Bizler birer Müslüman olarak etrafımızda, kardeşlerimizde gördüğümüz yanlışlara dikkat çekip düzeltmeye çalışmalıyız. “Müminler ancak kardeştirler” hükmünce hatalı hareket ettiklerinde kardeşlerimizi uyarma görevimizi yaparken zorlanıyoruz. Hiçbir mümin Allah’ın hoş görmediğini hoş göremez. Belki, tahammül eder, sabreder, içine atar ama o kötülüğün yok olması, ona düşen kardeşlerinin dahi kurtulması için mümine yaraşır en güzel yolla çaba gösterir. Bu en güzel yolda, hoyratça sataşıp kendi nefsini tatmin etme yerine, Allah’ın rızasını kazanma gayreti ve bunun yollarını bilme de vardır.
O halde biz tekrar nasıl ‘hayırlı ümmet’ olabiliriz?
‘Siz yaşadığınız hali değiştirmedikçe Allah sizi değiştirmez’ (Ra’d 11) beyanı bunun bir cevabı ve hayatın muhteşem bir kanunudur. Bunun anlamı şudur: Eğer siz iyi bir halde iseniz, bu iyi hali hak etmenize sebep olan özelliklerinizi koruduğunuz sürece bu iyi halde olmaya devam edersiniz. Yok, eğer kötü bir halde iseniz, bu kötü hale düşmenize sebep olan özelliklerinizi değiştirmedikçe de bu kötü halden kurtulamazsınız. Bu ilahi gerçeğe dayanması gerektiği halde kendi düşünce ve itikat yapılarına dokundurtmayan “tek ehli sünnet biziz” diyenlerle de uğraşmamız yıpratıcı ve üzücü oluyor.
Şunu da bilmeliyiz: Ehlisünnet, herhangi bir mezhep değildir. Peygamberimiz ve onun arkadaşlarının (sahabeyi Kiramın) inandığı gibi inanmanın, yaşadığı gibi yaşamanın adıdır.
Peygamberimizin şu ölçüsü bu noktayı açıklar: “Kim bizim namazımızı kılıyor, kıblemize dönüyor, kestiğimizi helal sayıyorsa o Müslümandır; bize ne varsa ona da vardır, bize ne yoksa ona da yoktur.” Oysa bugün pek çok grup, kendileri gibi düşünmeyen, ama abdestli namazlı diğer grupları ya da kişileri dışlıyorlar hatta tekfir ediyorlar. Onların durumunu da şu hadisi şerif açıklıyor olabilir: “Bir adam kardeşine kâfir derse, ikisinden biri kâfirdir; dediği insan gerçekten kâfirse kâfir odur, değilse diyen kâfir olmuş olur.”
Sağlıklı birliktelikler, samimi Müslümanlar cemaattir. Cemaat kavramı bugünlerde azîm yanlışlarla yara almış olsa bile, unutmamak lazım ki, İslam cemaat dinidir. Yanlış yapanlara kızıp cemaat olmaktan vazgeçilemez. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a karşı hakkıyla takvalı olun ve sakın ha, Müslüman olmaktan başka bir vasıfla ölmeyin” uyarısının ardından gelen ayet, “Allah’ın ipine cemaat olarak sarılın, parçalanıp ayrılmayın” diyerek, nasıl Müslüman ölünebileceğinin usulünü gösterir. Nasıl Müslüman olunacağını, nasıl Müslüman ölüneceğini beyan eder. Cemaat aynı zamanda istişare demektir. İstişare de bilgiyi gerektirir.
Bugün yara alan ve cahil cühela elinde ayağa düşürülüp basitliği çağrıştırır hale getirilen kavramlardan biri de Ehlisünnet ve’l-cemaat kavramıdır. Yani buradaki vurgu da cemaatedir. Peygamber Efendimiz kurtuluşa erecek yegâne yolu tarif ederken “onlar, ben ve ashabım gibi yaşayanlar”dır, buyurur. ‘Ben’ ifadesi ‘Sünnete’, ‘ashabım’ ifadesi de ‘cemaate’ işaret eder. Bugün nasları ve onların yorumlarını kendi ölçülerine uydurup, arzularına göre bir İslam oluşturan her grup kendini yegâne ‘Ehlisünnet’ olarak görür ve göstermeye çalışır. Ölçü bellidir. Unutmamalı ki, ilme, fikre, istişareye dayalı cemaatlere her dönem hep ihtiyaç duyulmuştur. Bilhassa son dönemlerde yaşanan ve yaşatılanlar “şuurlu bir cemaat ve şuurlu bir ümmet” bilincini yıpratmış, kafada, zihinde, itikatta ve amellerde karışıklıklara sebebiyet vermiştir. Dini yaşamak için sadece bilgi değil, o bilgiyi yaşayarak ‘ilmiyle âmil’ önderler, örnekler, yürüyen sünnet, yürüyen Kur’an denen örnek insanlar da gerekir. Bunlara sosyolojide rol modeli deniyor. Biz üsve-i hasene diyoruz. Bu tabiri Kur’an-ı Kerim hem Hz. İbrahim için hem de bizim Peygamberimiz için kullanır ve “sizin için onda üsve-i hasene”, yani yaşayışınız için örnek alınacak haller vardır denir. Üsve, örnek alınıp izlemeye değer, demek. Kısaca bilginin yaşanabilmesi, faydalı hale getirilebilmesi için o bilgiyi fiilen yaşayan örneklere ihtiyaç vardır. Yaşamayanlar örnek, yani üsve olamazlar.
