Merhum Mustafa Müftüoğlu’nun 70’li yıllarda okuduğum tarih kitaplarının başlığı, bugünkü yazımın başlığı. (Önemli Olaylar, Tarihi Gerçekler adıyla Başak Yayınları’nda yeniden basıldı. Mutlaka okunmalı.) Çok dertli tarafımız; eğitimimizin son yüzyıldır bize ait olmayışı. Yetişen nesillerin de Batı uşağı olarak yetiştirilmesi, Öyle ki vatanını, devletini, milletin sevmeyen, paradan, kariyerden, makam ve mevkiden başka bir şey düşünmeyen bir kuşağın ortaya çıkarılması! Eğitimde, gençlikte, kültürde yapılan büyük yanlışlıklar, bizi bu hâle getirdi. Bu hususta çığlık atar gibi yazılarıyla tepedekileri uyaran bizim aydınımız, entelektüelimiz Yusuf Kaplan hocamızın son yazılarından sizleri haberdar etme adına birçok özet alıntı yapıyorum. Kendini ümmete vakfeden, MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) kurarak adayan ve adanan, öncü kuşakların öncüsü bir nesil yetiştiren hocamızın satırlarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.
“Bu toplum emperyalistlere fiilen teslim olmadı ama zihnen teslim oldu: Batılılar tarafından sömürgeleştirilemedi ama kendi kendini sömürgeleştirdi. Buna, “kale içerden ele geçirildi” de diyebiliriz: Bu toplumunun medeniyet birikimi, dinamikleri, ruhu dinamitlendi.
Ahmet Hamdi Tanpınar, bu süreci, “kültürel inkâr” olarak tanımlar.
Bu ülke, emperyalistler tarafından işgal edilemedi. Çanakkale, emperyalistlere dârü’l-İslâm’ın son kalesi Anadolu kıtası’nı emperyalistlere dar edeceğimizi gösterdiğimiz son büyük ölüm-kalım savaşıydı. İslâm dünyası, Osmanlı’dan sonra paramparça edildi.
Bu toprakları emperyalistlere çiğnetmedik. Tablonun görünen yüzü böyle.
Bir de tablonun görünmeyen yüzü var: İşte orası karanlık biraz, hem de çok karanlık!
Yakın tarihini bilmeyen, yakın tarihine dünya kadar uzak olan tek toplum biziz o yüzden.
Yakın tarihini “yalanlar” üzerine kurgulayarak genç kuşaklarına ve kitlelere dayatan tek ülke biziz. Yakın tarihin “karartılması” birkaç işlemle gerçekleştirildi. Öncelikle bu toplumun tarih bilinci linç edildi. Bu toplumun tarihi Cumhuriyet’e hapsedildi, Cumhuriyet’in öncesi, hatta Cumhuriyet’i hazırlayan Tanzimat ve Meşrûtiyet süreçleri de -büyük ölçüde- hasıraltı edildi. Özellikle meşrûtiyetlerde ortaya konan entelektüel birikim inkâr edildi; eğer o birikim bıçak gibi kesilmemiş olsaydı, daha da derinleştirilerek geliştirilebilseydi, bugün bambaşka bir yerde olurduk.
Cumhuriyet’le başlayan süreç, bizi medeniyet değiştirmeye zorladı: Bu toplumun medeniyet iddiası yok edildi. Ruh kökleri kurutuldu. Bu topraklarda önce laik bir devlet icat edildi, İslâm bütün kurumlardan arındırıldı; sonra da laik bir toplum icadı devreye girdirildi.
Bizimle birlikte dünya tarihinin yapılmasında belli roller oynayan ülkelerin hiçbiri medeniyet iddialarını terk etmediler oysa! Almanlar, iki büyük dünya savaşı verdiler, yok olmanın eşiğine geldiler ama “emperyal” iddialarını asla terk etmeyi düşünmediler. O yüzden toparlandılar, büyük bir yıkımdan başarıyla çıkmasını bildiler.
Bu süreçte ruhunu ve ruh köklerini inkâr ederek kültürel dinamiklerini ve medeniyet iddialarını dinamitleme aymazlığına soyunan tek ülke biziz! Neden acaba?
