Kendi düşüncesinin veya bağlı bulunduğu cemaatin dışındaki herkesi dışlama hastalığından bir türlü kurtulamaz haldeyiz. Şu hadisi şerifi zaman zaman hatırlamalıyız: “Yahudilik yetmiş bir, Hıristiyanlık yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Hepsi cehennemlik olacak, sadece benim ve ashabım gibi inanıp yaşayanlar kurtulacak.” Yani Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bozulup hak yoldan çıkması, bu kadar çok fırkalara ayrılmaları sebebiyledir. Resulullah Efendimiz bugünleri görürcesine “Pek çok fırkaya ayrılma benim ümmetimin de başına gelecektir. Helak edici bu musibetten kurtulmanın yolu, Kur’an-ı Kerim’i anlamada Sünnetin ve sahabe uygulamasının ölçü ve örnek alınmasıdır. İhtilafa düştüklerinde bunda birleşmelidirler.” Hadisin açıklaması gibidir.
İnsanoğlu, tabiatı gereği diğerlerinden farklı düşünebilir. Ama hakikatin şaşmaz ölçüsü kişisel düşünceler değildir. Dinin asıllarında farklı düşünmelerin olduğu bir yerde doğrunun ölçüsü, Resulullah’ın sünneti ve onun talim ve terbiyesiyle sahabenin inanıp yaşadığıdır.
Kafaya göre din olmaz. Kendi görüşüne, inanışına, ideolojisine göre din olmaz. Kendi ölçülerine, yetişme/yetiştirilmelere göre de din olmaz! Vahye dayanmayan, onun uygulayıcısı Peygamber Efendimizin sünnetine (Allah ve Resulünün) konmayan hiçbir ölçü olmaz. Bugüne, yaşadıklarımıza, günün şartlarına gelince, bu zamana ve şartlara göre değişebilir. Bu hususta da dinin sâbiteleri (değişmezleri) ile değişkenleri iyi bilmek ve kavramak gerekir. Sâbitelerini yitirdiği zaman, değişkenleri sâbite katına yükseltmekten çekinmez. Kaçınılmazdır bu. Öyle ki: “Ayet-Hadis-Sahabe sıralaması” göz önünde bulundurulmadan ‘büyüklerimizin buyurduğuna göre…’ demeye başlanınca, ölçü ve denge bozulur. İnsan, sâbitesiz/omurgasız ayakta duramaz. Ayrıca insanın, değişkenleri, sâbite katına yükseltmesi, zulümdür. Sadece kendine değil, bütün varlığa yaptığı bir zulümdür bu. Kur’an-ı Kerim’e uyacağımıza, Kur’an’ı kendimize uydurmaktır. Hastalık ve hastalıklı yapı bu! Yahudileşme temayülü de kendini üstün görmek, kendisinden olmayanı dışlamak, sadece ‘Ben’ demek. Tasavvuf veya tarikatın içinde bulunanlar da Şeriatsız tasavvufun olmayacağını düşünemezler. Bu, kendimizi Kur´ân´a uyduracağımıza, Kur´ân´ı kendimize uydurmamız anlamına gelir; buysa, kelle sayısı kadar Kur´ân´ın ölçüsü yerine zihin/kafa ölçüsüzlük çöplüğüne dönüşür. Müslümanların başına gelebilecek en büyük felâket de neye uyacağını bilememe/bulamamadır.
