Sevmemekle düşmanlık yapmak, veren olmakla alan olmak, sosyal ilişkiler içinde olmakla onların kültüründe erimek arasındaki çizgiyi koruyamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Hatta daha da ileri gidip, kültürle akideyi, ibadetle onların hayat tarzını, ticaretle sömürülmeyi karıştırır hale geldik. Bu hercümerç içinde mutedil ve müstakim olmaya mecburuz.
Parti liderinin ‘camiye, siyasete ticarete dini sokmayalım. Laiklik ne kadar önemli bizim için. O olmadan bizim devletimiz olmaz.’ sözlerini nereye koyacağız? Her gün TV kanallarında, bizi bu hale getiren İslâm dışı düşünce ve uygulamaların sebebiyet verdiği vahim sonuçları tahlil ve tenkit yerine, hastalıkların hâlâ çâre olarak gösterilmeye çalışılmasına katlanacak mıyız? Laiklik, bu milletin sosyal ve imanî dokusuyla bağdaşmaz. ‘Laiklik’ dayatması bu milleti tam yüreğinden hançerlemektir. Toplumsal hayatın kapılarını (laiklik, demokrasi, vs. toplumsal hangi isim altında olursa olsun) dine kapatırsanız dinin zayıflaması devlet için tehlikedir. Asıl tehlike, laikliğin kutsallaştırılması.
Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. Siyaset bir araçtır. Onu amaç edinmemek şartıyla, insanın kendi amacı için kullanması zorunluluğu vardır. Biz kullanmazsak başkaları kullanır ve biz de göz göre göre olumsuz gelişmelere sadece seyirci kalırız. Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, “olan”a kendini uydurmak, elbet tasvip edilir bir davranış olamaz. Ama bunun tam zıddı, her şeyi reddetme, yani sadece tepkide bulunma, fakat yeni bir çözüm getirmek için hiçbir çaba sarf etmeme de, kabul edilecek bir tavır olamaz. Ülkeye sahip çıkmak, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Vasıta gaye haline gelmiştir. İnsan, kendini de ‘para, konfor, refah ihtirası’nın vasıtası haline getirmiştir. Anadolu’nun güngörmüş büyükleri: ‘Ya Rabbi akıbetimizi hayır eyle!’ derlerdi. Dedemin de bana öğrettiği yaptığı duaydı bu! Âdeta Âli İmran suresindeki 8. Ayetin işaret ettiği ‘imansız gitme tehlikesi’ne karşı duayı canlı tutma tavsiyesi.
Dünyevileşme hastalığı pandemi denilen salgın hastalığından daha da tehlikelidir. Bu hastalıktan imanıyla ölenler ebedî kalacakları ahiret hayatlarını kurtarmışlardır. Ya dünyevileşme hastalığı? Bu hastalığa bulaşanların dünyaları da ahiretleri de kötü sonla bitmiştir. Anadolu’nun güngörmüş insanları torununa ‘dua tedbiri’ öğretiyor. Şimdi bu Allah dostlarını, gönül dostlarını, kuru sevgi yerine muhabbetullahı kaybettik. Sanal dünyada dijital işgale uğramış vaziyetteyiz. Zihin işgali, ruh kirliliği, ‘insani hususiyetler hepsi gitti, dönmemek üzere.
Kaybettiğimiz değerleri bilmiyoruz ki bulalım, alalım. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. Asıl derdimiz, kaybolan insanlığımız! Fıtrata dönmek, fıtratı unutmamak! Bütün mesele bu. Bizimkisi ne modernleşmekti ne Batılılaşmak. İnanacaksın, istikamet üzere olacaksın, tefekkür edeceksin, tekâmül yolunda yürüyüp, iki cihanda mutlu olma gayesine göre yaşayacaksın. Değer ölçüleri ve hükümleri bildirilmiş. İslâm budur, hayat bunun içindir.
Mü’min, Allah’ın dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilir. Onlar Allah’a düşmanlık yaptıkları müddetçe onlarla muhabbet gösterisi içinde olmaz/olamaz. Çünkü hem Allah’tan yana olmak hem de O’nun düşmanlarıyla hemhal olmak mü’min tavrı değildir. Bu olsa olsa münafıklık hastalığı olur. Şu âyetler bizler için bir şey ifade etmiyor mu? “Mü’minleri bırakıp da kâfirlerin dostluğu ile onur duyanlar, onların yanında izzet, şeref mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet ve şeref yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa 139) Ya Nisa suresinin 105. Âyetindeki ‘Sakın hainlere taraftar olma!’ ikazı.
Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz. Menfaatler çatıştığında onları tercih edemez, onlara yaranmak ve benimsenmek için müdahanede bulunamaz. Hangi mülahaza ile olursa olsun bu hakikat örtülemez.
Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü’minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslümandan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Şahıslar putlaştırılamaz. ‘Ortak payda’ haline getirilemez. Çeşitli kılıflarla putperestliğe kapı açılamaz. İnsanı maddeye köle yapan, madde uğruna insanların ruhunu, sıhhatini, mutluluğunu tahrib eden gaflet bombalarının nötrondan fazlası var eksiği yok.
Millî Eğitim’in başında ‘Millî’ kelimesine rağmen millî’lik var mı? Katliamın, kanın, gözyaşının, hunharca yaptıkları zulümlerin ‘uygarlık’ olarak okutulduğu, öğretildiği batasıca Batı’nın ‘Batı uygarlığı’na ulaşmanın esas alındığı böyle bir sistem, böyle bir eğitim bizim olur mu?Kutsalı verilmeyen verdirilmeyen sebataistlerin, Siyonistlerin, ateistlerin, deistlerin, pragmatistlerin hâkim olduğu bir yapı değişmeden değiştirilmeden hiçbir şey olmaz. Değişkenlerle sâbiteleri bilmeyen, zihin işgalinden kurtulamayan özgürlüğün Allah’a kullukla başladığı, Allah’a kul olmayanların nefsine, arzu ve isteklerine kul olacağı idrak edilmeden hiçbir şey düzelmez.