marş oldu hep. O yüzden 28 Şubat günlerinde, bu milletin değerlerine, inançlarına, istiklaline savaş açanlar bir cephe de İstiklal Marşı’na karşı açtılar.

İstiklal Marşı’nı Onuncu Yıl Marşı ile ikame etmeye çalıştılar. Ufukları tam da o marştaki dünyada ve tarihte kalmış olduğunu da gösterdiler böylece. Oysa İstiklal Marşı ilk okunduğu gün bu milletin temsilcileri tarafından ayakta okundu, hiçbir zorlama olmaksızın benimsendi ve o gün bugün bu millet tarafından ayakta okunuyor. Adeta Türküde “mümine iman, dağlara dumanın çok güzel uyduğu” gibi, şu millete de bu istiklal Marşı ne güzel uymuştur.

Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi