Şeriat, Allah’ın kanunları demektir. Biri fıtrat ve diğeri şeriat olmak üzere Allah’ın iki çeşit kanunu vardır. Fıtrat kanunları uygulamada irade dışı olduğundan, canlı ve cansız, bilinçli ve bilinçsiz bütün varlıkları kapsar. Şeriat kanunları ise uygulamada iradeye bağlı olduğundan, sadece akıllı ve bilinçli varlıkları kapsar.
Dünya, ay, güneş, yıldızlar ve galaksiler, Allah’ın koymuş olduğu çekim, denge ve düzen gibi fıtrat kanunlarına boyun eğip takdir edilen belirli yörüngelerinde dönerken ve Allah’ı devamlı hamd ile tesbih ederken, kendi zikirlerinden bahsetmek bile Şeriat’tan bahsetmiş oluruz. Yüce Allah buyuruyor: İnsan başı boş bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyâme, 36)
Fiziksel açıdan en güzel bir şekilde yaratılan, akıl ile bilinçlendirilen, ruhla sonsuzlaştırılan ve cennete aday olan insan, Allah’ın koymuş olduğu çekim, denge, düzen, kimya, fizik ve biyoloji gibi fıtrat kanunlarına tam teslimiyetle uyduğu gibi, ırkı, rengi ve dili ne olursa olsun, akıllı olup ergenlik çağına eren, erkek ve kadın bütün insanların Allah’ın koymuş olduğu şeriat kanunlarına da tam teslimiyetle uymaları zorunludur. Çünkü mahşer yerinde sadece şeriat kanunları geçerli olacak ve sorgulamayı Allah Teala yapacaktır. İşte kim bu fâni dünyada şeriat kanunları doğrultusunda yaşarsa, orada yüzü gülecek ve sonuçta cennete kavuşacaktır.
Allah’ın takdir edip beyinsel yapılarına yüklediği programın (içgüdülerinin) yani doğal hayat şartlarının dışına çıkan hayvanların dengeleri bozulduğu gibi, gönül ve ruh gibi içgüdüleri İslâm fıtratı üzere yaratılan insanlar da İslâm fıtratının ve şeriat kanunlarının dışına çıkınca maddi mânevî dengeleri bozulur. Sonra gönül darlığı, sıkıntı ve huzursuzluk derken ruhsal bunalıma dönüşür.
Kökleri çürümüş ağaç yaşamaz. Temeli yıpratılmış bir bina uzun ömürlü olmaz. Devletler de İlâhî bir nizam üzerine oturtulmazsa çabuk yıkılır. Beşerin kanunları da beşer gibi fânidir, ölür. Allah’ın kanunları bâkîdir. Ona dayanan devletler yıkılmaz. Mukadder olan eceli gelinceye kadar yaşar. Bugünkü devletimizin bu kadar yaşayabilmesi de yine din ve dindarlar sayesindedir. Yoksa dinsiz devlet yaşayamaz. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de ferman ediyor: “Seni din konusunda bir şeriatın üzerinde görevli kıldık. Artık ona uy! Bilmezlerin arzularına uyma! Muhakkak Allah indinde hak din İslamiyet’tir, yâni Şeriattır.” (5 Maide, 48, 49) İslâm büyüklerinin söylediği gibi:
“İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez! Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz! Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.”
Şeriatı kötülemekle bütün Müslümanların nefretini kazanan zâlimler müstahak oldukları akıbeti bulacaklardır. Bu zümrenin zihni bulanık olunca; fikri de bulanık-bulaşık-karışık kuruşuk oluyor. Şeriat kafası; saf temiz pak, girdiği yeri tertemiz yapan, vahyin ışıldattığı, nurun aydınlattığı, feyiz ve bereketin kuşattığı kafadır. Şeriat kafası; kafası-gönlü, bulanık ve bulaşık olanları rahatsız ediyor. Allah nurunu tamamlayacaktır, münkirler istemeseler de! Hâkimiyet Kur’ân’ın olacaktır, kâfirler hoş görmeseler de!
“…büyük Atatürk’ün ve şehitlerimizin emaneti olan; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletimize sahip çıkmaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, laiklik dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için de yaşamsal önem taşımaktadır…” imza attıkları metindeki şu cümleye bakın. Konuşulamayan, dokunulamayan, koruma kanununa alınmış, kutsal hâle getirilmiş, hiçbir ülkede görülmeyen baskıyı, şehitlerimizin emaneti gösterebiliyorlar. Başörtü yasağının gerekçesi ve sembolü laikliği; dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için önem taşıdığını söyleyecek kadar sahtekarca davranabiliyorlar.
“…şeriat kurallarının güncel yaşamda insan onuruna yakışır bir karşılığı yoktur. Günümüzün girift ekonomik ilişkilerini karşılayamayacak denli basit oluşu, siyasal sistem açısından ise otoriter ve totaliter bir rejimi öngörmesi, şeriatı kabul edilebilir olmaktan uzaklaştırmakta ve olanaksız kılmaktadır” metindeki bu cümleleri imzalayan bu güruha ayrıca bir tarih dersi de vermek gerekiyor. Cumhuriyet, bir İslâm devleti olarak kurulmuştu. İslam devleti olarak kurulduktan sonra neden laik devlet yapıldı? 1928 yılına kadar Anayasa’nın ikinci maddesinde, “devletin dini, din-i İslâm’dır”, diye yazıyordu. Neden 1928 yılından itibaren bu madde anayasadan çıkarılmıştı? Laikçi olan bu Şeriat’sızlar; İslam’sız bir Türkiye hayal ediyorlar. Türkiye’nin inançlarını, değerlerini, tarihini, geleceğini imha eden ‘laiklik prangası’nı, dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için önemli buluyorlar. Kendi berbat ettikleri, yaşanmaz hale getirdikleri dünyanın bütün sorumluluğunu oldubittiye getirip İslam Şeriatına yüklemeye çalışıyorlar.
Hedefleri için yaptıkları da “Dine uymak yerine, dini kendilerine uydurmak, dini hayattan uzaklaştırmak!” Dini kendi kafalarına göre şekillendirip İslâm’sız, Şeriatsız İslâm projesini gerçeğe dönüştürmek! Zihinleri; İslâmî duyma, düşünme melekelerini kaybetti. Düpedüz seküler kutsallara göre işlediği içindir ki Şeriat korkusu” ile yatıp kalkıyorlar. Bu korku onları her gün öldürüyor. Durup dururken nerden çıktı olmayan şeriata saldırma! Boşuna söylemiyoruz “bizim gâvurlar başka” diye. Sizin kimliğinizi, kişiliğinizi (kalmışsa) şahsiyetinizi vahiyle inşa etmek gerekiyor. Şeriatta zihnî bulanıklık yoktur. Zihin ilahi pencereye (kitaba/vahye, sünnete/hadis-i şeriflere) açıktır. Eskiler bizleri okula gönderirken “Allah zihin açıklığı versin” dualarıyla gönderiyorlardı. Öbür âlemde Şeriat’la hesaba çekilecek, sizi sığındığınız, dayandığınız, laisizm de Kemalizm de emrine girdiğiniz batasıca Batı da kurtaramayacak. Şeriat’sız suçlular, yanlarında yer alanlar, sosyal medyadaki birliktelikler hepsi de suç ortaklarıdırlar. Öncelikle işgal edilen zihinlerini bu işgalden kurtarsınlar, özgürlüğün “Allah’a kulluk” ile başladığını da öğrensinler. Sizlerle hesaplaşmamız bitmedi, bitmeyecek.
Zihni ve gönlü bulanıklılar sizlerle hesaplaşmamız bitmedi bitmeyecek! - Yeni Akit