Bize hiçbir harici ideolojik baskı veya propaganda, kalıcı ve parçalayıcı zararlar veremez. İçten yakalayabilecekleri hassasiyet noktaları bulurlarsa, istismar kancalarını o yumuşak dokulara saplayabilirlerse için rengi değişebilir. İnsanı ve onun dünyasını bozup kirleten bir medeniyetin amacı yoktur. Sadece putları vardır. Nefs putu, para putu, şehvet putu, gösteriş putu gibi.
İslam, irade sahibi kılınan ve sonucuna katlanmak şartıyla isterse yanlış, kötü şeyleri de tercih edebilen insanın, inanç ve hayat tarzında sadece Allah’a teslim olup, hayatını Allah’ın belirlediği ilke ve şartlara göre sürdürmesi olarak anlam kazanmaktadır. İslam’ın anlam dairesi dikkate alındığında insanla ilgili ilginç ve önemli bir durum açığa çıkmaktadır.
En korktuğum şeylerden biri, mahiyetleri itibarıyla birbirinden ayrı düşünülmesi gereken İslâm ve demokrasinin birbiriyle karşılaştırılması, kıyaslanması, üst üste getirilerek çakıştırılması ya da karşı karşıya getirilerek çatıştırılmasıdır. Bir kere İslâm bütüncül bir inanç sistemidir ve kaynağı ilahidir. İslâmi bilgi sistemi, meşruiyetini vahiyden alır. Demokrasi ise en yaygın ve makul tanımları dikkate alırsak bir siyasal rejim, bir yönetme tarzı ve üslubudur. Dolayısıyla kaynağı açısından beşeri, dünyevi ve değişkendir. En öncelikli, yaygın ve kabul görmüş ilkeleri “hukukun üstünlüğü” ve “temel hak ve özgürlükler”dir. Bu insani değerleri öncelemeyen ve garantiye almayan bir sistemin adı demokrasi olamaz. Bu ilkeler bazında demokrasiyi İslâm’ın hasmı ya da karşıtı sanmak elbette bu ikisini de bilmemek demektir. Bunun karşısında bir din olan ve kaynağı ilahi olan İslâm’la bir yöntem olan ve kaynağı beşeri olan demokrasiyi birbiriyle örtüştürmek, aynı saymak ya da birbirinin yerini tutan şeyler sanmak da en az yukarıdaki kadar yanlıştır. Demokrasinin “hukukun üstünlüğü”, “insanın temel hak ve özgürlükleri” gibi hedefleri, İslâm’ın da toplumsal hedefleri arasında yer almaktadır.
Her şey insan için ve insanla başlamalı, sonra insan bir üstün varlıkta çözümlenip mihrakına oturtulmalıydı. Bütün hükümleriyle dünyaya sıkıca bağlanan insan, dünya döndükçe değişmeye mahkûm ölçüler içinde, her yeni sabaha bir başka buhranın rüyasında gözlerini açtı. İnsan hakkında yanlış bir hükümle yola çıkan düşünce, onu ikiye böldü ve mutluluğunu yalnız dünya nimetlerine bağladı. Hızla dönmeye başlayan tekniğin dev çarkları gittikçe büyümeye başladı, sonunda batının yalnız insanını aştı. Bir büyük değişmezden rengini alamayan insan, kendi başarılarına rengini veremedi. Teknoloji insan için, ona dünya nimetlerini vermek için olacakken, insan teknik için ve onun bir unsuru olmaya yüz tuttu. Şimdi insanlar bilgisayarın, internetin dünya nimetlerinin hizmetindedir. İnsanlık her halde dünyaya sürtüne sürtüne, başını dünya nimetlerine vura vura terbiye olacak ve -Allah bilir ne zaman- aydınlığını vermeye başlayacaktır.
Tekniğin, Avrupa’dan insanlığa sunduğu yeni dünya, nice imkanlarını insanoğlunun önüne sermişken, asrımızın insanı kendi değerlerine/kutsallarına bağlı bir hayat yaşamıyorlar. ‘İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar’ sözüyle hareket eder hale geldiler/getirildiler. Mü’min kimliğine aidiyeti unuttular/unutturdular. Sonuçta, insan, belli ki bir buhran geçiriyor. Bu krizi gören bir pencere de, asrımızın süratidir. Dünyamız, 19. asırdan bu yana, insanı da içine alan ve onun hayalini zorlayan bir hızla değişmelere sahne oldu. Bu değişim ‘biz kalarak değişmek, değişirken biz kalmak’ meselesiydi. Teknik buluşlar her gün yepyeni imkanlar peşinde koşar, yer yüzünün çehresi her geçen gün biraz daha değişirken, haber-yayın-ulaştırma araçlarının sürati insanı birdenbire bütün dünya ile yüz yüze getirdi. İnsan şaşırdı; gelişmeler, bir yandan da tutunabileceği dalları kırıp dökmüştü; tutunamadı. İnsan, varlığı yorumlamak ve kendisine bir dünya kurmak zorundadır. Yorumlayabildiğimiz ölçüde varlıkla iç içe, aksi halde ona yabancıyızdır. Bu son yüz yılı dolduran değişmeleri, insan gereği gibi yorumlayamadı ve onlara yön verip, renklendirmekte aciz kaldı. İnsan, bu değişim furyasında tutunabilmek, bu sürat içinde boşluğa savrulmamak için, dünyaya bu kadar yaslanmamak, bir başka dayanak bulmak zorunda idi. Yalnız dünyayı bilen, dünyaya sımsıkı sarılıp, varlığını maddede çözümlemeye kalkan insan, elbette maddenin değişmesi ile değişmeye mahkûm olacaktı.
Şimdi, dünyamızı sarsan dengesizlikler için, Allah’a yüz çeviren insanlara, şeytanın kahkahasıdır, dense yeridir. Her muhatabına namazın her rekatında tekrarladığı Fatiha ile silinmez şekilde bir “biz” bilinci aşılar. Müslümanları bir ümmet kılan işte bu bilinçtir.
İslam, ideal birleştiricidir. Ayakta ve hayatta tutucudur. Gayr-i şuuri olarak bile, “İslam’dan alan” faydasını görür. İslam, hayat dinidir. Hayatın gerçekleri İslami yoruma ve değerlendirmeye tabidir ve muhtaçtır. Müslümanları bölüp parçalayan herşey, tek tek her Müslümanın aleyhine sayılıp başta reddedilmelidir. İsterse küçük ve mevzi faydalar mülahaza edilsin. Müslümanların bütünlüğünü pekiştiren her samimi adım da muhterem bilinip alkışlanmalıdır. Şu bir gerçektir ki, iş ve güç birliği yapma yolunda mü’minlerin ortaya koyduğu irade, İslam’ın küresel vahdet projesi yolunda atılmış bir adım sayılacaktır. Bunun tersi de geri bir adım, sayılmalıdır.
“Doğruların, iyilerin, faydalının, güzelin ortak paydası İslam’dır”ı unutmayalım. Yanlışın, kötünün, zararlının, çirkinin (Topyekün “menfi”nin) ortak paydasının ‘inkâr, dalâlet, gaflet’ olduğunu da.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/fatiha-ummete-silinmez-sekilde-bir-biz-bilinci-asilar-43358.html