Ramazan ayının bir haftasını geride bırakıyoruz. Vahyin taşıdığı barış, huzur, saadet, güvenlik ve özgürlük tek çeşit değildir; duygu, düşünce ve eylem olarak bireyin bütün hayatını kapsar. Sadece bireysel değil toplumsal barış, huzur, saadet ve güvenin de tesisi fıtratla aynı kaynağa ait olan vahyin diriltici soluğuna muhatap olmakla gerçekleşir.
Ramazan-ı Şerif’i idrak ederken, dünyanın neresinde olursa olsun açların, yoksulların, mahrumların, mağdurların, zulme uğramışların haklarına dikkat kesilmek, onların dertleriyle dertlenmek acılarına ortak olmak, yaralarını sarmak hepimizin vazifesidir. İnsanlığın barış ve huzuru için hayrın anahtarı, şerrin kilidi olmak, yeryüzündeki bütün Müslümanların sorumluluğudur.
Kur’an’ın kadrini, kıymetini bildiğimiz müddetçe ihya etmiş oluruz. Kur’an-ı Kerim’in hak, hakikat, ahlak ve adalet ilkelerine sarıldığımız ölçüde bir ömre bedel manevi gelişmeler yaşayabiliriz. Tabii ki Dinimizin yaşanmasını belli gün ve gecelere tahsis etmeden…
Ramazan’ın her gecesini ‘kadir’ bilmeliyiz. Zihinleri ve gönülleri Kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre yeniden inşa etme, onun hayat veren soluklarıyla yeniden dirilme geceleridir bu ayın geceleri. İmana, merhamete, şefkate, muhabbete sarılma, kendimizi hesaba çekme ayıdır. Gecesiyle, gündüzüyle…
Bu ay bizim için çok önemli. Allah Resulü ve dostları “her namazı son namazın gibi kıl” diye öğüt verirler ümmetine, evlatlarına. Bu aya da son Ramazanımız gibi sarılmalıyız. Her gününe son orucumuz, son iftarımız, son teravihimiz, son sahurumuz gibi. Mağfiret kapısının açıldığı son saatler gibi. Rabbimizin rahmeti sonsuzdur. Bu mübarek ayda Müslüman olduğumuzu bir kere daha idrak etmeliyiz. “Bir hurma ile olsun cehennemden korunun” öğüdü ile yetiştiren bir Peygamberin izinden yürümekteyiz. Bir lokma ile olsun cennete yaklaşmalıyız. Bir tarih, bir coğrafya şuuruyla bakmalı gönül haritamıza. Bir buçuk milyarlık kardeşlerimizin dünyasındaki yerimizi-yurdumuzu iyi tespit etmeliyiz. Göğsümüzü gere gere “Ben Müslümanım” demeli. Rabbimizin bize bahşettiği ve hiç kimsenin söküp alamayacağı bu izzet ve şeref bizim en güzel şeref madalyamız, üstün hizmet belgemiz. Bize enjekte edilen utançlardan, putlaştırmadan, ezikliklerden, aşağılık kompleksinden kurtularak ebedî yolculuğumuzun azığını taşıyacağız. Gecelerimize, gündüzlerimize, yeniden mânâ yüklemeliyiz. Bu ayı, geçmiş senelerimizin kefareti gibi yaşamalıyız. Bu ayı, geçmiş bütün ayların, günlerin, gecelerin eksikliklerini tamamlayan bir “Allah ikramı” gibi görmeliyiz. Bu “azık ayı”mızı iyi değerlendirmeliyiz. İbadetlerin âdetleştirilip, âdetlerin ibâdetleştirilir hale getirilmesine de çok dikkat etmeliyiz. Farkında olmadan bazı organizelerin yaptığı birkaç örnek vereyim. Şehir şehir, cami cami dolaşmak Ramazan’la bağlantısız işlerdendir. Adeta Müslümanlar için tatil ve gezi sezonuna dönüştürülmüş bir Ramazan anlayışı; ruhsuz ve ihlassız bir anlayıştır. Camileri büyüklük veya tarihçiliklerine göre ölçüp gezmek, onun türbesini ve eserini resimlemek, Allah’ın ibadet olarak saydığı amellerden değildir. Buna göre mü’min, Ramazan’ın feyizli bereketli anlarını gezilerde, ziyaretlerde harcamamaya özen göstermelidir. Ramazan ayında hangi cadde ve sokaklarda, hangi trafikte gezilebilir ki göz, kulak ve dil günahlara bulaşmış olmasın. Bu hususta tavsiye edilen, cami gezmelerinde düşünülmesi gereken itikâftır.
