29 Ekim Cumhuriyet’in ilanının yüzüncü yıldönümü, ülkede ve yurt dışı temsilciliklerde aşırılığa kaçan bir şekilde kutlandı. İfrat tefrit salıncağında sallanmaktan kurtulamadık. Normale dönemedik. Kendimiz dışındakilere şahıs olarak da fikir duygu düşünce olarak da tahammülsüzlük devam ediyor. İçinde bulunduğumuz günler bile istismar edilip ‘algı operasyonları’na malzeme olarak kullanılıyor. Bir sürü sıkıntı, üzüntü yaşatılıyor. Toplum o hale geldi/getirildik ki neye üzüleceğini, neye sevineceğini, nerede nasıl duracağını, nerede sükût edip nerede konuşacağını bilemez halde. Bu da bir başka hastalık çeşidi.
Hastalıklar sonuç. Hepsinin çıkışı fıtrattan uzaklaşmak! Tedavisiz oluşu/oluşumu da hastalığın kabullenilmeyişi ve rehberlik yapıp yol gösterici mevkide olanların (aydınların, toplumun önünde olanların) kendilerinin de bu hastalıklı hâlinden habersiz yaşamaları. Her hal ve şartta ölçülü ve dengeli olmalıyız. Sevinirken de üzülürken de.
Halkın kayıtsız şartsız iktidarı olarak tarif edilen Cumhuriyetin pratikte bekleneni ortaya koyamadığı görülmüştür. Eskiye dair olan her şey modernliğe engel olarak yorumlanmıştır. Bu açıdan geniş kitleleri temsil eden düşünce, inanç, örf ve âdetler kurulan yeni rejimdeki (cumhuriyet) karşılığı “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ sözü hiçbir zaman uygulamaya geçirilmemiştir. Biri ‘ebedî şef’ diğeri ‘millî şef’ pâyesi ile anılmışlar, bu ifadelerden de memnun olmuşlardır.
Hanedanlığa karşı kurulmasına rağmen başka bir hanedanlık kurulmuştur. Şahıslar ve kurumlarıyla. Uzunca bir süre tek parti iktidarı ile yönetilen Türkiye’de, halkın iktidarının hatta halk olarak kabul edilen geniş toplumsal kesimlerin dışarıda tutulduğu bir siyaset benimsenmiştir.
Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden teşekkül ettirilen Birinci Meclis’in Kurtuluş Savaşı ve olağanüstü şartlardaki performansı Türkiye açısından anlamlı bir tecrübedir. Nitekim farklı fikirlerin kendisine yer bulabildiği, bütün hararetli tartışmalara rağmen Türkiye’nin bekasına odaklanıldığı bu Meclis, Türkiye tarihindeki en demokratik Meclislerden birisi olduğu halde feshedilmiş ikinci meclis kurulup cumhuriyet onaylattırılarak (muhalif olma ihtimali olanlar bile meclise sokulmayarak) ilan edilmiştir.
Cumhursuz cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlamaları; bütün kurum imkânlar seferber edilerek ölçüsüz ve dengesiz bir şekilde kutlanmıştır. Kuruluşunun ve ilânının, sonrasındaki inkılapların (devrimlerin) kendi değerlerimizin ortadan kaldırılması olduğu unutturularak yapılmıştır. Tarihi bir gündür. Tarihteki yerini alır. ‘En büyük bayram!’ değildir. 1923 sonrasında yapılan inkılaplar, bizi biz yapan bütün değerlerin ortadan kaldırılmasıdır. Resmi tarih sayesinde yeni nesillerden gerçeklerin saklandığı bir süreç yaşandı. Muhafazakâr kesime yapılan bu saldırılar bu sürecin ürünüdür.
Kendilerini milletin üstünde gören ve milleti adam etmekle görevli zanneden kesim, çoğunluğu muhafazakâr olan halkı hep aşağılamışlardır. Halen de bu jakoben ve üstenci tavırlarını sürdürüyorlar. İslami kimliğin dinamikliğini hep dinamitlediler. Türkiye’nin dışarıdan çepeçevre kuşatıldığı bir zaman diliminde de Batı uşaklığına devam ediyorlar. Tıynetlerinin bozukluğu sebebiyle Gazze için yapılan mitingleri de hazmedemediler. Bize vatanı emanet olarak bırakan Osmanlı düşmanlığı ve nankörlükleriyle de iftihar ediyorlar. İslam’ı bilmiyorlar. Peygamber Efendimizden sonra hulafa-i raşidin (sağduyulu /olgun halifeler) olarak adlandırılan 4 halife, saltanat yoluyla değil seçimle yani o dönemin şartlarında cumhurun seçimi/onayıyla görev yapmışlardır.
Raşit halifelik ismini de bizzat peygamberimiz vermiştir. Sözün özü İslam’da cumhuriyet saltanattan daha makbuldür. Dolayısıyla Müslümanların cumhuriyetle sorunları yoktur. Geçmişte -özellikle tek parti döneminde- yaşanan sorunların temelinde İslam’a karşı yürütülen baskılar yasaklar vardır. Tek parti dönemi yöneticileri ve o zihniyeti taşıyanlar laiklik bahanesiyle İslam, hayatın her alanından uzaklaştırıldı. İslam devletin bütün kurumlarından arındırıldı. Dinin her yerden temizlendiği tek ülke Türkiye! Cumhuriyet ilan edildikten sonra yapılan ilk anayasa da (1924 anayasası) aslında İslam’a sahip çıkan ve İslam ahkâmının uygulanmasını öngören bir anayasaydı ve milletin değerleriyle barışıktı.
Anayasanın ikinci maddesi devletin dininin İslam olduğunu, meclisin görevlerini sayan maddenin ilk fıkrası da dini hükümleri uygulamayı emrediyordu. Yani, 1924 anayasası İslam’ı esas alan bir anayasaydı. Cumhuriyetin koyduğu kurallar da bu anayasada belirlenmişti. Tek parti zamanla İslam’ı esas alan maddeleri teker teker değiştirdi. Özellikle 1930’dan sonra İslami olan her şey yasaklandı. Yasaklanmakla kalınmadı zor kullanıldı. 1937 yılında laiklik ilkesi de anayasaya girince bu bahaneyle İslam karşıtı bir yönetim tarzı ortaya çıktı.
1924 anayasasında laiklik yoktu tam aksine İslam’ı hayata hâkim kılma vardı ve o da cumhuriyetti! Laiklik cumhuriyetin temel ilkesi değil, CHP’nin altı okundan biridir. Şunu da unutmamak gerekir ki 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyete geçişimiz 14 Mayıs 1950 tarihinde başlar. Her zaman ölçülü ve dengeli olalım. Sevinçte de üzüntüde de. Makul ve mutedil.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/tenkitte-de-ovgude-de-olculu-olmaliyiz-43580.html