Dindar olanların örnek olmayışları hatta kötü örnek oluşları insanımızı dinden soğutmuştur. Her cemaat da kendi kabuğunun dışına çıkmaması da ayrı bir dert.
Cemaat olmayı ve cemaat olarak yaşamayı benimsiyor olmamız, evine kapanmış münzevi Müslüman kimliğinden sosyal Müslüman kimliğine geçmemizi sağlayacaktır. Şüphesiz cemaat anlayışı, o kavramın içini doldurması gereken muhtevası ile mümkün olacaktır.
Müslümanların büyük bir bölümünün ‘cemaat’ telakkisinden ne anladığını sorgulaması gerekiyor. Cemaatleşmeyi nafilelerden bir nafile görenler olduğu gibi, ‘kendi cemaati’ni İslam’la özdeş görenler de olabiliyor. İfrat/tefrit salıncağında sallan dur! Kafa yormak, incelemek, ‘edille-i şeriyye’ye vurmak, Sahabeyi kiramın izini sürmek, neticede Allah ve Resul’ünü her hususta hakem tayin etmek kolay mı? Hasetlikten, fesatlıktan, dedikodu ve gıybetten uzak durmak, kul hakkına riayet etmek, İslam kardeşliğini zedelememek, doğrunun/iyinin/güzelin/mazlumun/hak ve hakikatin yanında olup yanlışın/kötünün/çirkinin/ bâtılın/zulmün karşısında olmak nefse ağır gelmez mi?
Başörtülülerin ve namaz kılanların çoğalması, cemaat-dernek-vakıf hizmetlerinin artış göstermesi, İslam’dan uzak toplumu ne kadar etkilemiş, haramların işlenmesine ne kadar mâni olunmuş, boşanmaların artması ne ölçüde önlenip, ailenin korunup kollanması sağlanmış, basit maddi sıkıntılar yüzünden Müslümanların bankaya faize bulaşmasına ne derece engel olunmuş, buna bakılmalıdır. Yaşlıların, hastaların, muhtaçların ilahi emanetler gibi muhafaza edilmesi sağlanabilmiş mi, ihmal mi edilmiş buna bakılmalıdır.
Bu din, hayatın dinidir
Liberal kafa, işi sonunda hadislere ve âyetlere dil uzatmaya götürebilmiştir. Liberalizmin içimize sızmasını, siyonizme yıkmanın bir kurtarıcılığı yoktur. Evet, başı çeken güruh onlardır. Pek çok fitne gibi bunun da başıdırlar. İbadeti ve kulluğu kalplere gömüp, siyaseti ve ticareti dinin dışında gören anlayışa karşı sessizliğimizin akıbetini başkalarına yüklememiz doğru mudur? Emri bilmaruf ve nehyi anilmünkeri hocaların vazifesi olarak gören tutumumuzun vebali yok mu? Demokrasiyi İslam ile kıyas, hatta İslâm’ı demokrasiye göre değerlendirme. Bütün bunlar küfre giden yolun adımlarıdır. Bazı siyasilerin ‘camiye, siyasete, ticarete dini sokmayalım. Laiklik ne kadar önemli bizim için. O olmadan bizim devletimiz olmaz.’ Sözlerini nereye koyacağız? Serveti imtihan aracı olan bir emanet değil, mutlak bir mülkiyet olarak görenlere ‘dur!’ demeyecek miyiz? Cenneti dünyada arayan zavallılara ‘ebedîyet’i hatırlatmayacak mıyız? Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min kâfirle, münafıkla, Allah ve Resul’ünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dinini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz.
(Devam edeceğim İnşallah)
Cemaat anlayışımızı Mümin sorumluluklarımızı gözden geçirelim! - Yeni Akit