İçinde bulunduğumuz olumsuzluklar, yaşadığımız hayat şartları, küreselleşmenin yaygınlaştırdığı ahlaksızlıklar, ümmete yapılan zulüm ve katliamlar bizlerin iç dünyamıza dönüp bir nefs muhasebesi yapmamızı gerekli kılıyor. Mü’min’den başlayalım.
Mü’min; şüpheden uzak olarak emin ve güvende olandır. Güven verme işini yapan insandır. Mü’min, Allah’tan emin olan, O’na ve O’ndan gelen her şeye inanıp kendini sağlama alan, böylece emniyete kavuşan, huzur ve güvenin sağlanmasının aracı olan emanetini kabul eden kimsedir. O, aklıyla ve kalbiyle bu emaneti yüklenir. Bununla müminliğini olgunluğa ulaştırır. Emanet yüküne itaat eden kimsedir. Bu emaneti taşımayan mümin de olamaz, müslim de olamaz. Bütün organlarıyla, kalbiyle ve bedeniyle emaneti yerine getiren kişi, bütünüyle Allah’a teslim olmuş böylece müslim sayılmış ve barışa, huzura girmiş olur. Emaneti yerine getirmenin kural ve yollarını gösteren İslam’a teslim olan müslimler gerçek huzur ve barış olan selama ulaşırlar. Allah bütün insanlara: “Ancak Müslümanlar olarak can verin” diye davette bulunmaktadır. Müslümanlar dua ederken Allah’a şöyle yalvarırlar. “Yarabbi canımı müslim olarak al ve beni salih (doğru yolda olan) iyi olan insanlar arasına kat.” (12 Yusuf 101) Müminliğimizi yaşayarak gösterelim.
Müminler, birbirlerine selam verirler. Böylece hem onlara “selamette olun, huzur içinde güven içinde olun” derler, hem de onlara “selam yurduna kavuşun” diye dua ederler. Gerçekten iman edip, İslam’a teslim olan kişilerin kalpleri “selim” kalptir. Gerçek kurtuluşa ermek için de “selim kalp” sahibi olmak gerekir. Allah insanları Müslüman olmaya davet ediyor. Yaratılışın amacı Allah’a kulluktur, yalnızca O’na ibadet etmektir. Bu kulluğun gerçekleşebilmesinin yolu, Allah’ın din olarak uygun gördüğü; yani boyun eğilmesi, itaat edilmesi, inanç ve hayat haline getirilmesi için seçtiği yaşama biçimi İslam’dır. İnsanlar, İslam’ın ilkelerine itaat edip teslim olurlarsa müslim-Müslüman olabilirler.
Allah’a iman eden bir mümin, emanetin gereğini yapabilmek için; bunu yerine getirebilmenin yolunu ve kurallarını bildiren İslam’a itaat eder. İşte bu itaate ibadet denir. Bütün peygamberler insanları Allah’a ibadet etmeye, dolayısıyla Müslüman olmaya davet etmişlerdir. İbadet; imanın yaşanmış, pratiğe edilmiş halidir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor: “Bedeviler dediler ki: “İman ettik”. De ki: Siz iman etmediniz; ancak İslam (müslim veya teslim) olduk” deyin. İman henüz kalplerimize girmiş değil. Eğer Allah’a ve resulüne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Hiç şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (49 Hucurat 14)
İslam’ın yükselen gücü karşısında teslim olup, “Biz de Müslümanız” demekten başka çareleri kalmayan bedevilere Allah gerçek imanın kalpte kökleşmesi gerektiğini hatırlatıyor. Dışarıdan İslam’ın gücüne teslim olmak yetmiyor. İman, çaresiz kalıp da teslim olmaktan farklı bir olaydır. İman edip, İslam’ın gereklerine uyanlara Allah hak ettikleri karşılığı verecektir. Mümin; imanını tehlikeye atacak davranış, söz ve fikirlerden uzak durur. Kâfirleri ve müşrikleri kendine dost edinmez. Mümin; helal ve haram konusunda dikkatlidir.
Mü’min kimliğimiz, Mü’min şahsiyetimiz gerek şahsi, gerek ailevi, gerek sosyal gerekse yaptığımız her işte Allah’tan ve O’nun Resul’ünden bağımsız yaşamamaktır.
İslam’a Teslim Olmanın Boyutları
İslam’a teslim olmak üç şekilde ortaya çıkar. Kalp ile olur ki, bu, kesin bir imandır. Dil ile olur ki; bu ikrardır yani inandığını dil ile söylemektir. Organlarla olur ki, bu da yapılan ibadetlerdir. Müslim-Müslüman bu üç bağlılığı, itaati ihlaslı bir şekilde yapan insandır. O, İslam’ın bütün hükümlerine hem iman eder, hem de onlar karşısında teslimiyetini ortaya koyar. Yani onları yapma, onlara uyma noktasında bir itirazı olmaz. Bütün emir ve yasaklara boyun eğer, İslami ilkeler itaat eder. Bütün peygamberler müslimdi. Öyleyse İslam’a itaat eden bütün müminler onların izinden yürürler. Onların getirdiği Tevhid dinine gönül verirler. Müslimler tıpkı İbrahim Aleyhisselam gibi, Allah’tan bir “teslim ol yani hakkıyla Müslüman ol” şeklinde bir davet gelirse, onlar hemen “Alemlerin Rabbine hakkıyla teslim oldum” derler. (2 Bakara 131)
Müslüman, kalbiyle, diliyle davranışlarıyla İslam’a teslim olduğunu, Allah’a itaat ettiğini gösterir. Bu teslimiyet düşman silahı karşısındaki teslimiyet gibi değildir. Bir güvenin, kurtuluşun, huzuru aramanın, en doğru yola ulaşmanın, içinde ve dışında selameti aramanın bir teslimiyetidir. Bu teslimiyet, hem Allah’ın kudretinin yüceliğini idrak etmek, hem de O’ndan gelen kurtuluşu ve barışı seçmektir. İslam bir anlamda kurtuluş ve gerçek barış olduğuna göre, mümin de o barışı ve kurtuluşu isteyen, onu sağlayan İslam’a itaat eden kimsedir.
Mümin; hayır insanı ve hayırlı insandır, kendisi için hep hayırlı işler yaptığı gibi başkasına hayrı dokunur. O çevresinde bulunan hiçbir şeye ve hiçbir kimseye zarar vermemeye çalışır. Herkese iyilik eder, insanlara ikramda bulunmaktan zevk alır. O, insanı küçülten bütün iş ve davranışlardan uzak durur. Hayatı Allah için yaşar, bir gün öleceğinin ve hayatının hesabını vereceğinin bilincindedir. İmanı onu hep doğruya ve faydalıya götürür. Mümin; İslam’ı yaşayan, yaşatan insandır. Peygamberimizin izini sürendir. Mümin; Müslüman toplumun kimliğini korumak, onların beraber yaşadığı Müslüman olmayan toplumların içerisinde erimesine, kişilik zaafına düşmesine, kendi dışındakileri taklit ederek kişiliksizleşmesine karşı koymaktır. Evrensel dinin (İslâm’ın) ölümsüz değerlerini insanlığa sunmamız gerekiyor.