YAŞAR DEĞİRMENCİ - DİNİMİZİ BİLİYOR MUYUZ? - 17 Aralık 2023 Pazar

YAŞAR DEĞİRMENCİ - DİNİMİZİ BİLİYOR MUYUZ? - 17 Aralık 2023 Pazar

YAŞAR DEĞİRMENCİ - DİNİMİZİ BİLİYOR MUYUZ? - 17 Aralık 2023 Pazar


İnsanlık, İslam’a yaklaşmadan, bir başka deyişle İslam’a olan uzaklığını azaltmadan hiçbir meselesini çözemez. Evrensel gerçek budur. Bu medeniyeti teknoloji kurtarmaz. Böyle giderse teknoloji kendi pisliğini bile temizleyemez. Denge bozulmuşsa hızın artması sadece felaketli neticeleri çabuklaştırmaya yarar. İslam “dinlerden bir din” değildir. İslam, hayatın uzağında veya dışında birtakım dar alan alışkanlıklarıyla veya merasimleriyle yaşanabilecek bir din değildir. Hayatın bütün zamanlara ve mekanlara şamil hakikatidir. Dünyanın sancısı, İslam’a, Kur’an’a yaklaşma ihtiyacının sancısıdır. Yaşanan her olayda bunu görürüz. 

 İslâm genel vasıfların dışında, özellik arz eden her hale ayrı bir reçete sunar. Hüzünlere batmış birine verdiği ilaçlar, nefsani tutkuların peşinde koşan birine verdiği ilaçlardan farklıdır. Fakat hepsinde, gözetilen denge sıhhatinin kıvamı ve duyarlılığı aynıdır. İslam’ı yaşama iddiasında olanların ölçülü, dengeli, duyarlı, düşünceli, şefkatli, merhametli olmaları şarttır. Bütün bu ve benzeri özelliklerin tabilik içinde olması, bir hayat tarzı haline gelmesi icap eder. Hep fetva beklemek, hep bir yerlere başvurma ihtiyacı içerisinde olmak, samimiyeti zedeler. “Kalbinden al fetvayı” güzel bir hatırlatmadır. Sınırları aşmamak kadar, o sınırlar içinde sadece asgari icaplarla yetinmemek de önemlidir. “Bunları mutlaka yapmalısın, şunları da asla yapmamalısın” özetinin ötesinde, deryalar, ufuklar, dünyalar vardır. “Asgari insan”, “Asgari Müslüman” olmak yetmez. Her zaman daha iyi daha güzel insan ve Müslüman olmak ideali içerimizde capcanlı durmalıdır. İnanacaksınız, inanarak düşünüp hissedeceksiniz. Bu gerçekleşince insan da toplum da huzura kavuşur. Düşünceden kaçmayı dinlenmek zannedenler, çok kötü yorulurlar. Nereye giderlerse gitsinler, yüzme bilmeyen insanın çırpındıkça batması gibi, daha sıkıntılı durumlara düşerler. 

Hayatın üç temel unsuru vardır ki, yaşamanın manasını ve seviyesini onlar belirler: İnanmak, düşünmek, hissetmek. Bunlar sıhhatli ise denge vardır ve o denge, mutluluğu da başarıyı da getirir. Görevlerin, nasiplerin farklı olması, istikamet şartı varsa, hiç önemli değildir. Devlet adamı yahut işçi olmuşsun, zengin yahut dar gelirli olmuşsun, orada yahut şurada çalışmışsın; geniş ufuklara açılan yolu her durumda bulursun. Yeter ki; inanarak, düşünerek, hissederek istikamet üzere yaşa. İnsanların bugün; daha dengeli, daha bilgili, daha bilinçli, daha kişilikli, daha hür iradeli, daha mutlu olduğunu söyleyemeyiz.  

