Bir Ramazan ayını daha geride bıraktık. Geçtiğimiz yıl gibi, ondan önceki ve ondan da önceki yıl gibi geldi ve gitti. Geçtiğimiz yıl ve ondan önceki yıllara nazaran Ramazan bayramını idrak ettiğimizde gündemde yine İsrail saldırganlığı vardı ve bu saldırganlıktan çok daha kahredici bir İslam dünyasının tepkisizliği vardı. Bugün yine bayram ve bu saldırganlık ve bu tepkisizlik çok daha fahiş boyutlarda yine mevcut.
Geçtiğimiz yıl Bayram’ı idrak ettiğimizde Sudan’da da devam eden bir iç savaş ve bundan mütevellit ciddi bir açlık sorunu vardı. “İç savaş” diyorsak da, maalesef aktörü bazı İslam ülkeleri olan bir vekâlet savaşından başkası değildi bu. Tıpkı Yemen’deki gibi, tıpkı daha önce Libya’daki gibi ve Suriye’deki gibi.
Müslümanları geçmiş Müslüman nesillerle ve yaşadığımız dünyadaki bütün Müslümanlarla birleştirmesi umulan Ramazan ayı bile bu birleşmeyi sağlayamadı. Belki Dünyadaki bütün müminler oruç, teravih, zekât ve sadakalarıyla bu gönül birliğini derinden hissetti, Gazze’de, Sudan’da, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, Keşmir’de yaşanan acıları kendi acıları olarak hissetti. Acılar, dertler Ramazan’ın manevi ikliminde bu birliği ümmet düzeyinde temin etti. Ama bu birlik bu acıları durdurmaya yetmedi.
Geldiğimiz durumda bugün itibariyle 187. Günündeki Gazze’ye yönelik soykırımcı İsrail saldırganlığı sonucu ölen Filistinlilerin sayısı 33.137›yi aşmış durumda; bunların %75’i çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşuyor. (+14.500 çocuk ve 9.560 kadın). Yıkılan evlerin enkazı altında halen 5.000’den fazla çocuk olmak üzere 7.000’den fazla Filistinli yaşıyor. Sağlık Bakanlığı’na göre çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yaralıların sayısı 75.815’i aştı. Filistinli ailelere yönelik 2.937’den fazla katliam, evleri içerideyken bombalandı. 17 Ekim’de Baptist Hastanesi’ne düzenlenen bombalı saldırıda 471 kişi hayatını kaybetti. Sivil savunma kurtarma ekiplerinin +65 üyesi görev sırasında öldürüldü. Ölenlerin arasında İsrail işgal ordusu tarafından öldürülen 162 UNRWA personeli ve yaralanan 26 kişi de yer alıyor. İsrail işgal ordusu tarafından doktorlar, hemşireler ve ilk yardım görevlileri de dahil olmak üzere 484 sağlık personeli öldürüldü ve İsrail ordusu tarafından 440 kişi yaralandı.
Üç hastanenin müdürleri de dahil olmak üzere hastanelerden görevi sırasında kaçırılan 310'dan fazla sağlık personelinin tutuklandı. Okullar, üniversiteler, camiler, kiliseler, hastaneler içindeki insanlarla birlikte bombalandı. İnsani yardım görevlileri hedef alınarak öldürüldü. Yüzün üstünde üniversite profesörü öldürüldü. Bu altı ayı aşan durumun özet bilançosu. Detaylar bütün dünyanın gözü önünde her gün cereyan ediyor. Ne yazık ki bu bilanço karşısında ABD ve AB’nin sınırsız desteği devam ediyor, İslam dünyası liderlerininse yine utanmazca suskunlukları da bu insanlık suçlarının devam etmesine destek olmuş oluyor.
Gazze’ye düşen her bomba İslam dünyasının tamamının kalbine, şerefine, ırzına, namusuna düşüyor oysa. Bu bombalar altında kendi ülkelerinde ihtişam şovları yapanlar neyin cakasını satıyorlar?
