Modern hayatın dayattığı her şeyi elinizin tersiyle itip kendimize mahsus bir hayatın temellerini atıp bunun inşasını düşünmek zorundayız.
Rahatlarının kaçacağını düşünenler de inandığı gibi yaşamak yerine ‘yaşadığı gibi inanmak’ yoluna girerek yozlaşma ve dünyevileşme ‘hayat tarzı’ haline getiriliyor.
Müslümanlar olarak gün geçtikçe yaşayan değil tartışan bireyler olma eğilimini benimsemiş gözükmekteyiz. Halbuki; kafaya göre din değil, dine göre kafa. Düşünceye göre din değil, dine göre düşünce. Cemaate göre din değil, dine göre cemaat. Siyasete göre din değil, dine göre siyaset. Ölçümüz; dinimizin koyduğu ölçülerdir.
Müracaat kaynağımızın ölçü ve sıralaması da Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler sünneti seniyye, sahabe-i kiram. Bu sıralamada bozulamaz. Sonra tâbiîn, tebei tâbiîn, vb.
Kur’an’da, İslâmî hayatı gerçekleştirmekle yükümlü kılınan varlık insandır. Çünkü insan, Allah’ın buyurduğu ve elçisinin duyurduğu İslami bir hayata çağrılmaktadır.
Öyleyse insanın seçeceği ve gerçekleştireceği hayat; Peygamber Efendimizin emanet bıraktığı İslâmî hayat olmalıdır. Kur’an, sadece İslâm’ın Allah katında geçerli din olduğunu, Hz. Muhammed aleyhisselamın risaletinin de bütün insanlığı kapsadığını bildirir. Kur’an’ın beyanına göre Peygamberimizin görevi; irşat, tebliğ ve davetten ibarettir.
Bunun için İslam’da ilke olarak dinde zorlamaya başvurmak yasaklanmış, gerçek olanla olmayanın birbirinden ayrıldığı belirtilerek iman edip etmeme, insanların kendi isteklerine, iradelerini kullanmalarına bırakılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz, “Allah’ın davetçisi” olarak nitelendirilmiş ona yüklenen davet görevi de “davet et” emrinin yanı sıra “tebliğ et”, “hatırlat” ve “uyar” gibi başka kelimelerle de dile getirilmiştir. Davet kelimesi genellikle “insanları İslam’a ve onun ilkelerini uygulamaya çağırmak” anlamında kullanılır. Kur’an’da da insanlar, “imana, İslam’a, Allah yoluna, Allah’ın kitabına, hakka, hayra, kurtuluşa, hayat kaynağına ve esenliğe” çağrılır. Bu yüzden davet hem İslâm’ı kabul etmeyenlere hem de Müslümanlara yönelik olabilir. Davetin amacı, insanların doğru inanıp yaşamalarına yardımcı olmak; hedefi de İslami ilkelerin ve değerlerin insanlar tarafından kabul edilmesini ve uygulanmasını sağlamaktır. Peygamber Efendimiz, cahiliye müşrikliğinin devlet olduğu bir dönemde ve toplumda davet görevini üstlendi. O, insanları Allah’ı tanımaya ve O’nun dinine uymaya çağırdı. Onlara şirksiz inancı, doğru yaşayışı ve güzel ahlakı öğretti. Tevhid sistemine dayalı bir düzen oluşturarak insanlığın hayrı ve dünyanın ıslahı için çalıştı. Resulullah’ın eğitiminden geçen ilk nesil Müslümanları, yeni dinin tarihte eşine rastlanmamış bir fedakârlık örnekliğini göstererek hem İslam’ı hayatlarına hem de başkalarına taşıdılar. Böylece beklenen ve özlenen nizamın yeryüzündeki ilk temsilcileri ve tebliğcileri oldular.
İslâm’ın yaşanarak tebliğ edilmesi, irşadın en güzel şeklidir. Ashâb-ı kirâm, dünyanın en ücra köşelerine kadar iman sadâsını duyurmak ve insanları hidayete kavuşturmak için kendilerini İslâm’a adamışlardır. Bugün aynı vecd ve heyecanla İslâm’ın güzelliklerini dünyaya sergilemek, en güzel bir tebliğ metodudur. Kalplerin/gönüllerin fethi, beldelerin fethinden önce gelir.
Allah’ın vahyini insanlara tebliğ etmekle vazifeli olan Peygamber Efendimizin Sünnetini ve hadis-i şeriflerini anlamadan İslâm anlaşılamaz.
Dinimiz, Resulullah’ın fiil ve kavillerindeki mesajla uygulanabilir. Peygamberimizi ve sünneti hayatın dışına çekerek, ‘Kur’an İslam’ı’ denerek Kur’an’ın uygulayıcısı Peygamberimizi devreden çıkaran bir din anlayışı sakat bir din anlayışıdır.
Resulullah’ın hayatı, Kur’an’ın tatbiki ve pratiğe dönüşmüş şeklidir.
Peygamberlerin verdiği tevhid ve onur mücadelesinden günümüze ve gündemimize düşen önemli ortak tavırlar bulunmaktadır. En başta geleni, hiçbir peygamber, toplumun yöneticileri veya bir kesimi istemiyor, tehdit ediyor diye hiçbir mümini sosyal durumu ne olursa olsun çevresinden uzaklaştırmamış, kovmamış, onların onuruna yönelik baskılara boyun eğmemiş, aksine inananlara kol kanat germiş, onları korumuş, desteklemiş, inananlardan yana tavır almış, ağırlık koymuştur. Peygamberlerden günümüze intikal eden sünnet, insan onuruna temelden sahip olan muvahhit nesiller yetiştirme gayret ve sorumluluğudur. Taif dönüşü her ne isterse yerine getirileceği, istemesi halinde Mekkeli müşriklerin toptan helak edileceği Cebrail tarafından kendisine bildirildiği zaman Resulullah Efendimizin söylediği şu sözler fevkalade dikkat çekmekte ve meseleyi bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. “Ben Rabbimden, onların yok edilmesini değil, soylarından muvahhit bir nesil getirmesini dilerim.” İnsan onuruna sahip ve saygılı ilk muvahhit nesil ashabı kiram sayesindedir ki İslam, kısa zamanda insanları yeni hak din İslam’la insanları buluşturmuştur. İnsanlığın buna ihtiyacı had safhadadır.
Kötü örnekler yüzünden hayat tarzı olan dinimizi yaşamamız/yaşatmamız insanlığın kurtuluş sebebidir. Hayatın içinde bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu da unutmayacağız. Dinimizin hayat tarzı olduğu için yaşayışımızda hiçbir boşluk bırakmaz. Bireysel ve sosyal içeriklidir. Amelsiz olmaz.
İnsanlık, İslam’ın kardeşlik idealine dönerek, yeni bir çıkış yolu bulabilir. Kur’an-ı Kerim; “bütün mü’minler ancak/muhakkak kardeştir” diyerek, bu kardeşliğin temelinin iman, Allah’a ve onun bildirdiklerine inanma olduğunu ilan etmiştir. Şekil bakımından olduğu kadar öz bakımından, iman kardeşliğine dönmek, insanlığın çırpınışına tek çaredir.