Hayatımızda, sahip olduğumuz aletlerin eşyanın gelişmişliğiyle övünen bir değer ölçüsü uygulamak kapitalizmin bile bin beteri bir “insan ihmali”dir. Bir Müslüman’ın, dininden dolayı kazanması gereken en önemli karakter vasıflarından birisi, belki birincisi, mukaddes değerleriyle yaşamasıdır. Yaşadığı toplumu iyi tanıyıp, hassasiyetlerini, zaaflarını, hastalıklarını iyi teşhis ve tesbit edip ifrat ve tefride düşmeden İtidal kavramının içinde “dengeli-ölçülü” olmanın bütün özelliklerini uygulamalıdır. Kötü örnek olarak, dinini bilmeyen hiç kimseyi dinden soğutma vebaline düşmemelidir. Şahısların dinlerini iyi temsil edememelerinden doğan kötü örnekliği de dine mal etmemelidir. İnsan hatalıdır. Dinimiz İslâm hatasızdır. Dini ifade eder kelimelerin bile bilinmediği bir toplumda yaşıyoruz. “Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır.” Ayetin ışığında düşünelim.

İslâmî anlayışa göre din, kısaca kişinin yaratılış amacına uygun bir hayat sürebilmesi ve bu amacı belirli bir disiplin içinde gerçekleştirebilmesi için kendisine yol gösteren kurallar bütününü ifade eder. Din bir tarafın kutsal buyruk ve egemenliğine diğer tarafın uyum ve bağlılığına dayalı ilişkileri düzenleyen bir kurum olmakla beraber, bu âyet-i kerîmeden, Kur’an’a göre Allah katında dinin ve dindarlığın değer taşımasının iradî bir teslimiyet üzerine kurulu olması şartına bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka anlatımla İslâmî telakkiye göre din, akıl sahiplerini kendi istek ve iradeleriyle hayra ve mutluluğa yönlendiren bir kurum, beşerin kendi seçimine dayalı fiillerini düzenleyen ilâhî bir kanundur. 

Kur’an-ı Kerîm’de İslâm kelimesinin geçtiği ilk yer bu âyettir. İslâm’ın sözlük anlamı, “bağlanmak, itaat etmek, teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak”tır. Terim olarak İslâm “Hz. Muhammed’in din adına bildirdiklerinin tamamını bütün varlığıyla benimsemek ve bunu ortaya koyan bir teslimiyet içinde olmak” demektir. Hz. Peygamber’in getirdiği hak dinin adı da İslâm’dır. İslâm dininin mensubu olan kişi müslim, Türkçe’de bu din için İslâmiyet ve Müslümanlık, bu dinin mensubu için de Müslüman kelimeleri kullanılır. 

İslâmî anlayışa göre din, irade ve akıl sahibi varlıklar arasında uyuşmazlıkları ve çekişmeleri önleyip uzlaşma sağlayan bir kanundur. Din sadece insanlar arasında değil insanlarla Allah arasında da bir mutabakatı ifade eder. Böylece Yaratanın iradesiyle yaratılmışların iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur 

Allah’ın hoşnutluğunu elde etmenin yegâne yolu O’nun bildirdiklerine bütünüyle inanmaktır. Buna göre nihaî hedef gerçeği arayanların Allah Teâlâ’nın razı olduğu çerçevede buluşmalarıdır ve ilâhî bildirimler için geçerli olan bu sürecin insanlığın aklına ve vicdanına yansıması kaçınılmazdır. İslâm bilginleri bu anlayışı “ümmet-i icâbet” ve “ümmet-i dâvet” şeklinde kavramlaştırmışlardır; bunlardan birincisi Hz. Muhammed’in bildirdiklerine bilfiil ve açık biçimde tâbi olma iradesini ortaya koyanları, ikincisi ise henüz bu düzeyde olmayan fakat işaret edilen yansıma süreci içinde bulunan potansiyel kitleyi ifade etmektedir. 

Geniş anlamıyla İslâm (Müslüman olma) hem kalp hem dil hem de davranışlarla teslimiyeti gerektirir. 

Tarihî bilgilerin ışığında, burada, ilâhî vahye muhatap toplumların vahyin sağladığı aydınlığı değerlendirip barış ve uygarlık yolunda ilerlemek yerine kişisel ihtiraslarla aklıselimi dışlamalarının, özellikle çıkar çatışmaları üzerine temellenen dinî fırkalara ayrılmalarının eleştirildiği söylenebilir. Bu uyarıya rağmen Kur’an’a inananların aynı hatayı tekrar etmeleri, ilâhî mesajı beşeriyete en güzel biçimde ulaştırma görevini yapamamaları medeniyet yarışında lâyık oldukları yeri almalarında önemli bir engel oluşturmuştur.