Önceki yıl Ramazan ayının Kadir Gecesinde Nahda hareketi lideri, eski Meclis başkanı Raşid Gannuşi, evine iftar saatinden hemen önce 50 polisle yapılan bir baskınla iki saat boyunca evi aranmış, daha sonra gözaltına alınarak merkeze götürülmüştü. Avukatlarıyla görüşmesine bile izin verilmeyen 82 yaşındaki Gannuşi iki günlük bir gözaltı süresinden sonra da tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Onunla birlikte Nahda hareketinin birçok başka üyesi de tutuklanmıştı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı Kays Said’in seçildikten kısa bir süre sonra adım adım hayata geçirdiği yumuşak darbesiyle Arap Devrimlerinin beşiği olan Tunus’a adeta kesilen bir cezanın tahsildarı gibi davrandı.
Gannuşi o günden beri cezaevinde. Hakkındaki uyduruk suçlamalar onun suçluluğunu değil, isnad edenlerin suçluluğunu gösteriyor sadece. Liderliğini yaptığı Nahda İslam dünyasında İslam ve demokrasinin uyumluluk ihtimalinin adıdır ve bu ihtimal tam da karşı-devrimci eksenin korkulu rüyasıdır.
Hayatı boyunca her tür şiddet hareketine karşı mesafeli duruşu ve çok güçlü entelektüel kişiliğiyle bilinen Gannuşi’nin bu muameleye maruz kalması aslında Batılıların da onlara müzahir İslam ülkelerinin de İslam ve İslam dünyası ile ilgili bütün tasavvurlarının foyasını ortaya çıkaran bir durum. Gazze’de bu foyalar çok daha açık bir biçimde ifşa olmuş oldu gerçi. Gazze’ye bu zulmü reva görenler, Gannuşi’ye neleri reva görmez.
Halbuki 2012-13 yıllarında Mısır İhvanına tavsiye edilen yol Gannuşi gibi ılımlı ve tavizkar davranmasıydı. İşin aslı Mısır İhvanı da hiçbir taşkınlığı, hiçbir otokratik uygulaması sözkonusu olmadığı halde darbeye maruz kaldı. Onlara önerilen Gannuşi’ye de nereye kadar tahammül edebildikleri de böylece görülmüş oldu.
Gannuşi, entelektüel derinliği, ufku, siyasi ve manevi kişiliği ve liderliği ile sadece Tunus için değil, esasen bütün İslam dünyası için büyük bir şans. Tarz-ı siyaseti ve bunun altını entelektüel ve fıkhi açıdan doldurma şeklinin İslam siyaset ilmi açısından bir içtihat yolu oluşturduğunu söylemek mübalağa olmaz.
Böyle büyük bir değerin (ve yine başka Müslüman ülkelerin zindanlarında tutulan diğer Müslüman âlimlerin) son derece sığ ve aptalca bir siyasi tartışma ortamında, asla dengi olmayan bir seviyede kendini savunmak zorunda bırakılması sadece Tunus için değil bütün İslam dünyası için de büyük bir ayıptır.
Bir Ramazan’ı daha bu gündemlerle geride bıraktık. Ramazan her yıl olduğu gibi geldi ve gitti. Giderken terk etmedi elbette. Bin aydan hayırlı gecede, bir Ramazan gecesinde inmiş olan Kur’an’ı emanet bırakmıştır. Ama her yıl kendine ait zamanda tekrar gelip o emaneti kalbimize tekrar yükler, hayatımıza tekrar teklif eder. Rabbimiz bizi Ramazan’ın o mübarek teklifini işitenlerden, rahle-i tedrisinden en güzel şekilde nasiplenenlerden eylesin.
Bayram, Gazze, Doğu Türkistan, Sudan ve Gannuşi | Yasin Aktay (yenisafak.com)