Yüce dinimiz İslam’ın hedefi, Kur’an ve sünnet çerçevesinde bir Müslüman kimliği inşa etmektir. Bu kimliği inşa ederken de İslam’ın temel ölçüsü, Allah Resulü ile hayat bulan ahlaki ilkelerdir.
Dinimiz, bizi biz yapan bu evrensel değerlere sahip çıkmayı, öz benliğimizden uzaklaştıracak her türlü söz ve davranıştan kaçınmayı emreder. Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî ayine katılan (Hristiyanlarla beraber bu toplu ibadeti yapan) Müslümanlar en azından haram (büyük günah) işlemiş olurlar. Bu hükmün akla ve vahye dayalı delillerini zikretmeye bile gerek yoktur. Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan Müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm’dan başka ve ona göre bugün muteber olmayan bir dine dayalı) olan bir faaliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. “Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır” mealindeki hadis bu davranışı yasaklamaktadır.
Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenleşmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dini de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dini veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dini yakından ilgilendirir. İslâm’ın beş temel amacından biri dini (Müslümanların hayatında İslâm’ı) korumaktır. İslâm’ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazen bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.
Sevgili Peygamberimizin Medine’ye hicretinde, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dinin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadiste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları Müslümanlara yasakladı.
Peygamberimiz buyurmuşlardır ki “Bir kavme benzemeye çalışanlar o kavimdendir.” Peygamberimiz, diğer bir hadis-i şerifte buyurmuşlardır ki: “Bizden başkalarına benzemeye özenenler bizden, bizim milletimizden değildir.” Bir başka hadis-i şerifte Resulullah şöyle buyurdu: “Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslam’da (Müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığırın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.”
Frenk Mukallitliği Ve Şapka kitabında İskilipli Atıf Hoca: “Küfür ehlinin ve isyankarların yaşayış ve adetlerinde onlara benzemek, onlar gibi hareket etmek, ya küfre ya isyankârlığa, ya da her ikisine birden götürdüğü için İslam’da yasaklanıp haram kılınmıştır” yazmıştır.
Bu millet; başına neler geldiğini ve neler yapıldığını bilemez hale getirilmiştir. Öyle ki bu kitabından dolayı idam edilen İslam alimine sahip çıkılıp idam ettiren güce haddi bildirilememiştir. Bugün üzüldüğümüz, çaresiz hale düşürüldüğümüz günleri yaşarken tarihimizi bilmiyoruz, öğrenmiyoruz. Resmî tarih olarak okutulan tarih Batılılaşma zeminini hazırlayan sanki 1923’te kurulan bir devletmişiz gibi öncesini yok sayan bir zihni işgalle Batı’ya uşaklık, onun zulmüne ‘uygarlık’ dedirtilerek yerleştirilmiştir. Bugün haramlarla iç içe kutlanan yılbaşı “mazi-hal-istikbal” köprüsünün de yıkılmasıdır.
İslam uleması, din kitaplarında buyururlar ki:
“Noel günü ve gecesinde, kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapan küfre girer.” Taklidin, mantığı zehirlediği açık. Zaten, bu yüzden taklit, taklitçilik bir hastalık, hem de kişiliğe arız olmuş bir hastalık. Bu hastalık, taklitçinin özgüven yokluğuna dayanıyor, iddialarından arındırılmış olduğunu gösteriyor. Ayrıca taklit ettikleri karşısında mağlup olduğunun tescili anlamına geliyor.
İbn Haldun’un Mukaddime’de yaptığı o muhteşem tespit, bu ülkenin yaşadığı yüz yıllık dramın tek cümlelik özeti: “Mağluplar galipleri taklit ederler.”
Mağlubiyetin de onurlusu vardır, onursuzu vardır. Onurunu yitirmeyen mağluplar, fiziken mağlup görünürler. Dişe diş mücadele etmişler, mağlup olmuşlardır. Elbet her mağlubiyetin birçok sebebi vardır. Onurlarını koruyanlar, mağlubiyeti içselleştirmezler. Fakat, sadece değerler için mücadele edenler, yenildiklerinde dahi onurlarını koruyabilirler. Yenilgilerinin faturasını kendi değerlerine kesmezler. Aksine, yenilgilerini bir bilinç yenileme, yani bir “tevbe” ve “istiğfar” vesilesi olarak bilirler. Sorunu, kendi değerlerinde değil, değerleriyle ilişkilerinde ararlar. O ilişkileri sağlıklı hale getirmek için, mücadele meydanından çekilip, mücahede meydanına atılırlar. Bu, mağlubiyeti içselleştirmeme savaşıdır. Onurlu mağluplar için, galipleri taklit etmek, düşman saflarına geçmekle eş değerdedir. Asıl mağlubiyet işte odur. Onurunu yitirenler, mağlup olunca kelimenin tam anlamıyla mağlup olurlar. Onlar, fiziken galip gelseler bile mağlupturlar. Mağlubiyet onların karakteri olmuştur. Mağlubiyetlerinin faturasını kendi değerlerine keserler. Tez elden o değerlerden kurtulmanın yollarını ararlar. Kendilerine “ben idraki özgüven” veren o değerleri her görüşte mağlubiyetlerini hatırlarlar. Bu da onları kendi değerlerine düşmandan fazla düşman olmaya iter. Değerlerinden kurtulunca, kendilerinin de galiplerden olacağına inanırlar.
Mağlubiyetin faturasını kendi değerlerine kestikleri için, kendilerinden nefret ederler. Bu nefret, galiplere karşı marazi bir aşka dönüşür. Kendilerini gerçekleştirmek yerine, galipleri taklit etmek gibi ucuz bir yolu benimserler. Bu taklit onları galip yapmaz elbette. Sadece “maymun” yapar. Bunun anlamı, galiplerin maskarası ve soytarısı olmaktır.
Hiçbir galipten, mağlupları içerisinden başkalaşım geçirerek maskaralaşan birilerini, kendisiyle eş değerde görmesi beklenemez. Hiçbir maymun, ne kadar iyi insan taklidi yaparsa yapsın, insanlar sınıfına dahil edilmez? İnsanımızın getirildiği durum bu! Müslümanlar, ne zaman kendi inanç ve değerlerinden uzaklaşıp yabancı kültürlerin etkisi altına girmişler, işte o zaman kimlik ve aidiyetlerini kaybetmişlerdir.