Son zamanlarda piyasaya yine ‘28 Şubat’vari konu mankeni hocalar sürülüyor. Hayat tarzı olan dinimiz, tartışılan bir din haline getiriliyor. Camiler ‘yaşlılar kampı’ haline geldi/getirildi. Cami merkezli, kıble merkezli bir hayat kaybedildi. Kendi kavramlarımızla düşünmenin yerini Batı aldı. Hangi düşünce, görüş, cemaat mensubu olursa olsun (yaşasak da yaşamasak da) dinimizi bilmemiz, öğrenmemiz, ölçü koyma yerine dinimizin ölçülerine uymamız şarttır. Sosyal medyanın esaretinden kurtulmamız da.
Asıl mesele şurada: Kendimize, özümüze dönme. Zihin işgalinden kurtulma! Zihnimiz, zeminimiz, zamanımız işgal altında. Dijital işgal altında oluşumuz, başkalarının belirlediği gündemin güdümünde gidişimiz, bana Peygamber Efendimizin; her hal ve şartta gündemi belirlemesini hatırlattı. Hatırlatmakla da kalmadı.
“Yaşayan Kur’an” olarak kendini tarif eden Resulullah’ın ümmetinin de ‘Yaşatan Kur’an’ izini sürmesi gerekmez mi? Peygamberimize nasıl çağdaş oluruz? Evrensel mesajını bütün insanlığa, varlığa ulaştıramaz mıyız? Bu sorumluluğu ve yükümlülüğü taşıyamaz mıyız?
Sevgili Peygamberimize daha ilk vahiyde “elbiseni temiz tut ve kötülüklerden hicret et” denmesinin anlamı da yaşananlara tâbi olmayıp yaşayanların Peygamberimize tâbi olunacağının ifadesi. Daha peygamberlik görevinin başında bir gündem belirlemesi, başlatması istenmektedir kendisinden.
Dolayısıyla bu gündemi belirleyip hayata geçirme günümüzde de tam manasıyla uygulanabilirse; o zaman çok şeylerin değişeceğini, ahlaksızlığın mum gibi erimeye başladığını ve bâtılın zeval bulmaya yüz tuttuğu görülecektir. Zaten işin aslına bakılırsa; uluslararası sistemin ve yerel uzantılarının, Müslümanların varlığını bir tehdit olarak görmeleri de onların ahlâkî duruşlarından kaynaklanıyor.
Müslümanların ahlâken küresel değerlere (esasen Batılı ya da Amerikan tipi hayat tarzına) itiraz etmelerinden. Eğer, bu itiraz kesilirse Müslümanlarla bir sorunu kalmayacaktır. Mekke döneminde Peygamberimize “Muhammedül Emîn” diyerek hicret öncesi en kıymetli değerleri olanları Resulullah’a teslim eden müşriklerin, Peygamberimizin tek hak din İslâm’ı tebliğe başlayınca yapılanlara tarihi, sosyolojik, psikolojik, kamu ve hayat tarzı açısından bakılınca benzer hadiseleri şimdi yaşadığımız görülecektir. Müslümanlar; her durumda gündemi belirleyen Peygamberini örnek alarak, sünneti seniyyeyi hayatına taşırsa, vahyin hayata müdahalesini kendi kişiliklerinde ve sosyal, bürokratik devlet hayatlarında da pratiğe (uygulamaya) götürürlerse, işte o zaman batıl zail olacaktır.
Zaten Kur’an-ı Kerim teorik ve soyut teklifler ortaya koymuyor; tamamen pratik, tamamen hayata ait, tamamen insan hayatında uygulanabilirliği olan emirler ve yasaklar vaz’ediyor. Kitabullah sık sık Peygamberimize ve onun şahsında bütün müminlere “emr olunduğun gibi dosdoğru ol” buyuruyor. Kur’an’ın emrettiklerini yapan, yasaklarından kaçınan gerçekten dosdoğru olur. Hz. Peygamber’in saçlarını ağartan sorumluluk da budur. O “Hûd sûresi benim saçlarımı ağarttı” buyurur.
Zira bu sûrenin 112. ayeti: “Sana tâbi olanlarla birlikte yolunu dosdoğru tut” buyurur. Kur’an’ı okumakla, öğrenmekle iş bitmiyor; asl olan uygulamak, yaşamak. Bizi Batı’nın kavramlarıyla düşündüren, güdülen bir toplum haline getirilen bağımlı kılan, yaşadığımız toplumda dinin sâbiteleri ile değişkenlerinin düşünülemez hale gelmesi, imanımızın icaplarının amele dönüştürülmeyip mazeretlere/bahanelere sığınılması; dinimizi hayata müdahale etmeyen bir din anlayışına götürdü. Rabbine kayıtsız şartsız teslim olan ve bu teslimiyetinin gereği olarak esenliğe, barışa, huzura, saadete, güvenliğe, iyiliğe kavuşan kul vardır.
