Son dinsizlik çıkışları bizdeki gâvurların hiçbir yerde bulunmayan, görülmeyen gâvurluk olduklarını gösteriyor. Hiçbir kutsalı olmayan, nefsin kölesi olan, Allah’a kulluk ile ilgisi olmadıkları için esfeli sâfilîn’e gidecek bu güruh, konu mankenleriyle Müslümanları tahrik etmektedirler. 28 Şubat’ta yapılanları isim ve manken değişiklikleriyle tekrar etmektedirler. Orduya sızan ‘teğmen artıkları’ Kemalizm’in uşaklığını yaparlar, aydın geçinenler her millî ve manevi değere dil uzatırlar. İtliklerini de ortaya koyarlar. Basında yer tutmuş, sosyal medyada salyalarını akıtırlar. Biz Mümin kimliğimizle bu hilkat garibelerine cevap vermeye mecburuz.
Ne olursa olsun, hangi olay yaşanırsa yaşasın, hep gündemde tutulup algı operasyonlarıyla zihin kirlenmesi yapılıp dijital işgalle abluka altında tutulursa tutulsun bütün bunlara rağmen Mümince Düşünme-Mümince Bakma, Mümince Değerlendirme yapmamız şarttır. Her hâl ve şartta yaşanan yaşatılan bir dinimiz var. Tek hak din! Tek ulu önder de âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam. Bizler her türlü fitnenin fesadın, keşmekeş ve kaosun yaşandığı, “Hilâl-Haç” mücadelesinin bitmeyeceği bir zaman ve zeminde yaşıyoruz. İmanı korumanın “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” Bu hadiste imansızlıktan söz edilmiyor, bilakis dini yaşamanın zorluğundan bahsediliyor. Demek zor da olsa yaşanıyor.
Peygamber Efendimizin bahsettiği zaman, ahir zaman fitnesidir. Ahir zaman fitnesi yıllarca süren ve şiddetine göre değişik safhaları olan uzun bir zaman dilimidir. Biz elbette ahir zaman fitnesinin içerisindeyiz. “Allah Allah” demenin yasak olduğu, Kur’an okuyanın hapse atıldığı, bazı camilerin askerî katırların bağlandığı ve ahırlar hâline getirildiği, bir şapka giymeme yüzünden yüzlerce insanın asıldığı, dinsizliğin din hâline getirildiği (Yakın tarihe 1923-1950’ye son dönem 28 Şubat’lara, 15 Temmuz’lara, arada yapılan ihtilâl teşebbüslerine bakılabilir) bir zaman dilimini büyüklerimiz bizzat yaşamıştır.
Ümitsizliğe düşmek yok. Üstad Necip Fazıl’ın:
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!”
Üstad Sezai Karakoç’un:
“Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin” sözlerini de unutmayalım. Mazeretlere sığınmayalım.
Kutsal hâle getirilen laiklik, kapitalizm, paganizm, sekülerizm, sonuçta toplumun ruhunu yok etti. Ruhsuz bir insan türü meydana getirdi. Her yerde şebeke oluşuyor. Yaptıkları iş; tecavüz, saldırı, işgal, çapulculuk. Kapitalizmden sosyalizme, komünizmden daha bir sürü ‘izm’le Müslümanların üzerine gelindi. Bunlara her zaman “Dur!” diyecek sadece Müslümanlar. O ruhu taşıyan da biz Müslümanlarız. Devlet olarak da Osmanlı idi. Adalet, merhamet zirvedeydi. Hep fetih yaptı. Sömürmedi. Girdiği yerlerde herkes kendi kültürleriyle yaşadılar. Sırf insanlar değil. Hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar bütün tabiat fıtratlarıyla yaşadılar. Hep mazlumun yanında zalimin karşısında oldular. İslâm Medeniyeti; hep yaşandı yaşatıldı. İç ve dış ittifaklarla durduruldu ama yok edilmedi. O ruh yaşıyor. O ruhu bugün Gazze’de iliklerine kadar yaşıyorlar yaşatıyorlar. Gelecek bizim. Vecdleriyle coşkularıyla şehitler veren cennet kuşlarıyla iman’ın ne demek olduğunu nasıl yaşanacağını o sahabe izini sürmenin nasıl olduğunu insanlığa gösteriyorlar. Bu zulmü yapan devletlerin vatandaşları İslâm’a geliyor iman ediyorlar. Filistin-Kudüs-Mescidi Aksa dünya gündeminde. Gazze’de yapılan vahşeti insanlıktan nasibi olanlar dehşetle ibretle görüyor dersler çıkarıyorlar. Batı uygarlığı diye yutturulan hiçbir varlığa hayat hakkı tanımayan zulmün her türlüsünü gösteren Batı’nın çirkin yüzü; ellerinde tuttukları internet teknolojisi, sosyal medya, bütün görüntülü ‘dijital işgal’ imkanları rezilliklerini ortaya koydu.
Yalnız bizdeki gavurlar her değere düşman oldukları için “hissetmezler, duymazlar, görmezler. Sağırdırlar, kördürler. Hak ve hakikate karşı.” Ayet ve hadislerle zikredilen asıl özürlü olan güruh bizim gavurlarımız. Bunlar gavurluklarını hep yaparlar. Bukalemun yapılarında var. Ama bizlerin ebedî hayat yolculuğunda mola yeri olduğunu unutmayıp “dünyevileşme hastalığı”na bulaşmamaya dikkat etmeliyiz. “Masa-kasa nisa” üçgenindeki tehlikeyi de. Vakıflar, dernekler, cemaatler gönüllü kuruluşlar olduklarını, helâl haram hassasiyetlerini kaybetmemeliler. Devletten beslenmesinler. Nefs muhasebesi yapıp kimsenin kimseye faydasının olamayacağı Mahşeri unutmasınlar. İş takibi, siyasilerin yanında onların emir eri olmaktan kurtulmalılar. Mümin çevreye muhitine uyan değil, girdiği yere İslâm’ın mührünü vurur. “Sıbgatallah ve men ahsenü minallahi sıbgah…” ayetiyle amel eder. Bizim gavurcukların hidayeti için dua ederiz. Ama ilk adım kulun adım atmasıyla başlar. Öncelikle kimin yanında, kimin safında, kimin izinde olduklarından başlasınlar.
Peygamberimizin duasıyla bitirelim. ‘Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!”