YAŞAR DEĞİRMENCİ - FİTNE DEVRİNDEYİZ! HELAK OLAN TOPLUMLARA BAKALIM İBRET ALALIM! - 19 Temmuz 2024 Cuma

YAŞAR DEĞİRMENCİ - FİTNE DEVRİNDEYİZ! HELAK OLAN TOPLUMLARA BAKALIM İBRET ALALIM! - 19 Temmuz 2024 Cuma

YAŞAR DEĞİRMENCİ - FİTNE DEVRİNDEYİZ! HELAK OLAN TOPLUMLARA BAKALIM İBRET ALALIM! - 19 Temmuz 2024 Cuma


Kur’an-ı Kerim’e dikkatle bakılırsa her peygamberin toplumsal bir probleme, sapkınlığa, erozyona ve istismara karşı başkaldırdığını görebilirsiniz. Peygamberler ‘yaygın ahlâksızlığın’ her türlüsüyle mücadele etmişlerdir. 

Günümüzün aktüalitesi bizi peşinden sürüklememeli. Peygamberlerin daveti, irşadı verdiği mücadeleleri vahyin ışığında değerlendirdiğimizde âyetler bugün nazil olmuş gibi tazeliğini koruyup yolumuzu aydınlatıp bizleri ibret almaya, helak olan kavimlerin düştüğü hata, isyan ve tuğyana düşmemeye çağırıyor. Hele son zamanlarda gazetelerin tam sayfa reklam aldıkları yüksek binalara aşırı rağbeti görünce ister istemez Ad ve Semud kavimlerini Hz. Hud ve Hz. Salih Peygamberleri hatırlamamız gerekiyor. 

Allah’ın kendilerine bahşettiği zenginliğin kendilerinden kaynaklandığı yanılgısına düşerek, zenginliğin ve kimseye muhtaç olmamanın verdiği duyguyla büyüklük ve kendini beğenmişlik hastalığına tutulanların akıbetleri, hazin sonuçları bizleri kendimize, fıtratımıza döndürmeli. O günün zengini (varlık sahibi) ne yapıyordu? İnananları kendileri kadar zengin olmadıkları için küçümsüyor, onlarla dalga geçiyorlardı. Sanatlarına, kuvvetlerine, evlerinin ve kalelerinin sağlamlığına güveniyor, kendilerini azap ve yok olmaktan korur zannediyorlardı. Zorbalıkla, terör ve azgınlıkla geçiniyorlardı. Refahın verdiği şımarıklık ve dünyevileşmeye karşı kendilerini uyaran Hz. Hud’u yalanlıyor, söylenenlere kulak asmıyorlardı. Âd kavminin hikayesi, Cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesidir. İnsanlık tarihinde dillere destan olmuş efsanevi İrem Bağları’nın sahibi olan bu uygarlık Ahkaf’ta kurulmuştu. Ad kavmi, refahın verdiği şımarıklık sonucu Hûd peygamberi dinlemedi ve helake uğradı. Maddi refah ve imkânların şımarttığı bu kavim, dünya nimetlerinden istifade adına her türlü gayreti ortaya koyuyordu. Onlar dünyevi rahatları için her türlü vesileyi meşru görüyorlardı. Her türlü ‘sosyal dengesizlik’ topluma hâkim olmuştu. Mutlu ve putlu bir azınlık yüksek binalarda, havuzlu evlerde, bağlar-bahçeler içinde yaşarken fakir ve zayıflar eziliyordu. Âdeta yaşadıkları hayat tarzını dinleri haline getirmişlerdi. Allah’ın gönderdiği dine ve Peygamberlerine uyup ona tâbi olmaları gerekirken kendi düşünce, inanç, örf ve âdetlerini dinleri haline getirip tek ölçü olarak bunları aldılar. O lüks/konfor/israf/ dünyevîleşme içindeki hayat tarzlarının gerekleri ‘hâceti asliye’den sayılır hâle gelmişti. O hayatlarını kaybetmemek için yapamayacakları şey yoktu. Bugünkü insanlığın durumu da bundan farklı mı? 

Meselâ Ad kavminin yaptıklarını bugüne taşıdığınızda sadece zaman ve zeminin yer değiştirdiğini görürsünüz. Bina yapmak maksadıyla dağları oymaları, o kadar ileri gitmişlerdi ki o kavmin zihinlerinde bu binaların onları ölüme, hava tesirlerine (âfetlere) karşı koruyacağı düşüncesi yerleşmişti. Ölümü hayattan kovmanın, dünyada ebedî kalacakmış gibi yaşamanın getirdiği sonuçtu bu! Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler. Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu. Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları imkânların, muhkem binaların, evlerin, evlatların onlara bir faydası olmamıştı. 

