Gerilimin her geçen gün arttığı, sabır, katlanma ve hoşgörü iklimin ortadan kalktığı, kaos, kavga, kargaşanın hakim olduğu, kan, gözyaşı ve ölümlerin kanıksatıldığı, terörün nerde, ne zaman, ne şekilde karşımıza çıkacağının belli olmadığı, terörle yaşamaya ülkenin alıştırılmaya çalışıldığı, İhtilâl Anayasanın askıya alındığı günleri yaşıyoruz. Seçime gitme, o uğurdaki çalışmalar girdiğimiz “üç aylar”ı unutturdu. Üzerini örttü. Halbuki 12’nin 4’ünün “haram aylar” olarak Kur’an-ı Kerim’de (Tevbe suresi 36. Ayet) zikredilmesine rağmen bu “hürmet ve ihtiram” aylarının bile farkında değiliz.
Nasıl bir işgale uğramışız? Ne kendimiziz ne de mukallidi olduğumuz Batı’yız! Bu içinde bulunduğumuz ayda “hürmet eğitimi”ne girsek, fiziki yapıdan fizik ötesine, görünür dünyadan görünmeyen dünya ile irtibat kursak ahlaki yapımız düzelir, güzellikler helâl dairesine geçiş başlar. Davranışlarımıza, aile ve sosyal hayatımıza yansır. Meleke hâlini alır. Dünyevileşmeden melekleşmeye başlarız. Hürmet atmosferinin hepimizi kuşatması lazım. Bu vesile ile ülke gündeminin gerilimi arttıran, kutuplaşmaya ve kamplaşmaya hizmet eden nefret söylemleri ile kendisi gibi düşünmeyenlerin hedef haline getirildiği, toplumun ruh sağlığının bozulduğu, mübarek- mahrem-muhterem aylarda bulunmamıza rağmen kendisi gibi düşünmeyenlerin hedef haline getirildiği, toplumun ruh sağlığının bozulduğu yapıdan kurtulmanın adımları atılır. Aydınların durumu da içler acısı. Onlar da düşünemiyor. Çünkü milletin özünden alacağı ışığı alamıyor. Düşünce için bilgiyi yeterli görüyor. Bilgi olarak gördükleri de paganizm! Hurafeler çöplüğü. Zihin işgali.
Dünyadaki değişim ve gelişmeler, Türkiye’nin stratejik-kültürel öneminin çok artmış olduğunu gözler önüne seriyor. Dünyayı yönetmek iddiasında olanların gündem dosyasındaki ciddi konulardan biridir bu. Liderini bulan, lider Türkiye’yi durdurmak. Zulme ve katliama Batı uygarlığı diyenlere kendi medeniyetimizi (İslâm Medeniyetini) bilmeyenlere, değerlerimizle tamamen kopuk olanlarla, sanal dünyada yaşayanlarla, ebedî hayatla ilgisi olmayanlarla beraber yaşıyoruz.
Türkiye fiilen sömürgeleştirilmedi ama zihnen, kültürel olarak sömürgeleştirildi. İslâm medeniyetinin medeniyetimiz olduğu, devlet olarak da Osmanlı’nın hakkaniyetiyle, adaletiyle insanlığa ‘örnek devlet’ olduğunu göstererek medeniyet tarihine geçtiğini Batının aydınları bizden iyi biliyor. Adaletin, hakkaniyetin ve kardeşliğin zirvesi medeniyetimiz aşağılandı. Çocuklarımızın tarih bilinci linç edildi. Kültürümüz aşağılanıp bu toplumun ruhunu oluşturan kültürel değerlerimiz, dinamiklerimiz hunharca, acımasızca dinamitlendi.
Tarihimizle de irtibatları kesildi. Belgeli, ispatlı yapılanları bile konuşmak yasak.
Vicdanını cüzdanına koymayan günümüz sosyologları, aydınlanmanın ve dolayısıyla modernitenin, barbarlığın yeni bir biçimi olduğunu ve günümüzde gerçekleşen soykırım benzeri katliamları yapanların “terör devleti” olduklarını söyleyebilmekteler. Dünyaya dair bilgimiz arttıkça, umulanın aksine duygularımız köreliyor, öfkemiz zayıflıyor, kayıtsızlığımız artıyor. Dün Bosna’da öyleydi, Bağdat’ta öyleydi ve bugün Gazze’de. Bu tutumun sebebi bizim modern insan oluşumuzda, dünyevîleşmemizde, rahatlık ve konforun, idealistliği öldürmesinde.
İslâm devletleri yok. Siyonizmin emrinde, emperyalist terör devletlerinin (Batı’nın uşağı) rejimlerde yaşayan Müslümanlar var. Kimse gerçeği çarpıtmasın; bu savaş “teröre” karşı açılan bir savaş değildir. Bu savaş İslam’a ve Müslümanlara karşı açılan bir savaştır. İsrail hem davacı hem savcı hem hâkim hem de cellat rolünde. Filistin’deki Müslüman halka karşı yargısız bir infazı gerçekleştiriyor. İsrail, İslam coğrafyasının tam kalbine İngilizler eliyle saplanmış bir hançer. Saplandığı günden beri Ortadoğu kaynıyor. İsrail devleti katliamlar üzerine kuruldu. Kurulduğu günden beri katliama doymadı. Unutmayalım ki, Gazze’ye düşen bombayla, İstanbul’a düşen bir bombanın farkı yok. Devletin özünü oluşturan milli ruhu kurutmayalım. Gaye haline getirilen her vasıta, çürür gider. Senin hak ve adalet ölçün, mefkûren (idealin, kutsalın, değerin) ne ise, vasıtaları ona göre ve o şuurla kullanırsın. Bu düşüncelerde bile buluşamıyoruz. Batı’nın uşaklığını yapan, katliamlarına ‘uygarlık’ diyenlere hiçbir şey anlatamıyoruz. İşimiz çok zor. Özürlülere gerçekleri söylemek, göstermenin zorluğu bu! Hele Sekülerleşen paganistlere, Kemalistlere…
Mümin kimliğimize dönelim. Bu öze dönüşün tek yolu var: Ruh köklerine dönmek, yeniden Müslümanlaşmak ve dirilip ayağa kalkıp aidiyetini unutmayıp aşağılık kompleksinden kurtulmak. Mazlum, masum, mağdur insanların üzerine bomba yağdıran devletlerin, yaptığı ve yapacağı zulüm, kendi sonlarını getirir. Çünkü devletler, küfürle değil; zulümle yıkılır. Her şeye rağmen Türkiye, dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve zorbaların kâbusudur. Bütün büyük doğumlar sancılıdır ve büyük sancıların çocuğudur. Yeter ki, umudumuzu yitirmeyelim, geleceğimizi doğru adımlarla inşa edecek bir diriliş, duruş, var oluş sergileyelim. Çektiğimiz hasreti bitirelim. Bu hasret neyle nasıl bitecek?
Lider Türkiye ve başındaki meydan okuyan Liderle. Çünkü: Türkiye; milletin, ümmetin, insanlığın, bütün mazlumların umudu. Dünyanın ruhu, zorbaların kâbusu!
Mağfiret, rahmet, bereket ayı Ramazan ayına yaklaşırken; kendimize, özümüze dönüşün, kendi değerlerimizle buluşmanın günleriyle karşılayalım. Rabbimizin hep açık tuttuğu tevbe, istiğfar kapılarından istifade etmeyi nasip etsin. Bizleri affetsin.
Rabbimiz! “Sen affedicisin, affetmeyi seversin. Bizleri affet!”