Peygamberimiz aleyhisselam, cahiliye müşrikliğinin devlet olduğu bir dönemde ve toplumda davet görevini üstlendi. O, insanları Allah’ı tanımaya ve Onun dinine uymaya çağırdı. Onlara şirksiz inancı, doğru yaşayışı ve güzel ahlakı öğretti. Tevhid sistemine dayalı bir düzen oluşturarak insanlığın hayrı ve dünyanın ıslahı için çalıştı. Ayrıca Peygamberimiz, dine gönül açıp iman değerine erenleri eğitti. Onun eğitiminden geçen ilk nesil Müslümanları, yeni dinin çelik askerleri oldular.
Tarihte eşine rastlanmamış bir fedakârlık örneği göstererek hem İslam’ı hayatlarına hem de başkalarına taşıdılar. Böylece onlar, beklenen ve özlenen nizamın yeryüzündeki ilk temsilcileri ve tebliğcileri oldular. Resulullah, risalet öncesinde toplumda yaygın insan tipinden farklı birisi olmasına ve bu sebeple herhangi bir tepkiyle karşılaşmamasına rağmen, daha Risalet’in ilk günlerinde şiddetli bir muhalefetle karşılaştı.
Çünkü artık eskiden olduğu gibi yanlışa müdahale etmeyen birisi değil, ebedi hakikate uygun hayat tarzına sahip olmak suretiyle yanlışa müdahale eden birisi olmuştu. Mevcut yapıyı sadece eleştirmemiş, inancın ve daha da önemlisi hayat tarzının doğrusunu ortaya koymaya başlamıştı. Bu değişime ise kendisinden başladı. “Elbiseyi temiz tutmak” deyiminin bir ilahi emir olarak kendisine bildirilmesiyle, önceden beri sürdüre geldiği her türlü ahlaksızlıktan, edepsizlikten uzak durmayı hayatın bir ilkesi olarak kabul etti. Buna bağlı olarak her türlü pislikten uzak durdu. Kur’an, elçisinin şahsında doğrudan hayata müdahale etti. Kur’an hayata müdahale edince, başta müşrik liderler olmak üzere eski Mekke sisteminden bir şekilde çıkar sağlayan herkes rahatsız oldu.
Mevcut hayat tarzına alternatifin sunulmuş olması büyük bir değişimi kaçınılmaz kılıyordu ve bu değişim müşrik liderlerinin işine gelmiyordu. Bu sebeple Resulullah’a karşı “Biliyoruz sen yalan söylemezsin; insanları aldatmazsın. Ama seni reddediyoruz. Ama esasında seni değil, senin getirdiğin şeyi reddediyoruz” diyorlardı. Hz. Peygamber ve çevresindeki mü’minler doğru ve güzel bir hayat modelini ortaya koydukları zaman Mekke sisteminin büyüsü bozuldu; batıl parçalanıp yok olmaya başladı.
Bu örneği bugünün Müslümanlarına, bugünün dünyasına taşıyacak olursak, bizim sadece fikrî veya felsefi boyutta İslam’ı anlatmamız çok fazla bir şey ifade etmez; çünkü bu dünyada her türlü inanç, her türlü düşünce bir şekilde var ve olmaya da devam edecek. Kur’an’ı hâkim (egemen) kılabilmek, Kur’an’ın temsil ettiği hakikati egemen kılmakla mümkündür. Bunu yapabilmek için Kur’an’ın konuşan dili, işleyen eli, yaşayan bedeni olma gerekiyor. ‘Müslümanım’ demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Amellerimizi mekaniklikten kurtaracak olan bir şuur hareketidir. Bunu da yapmadan adam gibi Müslüman olmak mümkün değildir. İnsan, Rabbiyle buluşamıyor. Tabii buluşmaya vesile olan kitapla (Kur’an-ı Kerimle) sünnetle ve hadisle (Peygamberimizle) irtibattan mahrum bırakılınca bu netice kaçınılmaz oluyor. Peygamberimiz hiçbir zaman başkalarının gündemiyle hayatını şekillendirmedi. Sürekli gündemi belirleyen Peygamberimizin sadece kendisi olmuştur. Savunma konumundayken, 23 yıllık vahyin tarihi boyunca bile.
Mekke dönemi Müslümanların müdafaa dönemi olduğu halde müşriklere tâbi olmadı. Batı’nın özne, bütün Müslümanların nesne olarak yaşamaları; İnandığımız gibi yaşamayınca yaşadığımız gibi inanmaya başlar hâle geldik. Sabiteleri değişkenlere kurban etmeyelim. Kur’an-ı Kerim’e tâbi olalım. Dayatılan, alıştırılan (Kemalizm, laiklik gibi) kutsal yerine konulan âdeta putlaştırılan sanal/sahte ölçüler paganizmdir. Biz Müslümanlar; tek dünyalı değiliz. Gâyemiz; küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Her durumda gündemi belirleyen bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu da unutmayalım. Kendimize, özümüze dönelim. Zihin işgalinden kurtularak ebedî yolculuğumuzda araçları amaçlaştırmayalım! İmtihan dünyasını kazanarak öbür âleme gidelim.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/gundem-belirleyen-bir-peygamberin-ummetiyiz-42950.html