Semud ‘Ad’ın yaşadığı tecrübeyi yanlış okudu. Ad kavmi, helakini inşaat malzemesinin çürüklüğüne bağladı. Kum tepelerinin (Ahkâf) eteğinde bir medeniyet kurduğu için helak olduğunu düşündü ve gitti kayalardan kendisine muhteşem şehirler inşa etti. Fakat helak sebebinin yapı malzemesinden değil, insandan kaynaklandığını akıl edemediler. Ve sonunda “kaya gibi sağlam” mekânlarında onlar da helake uğradılar. Hz. Salih; serveti Allah’a yakınlığın ölçüsü olarak, yoksulluğu da Allah’a uzaklığın ölçüsü olarak gören bir zihniyetle mücadele etti. Yeryüzünde terör ve aşırılığı, azgınlık ve taşkınlığı yayanlara direndi. O gün yaşananları bugüne taşıyıp yorum yaptığımızda şu soruları sormadan geçemeyiz? Hz. Salih, kavminin aristokratlarıyla kavgalı değil miydi? Zulümlerine karşı dik durmadı mı? Ömrü, had-hudut tanımayan bu azmışları itidal ve istikamete çekme cehd ve gayretiyle geçmedi mi? Ölçü koyan Rabbinin âyetlerine çağırmıyor muydu? O Peygamberin dâvetine icabet etmeyip kendilerini ve prensiplerini dinin yerine koyanların onlardan ne farkı vardır? Hz. Ömer “Biz, yoklukla, kıtlıkla imtihan olduk kazandık. Varlıkla imtihan olduk, kaybettik” derken ne kadar haklıymış. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevazılığın, sade hayatın unutulduğu, hayru hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Tıpkı halimizi resmeden şu âyet gibi “…Yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkmadı. (Kendilerini kurtardığımız bir azınlık dışında) Zulme eğilimli çoğunluksa, ayartıcı dünyevî zevklerin peşine takıldılar ve günaha gömülüp gittiler.” (11 Hud 116) 

Daha önceki ümmetlerden peygamberlerin getirdiğine inanıp tâbi olmayarak kendilerine yazık edenler değişik şekillerde azaba muhatap olmuşlardır. Nitekim Hz. Nûh’un kavmi tûfanla, Hûd’un kavmi şiddetli rüzgârla, Hz. Salih’in kavmi depremle, Hz. İbrahim’in kavmi sinekle, Hz. Şuayb’ınki ateşle, Hz. Lût’un ise yerin altını üstüne getirmekle helâk edilmişlerdir. Nitekim Kur’an’da bunlara şöyle işaret edilir: 

“Onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgâr gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk.” (29 Ankebut 40) 

 Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerîm’de yeryüzünde gezip önceki ümmetlerin akıbetlerinin nice olduğunu araştırmayı, onların hâlinden ibret almayı emreder. Onların güçlü kimseler olmasına rağmen nefislerine zulmettiklerini/kendilerine yazık ettiklerini ifade buyurur. 

Dünyada verilen bütün nimetlerin birer emanet ve ‘imtihan vesilesi’ olduğunu unuttu insanlık. 

Emanete ‘mutlak mülkiyet’ olarak baktılar ve emanete ihanet ettiler. Emanet sadece servet değildi. Kendileri de bir emanetti. Allah’ın emaneti. Fıtratın dışındaki hayat tarzlarıyla, kendilerine de ‘nimet emanetleri’ne de ihanete devam ettiler. Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlaka davet, makul görülmez. Bunu yapanlar, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. Böylece ‘ahlaka davet’ boğulmaya çalışılır, ahlaksızlar rahat eder. 

Bu ikazı ve daveti yapanlar, lüks ve israf içinde, konfor ve refaha gömülmüşlerin huzurunu bozar, rahatlarını kaçırırlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle!

Kıyamet hesabı yapıp ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapmalı, ‘Peygamberler Tarihi’ ve ‘Toplumların helak sebebi’ gibi kitaplarla haşir-neşir olmalı, ibret alıp nefs muhasebesini gerçekleştirmeli. 

Vakitleri yoksa Sezai KARAKOÇ’un sadece ‘Tufan’ yazısı bile yeter ibret alanlar için…

 

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/fitne-devrindeyiz-helak-olan-toplumlara-bakalim-ibret-alalim-45988.html