Sürat çağında ömürler de jet hızıyla geçiyor. Eskiden günler daha uzun gelirdi; insan, zamanı nasıl geçireceğini bilemezdi, şimdi zamanlar yetmiyor ne işe yetiyor ne sohbete ne kitap okumaya ne eşe dosta ayırmaya. İçinde bulunduğumuz toplumu içten içe çürüten-yozlaştıran “Dünyevileşme hastalığı!”nın farkında mıyız? Bereket, mağfiret, rahmet ayı olan bu mübarek Ramazan bizlere bunları hatırlatmalı, nefs muhasebesi yapıp kendimize çeki düzen vermeliyiz. İslâm’ı da her zaman, her hal ve şartta yaşamalıyız.
Yapılan günahlar, isyanlar, (haram-helal, günah-sevap, meşrû-gayrı meşrû) sınırlarının ihlali, bunların sonuçları, bizi “toplumsal patlama”lara götürüp “cinnet toplumu”nun bireyleri haline getiriyor. En basiti, zenginliği paylaşamayan insan, yoksulluğu paylaşmak mecburiyetinde kalacak belki. Bu problem, siyasi ve ekonomik olmanın ötesinde, ahlâkî bir sorun. İnsanlık, ihtiyaçlarıyla ilgili bakış açısını çaresizce değiştirecek. Gönüllü olarak yapmadığı şeyi mecburen yapacak! Halbuki bu ayda iradesini kullanarak ayet ve hadislerde çok geçen “infak” kavramının gereğini yerine getirse maddi problemler biter. En büyük kültürel katliam, önce eğitim sonra da medyalar üzerinden gerçekleştiriliyor. Eğitimimize (kesintisiz 12 yıl) kendi değerlerimiz hâkim olmayınca da sonuç vahim! Gençlerin durumu ortada. Mukaddesler olmazsa değerlilik ve düşünce de olmaz. Manevi değer ölçüleri ve hükümleri kalmaz. Hiçbir manevi değer hükmünü tanımayan bir insanın düşüneceği şey menfaatidir. İnsanın “maddi-akli” kabiliyetleri bir güçlülük silahı gibidir. Nefsin emrinde olursa daha çok şerre hizmet eder. Şu bağnazlıktan, ölçüye uyma yerine ölçü koymaktan, değerleri ile hareket yerine değersizleşmekten kurtulalım. Hırs ve ihtirasın sağduyu sahibi insanları ne hale getirdiğini buradan da anlayabiliriz. Hayata sokulmayan, camiye hapsedilen din anlayışı bizde olmaz. Aramızdaki muhabbet ve kardeşliği zedeleyecek her türlü söylem ve eylemden uzak duralım. Deizmin ve ateizmin hızla yaygınlaşmasının bir başka sebebi de İslâmî kesimlerin güçle, parayla, lüksle ilişkilerini İslâmî ilkelere göre değil, İslâm’la taban tabana zıt davranış biçimlerine göre kurmalarıdır. İslâmî kesimlerin haram helal, hak hukuk gibi konularda İslâmî ilkelere göre hareket etmemeleri, yolsuzluğu, haksızlığı, haramı önleme konusunda kayıtsız kalmalarıdır. Ahiret inancı olan bir toplumda bunlar yaşanmaz. İslâm’la ilişkiler, kopma halinden kurtarılmalıdır. Hayat tarzı olan İslâm’ı cami Müslümanlığından çıkaralım. Ramazan ruhunu, her yere yaşayarak taşıyalım.