Bu topluma laiklik projesi adı altında zorla, tepeden, Jakoben yöntemlerle medeniyet değiştirme dayatması yapıldı. Sömürgecilerin dışardan işgal edemedikleri bu ülke bir anlamda içerden ele geçirilmiş oldu. Tanpınar, bu durumu “kültürel inkârı kültürel intihara dönüştü!” olarak yazdı.
Bir toplum medeniyet değiştirmeye kalkışarak “çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne” çıkamaz! Yalnızca baş aşağı yuvarlanır, çıkmaz sokaklara saplanır kalır! Daha da vahimi, bir toplum, büyük tarihî krizler yaşayabilir ama bu tarihî krizleri, köklerini, medeniyet ruhunu, birikimini inkâr ederek aşamaz. Bunun tek bir örneği bile yok insanlık tarihinde! Batılılar, modernliği icat ederken iki bin yıl önceki köklerine gittiler; üstelik de bizim üzerimizden, İslâm medeniyetinin katkısıyla. Ama biz, Batılıları bile köklerine döndürecek güce, çapa, derinliğe sahip medeniyet dinamiklerimizi diriltici bir ruhla, taptaze bir solukla keşfedeceğimize dinamitlemeyi tercih ettik! İntihara sürüklendik. İşte bizim trajedimiz bu! Bu intiharı, Cumhuriyet kadrolarının kurucusu Kadro hareketinin babası Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro başlıklı son kitaplarından birinde sarsıcı bir dille şöyle özetler: Her şeyi yıktık ama yerine hiçbir şey koyamadık. Yakıcı gerçek bu.
Ama Türkiye’de sığ Kemalizm tavan yaptı. Üstelik bir de buna muhafazakâr Kemalizm denen temelsiz, köksüz bir dalga, tuz-biber ekti! Kendimize çekidüzen vermek zorundayız! Bir toplum, medeniyet değiştirmeye soyunarak varlığını bile sürdüremez. Türkiye’deki İslâmî kesimlerin son on yıllardan bu yana İslâmî ilkeleri ve değerleri değersizleştirecek kadar sekülerleşmeleri, dünyevîleşmeleri, komformistleşmeleri, oportünistleşmeleri, sığ Kemalizm biçimlerinin patlamasına yol açtı.
Önce kendimize çekidüzen vermek zorundayız. İslâmî ilkeleri gözümüz gibi korumak zorundayız. Unutmayalım: İslâm’ı kaybedersek hem hiçbir şeyi kazanamayız hem de bu toprakları da, bu topraklardaki varlığımızı da koruyamayız. Bu çölleşme, çözülme ve savrulmanın bizi götüreceği yer felâkettir. Kazana kazana kaybediyoruz.
Şunu bileceksiniz: İki asırdır, dünyanın kaderini sadede Batılılar şekillendiriyor. Gerek doğrudan işgalle, toprakları işgal ederek, gerekse dolaylı işgalle, zihinleri ele geçirerek.
Eğer Türkiye’nin ille de bir gücünden söz etmemiz gerekirse şu söylenebilir sadece: Türkiye’nin bilfiil / fiîlî gücünden değil, bilkuvve / potansiyel gücünden söz edilebilir.
Bilfiil gücü, kaba güç olarak tarif edebiliriz; asıl güç, toplumları ayakta tutan, geleceğe taşıyan hatta öncesinde de toplumları kuran, ayağa kaldırarak tarihe girdiren güç, bilkuvve yani manevî güçtür. Kültürünü yitiren, duyma, düşünme melekeleri dumura uğrayan, celladına âşık bir zavallıya dönüştürülen insanın dünyası da yoktur, kendine özgü bir dünya kuracak iradesi ve bu iradeyi harekete geçirecek ruhu da. Tarihin durması demektir bu da.
İradesi ve ruhu yok edilen insanlarda toplumlar da köleleşmekten ve yok olmaktan kurtulamazlar. (İran meselesiyle devam edeceğim İnşallah.)