Hakikatin yegâne ölçüsü olarak kendi grubunun, ya da kendi üstadının söylediklerini görmek, Resulullah’ın verdiği o ölçüden uzaklaşmanın ve yerilen fırka olmanın en belirleyici özelliğidir. Bu durum ümmetin parçalanmasının ve helak olmasının ana sebebidir. Bunu idrak ettiğimiz gün ümmeti yeniden inşa etmeye başlamış olacağız. Şu anda ümmet olarak çektiğimiz acıların baş sebebi de budur. Yahudileşmenin kör taklididir aynı zamanda. Müminler dini anlamada ve onu kendi dini kılmada aklını ve fikrini kullanmayanlar dini asla doğru anlayamazlar. Alimlerimiz de “İmamı Gazali, anlamaya başlamasının, taklidi terk etmesiyle gerçekleştiğini söyler ve kör taklidi terk etmeyenin hakikati asla anlayamayacağını anlatır. Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamanın engellerini sayarken de onlardan birinin onu kişinin kendi mezhebi ve meşrebi çerçevesinde anlamak istemesi olduğunu söyler. Mesela herhangi bir ayeti kerimeyi anlamaya çalışırken, ‘bunun anlamı budur, çünkü bizim mezhebimiz, ya da üstadımız böyle söylüyor’ diye düşünen birisinin Kur’an-ı Kerim’i ve İslam’ı doğru anlaması mümkün olamaz” demektedirler. Elbette bunu, bilgiye dayalı olmadan aklına gelen her şeyi İslam sanma kör cehaletinden ve haddini bilmezlikten de ayırmak gerekir.
Resulullah Efendimiz ‘cahillik illetinin şifası sormaktır’ buyurur. İlmiyle meşhur sahabiler kafalarındaki acaba’ları Resulullah’a bile, hep sormuşlardır. Hatta Hz. İbrahim, Allah’a bile ‘ölmüş birisini tekrar nasıl yaratırsın?’ diye sorarak kalbindeki acaba’yı gidermek istemiştir.
(İlgili ayetlere bakabilirsiniz.) Aynı hata günümüzde kitaba ve sünnete bağlı tarikatlar ve bunun tam zıddı noktadakiler için de geçerlidir. Bunların da güzel taraflarını görememek, bizi onların ulaştığı hakikatlerden mahrum bırakır. Problem; böyle eğilimleri yegâne hakikat olarak görmede, ya da onların hiçbir hakikate ulaşamadıklarını sanmadadır. Yoksa sahih İslam anlayışının onlardan da alacağı çok şeyler olabilir. Mesela birinden bir türlü kazanamadığımız sevginin ve İslam kardeşliğinin güzelliğini, diğerinden dini bidatlerden arındırmayı öğrenebiliriz. Bunun için hafızamızı yeniden tazeleyelim.
İsabetle son zamanlarda söylenen; aşağısı iman, ortası ticaret, yukarısı hıyanet diye nitelenen bu hareketin bize en uzak tarafı sinsi ve aldatıcı olması. Cemaatlerden siyasilere yakın olanlar Ankara’da ihale takipçiliğine çıktılar. Ehli sünnet hassasiyetini kaybettiler. Nerede sade hayat. Nerede ‘dünyevîleşme hastalığı’ndan kurtulma, nerede Peygamberimizin “vehn” tehlikesi! Bizi aldatan bizden değildi. Rüyaların vahyin üstüne çıkarılması, liderin ulûhiyet vasıflarıyla vasıflanacak kadar takdis edilmesi, küffarı dost ve veli edinip onlara karşı süklüm püklüm olma, (Başındakine itaat adı altında ibretlik seçimde oy meselesi) Müslümanlara karşı şedit davranma bu hareketin temel özellikleri olarak hafızamızdan daha silinmedi. İslam’ı ve imanı anlatırken ne önceki peygamberler ne de Resulüllah Efendimiz olduklarından farklı göründüler. Aksine davetin daha ilk günlerinde Resulüllah’a ‘emrolunduğunu açık açık haykır’ talimatı verildi. “Kâfirlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa sizi ateş çarpar” buyruldu. Onlarca ayette “müminleri bırakıp inkârcıları dost ve veli edinmeyin” dendi. “Onlar istediler ki, sen onlara yağcılık/müdarat yapasın, onlar da sana öyle yapsınlar… Sakın bu alçaklara itaat etme” diye uyarıldı. Ama Allah’ın yapmayın dediği şeylerin hepsini çeşitli tevillerle yaptılar. (Devam edeceğim İnşallah…)
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/ehli-sunneti-kendi-inhisarinda-gormek-ehli-sunnet-midir-44287.html