UVESH KHAN - TÜRKİYE’DEKİ YENİ AİLEM…

UVESH KHAN - TÜRKİYE’DEKİ YENİ AİLEM…

UVESH KHAN - TÜRKİYE’DEKİ YENİ AİLEM…


UVESH KHAN

                                                                    TÜRKİYE’DEKİ YENİ AİLEM…

İsmim, Uvesh Khan Hindistanlıyım. Hindistan’ın başkenti Delhi’ye 100 km. yakınlıkta bir köyden geliyorum. Ailemde anne, baba, 4 kız ve 3 erkek kardeşiz. Ben sırada, beşinciyim ve 24 yaşındayım. Temel eğitimimi ülkemdeki medresede aldım, 2015 yılında lise, 2017’de ön lisans ve 2020 senesinde Jamia Millia İslamia (Delhi) üniversitesini bitirdim.

2020’de Türkiye’de lisansüstü için Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nde burs hakkını kazandım. Ancak Covid-19 yüzünden o sene Türkiye’ye gelemedim. Sonraki yıl 2021’de Eylül ayında İstanbul’a geldim.

Türkiye’ye geldikten bir ay sonra yurt arkadaşım vasıtasıyla Fütüvvet Vakfı ve onun yöneticisi Emir EŞ hocam ile tanıştım. O günden bugüne kadar, elhamdülillah birlikteyiz. Hocam gibi bir samimi öğretmen ve rehber bulduğum için, Allah’ıma çok şükrediyorum.

 

Acı ve rahat… Her ikisi de Allah tarafından birer imtihandır. Allah kullarını bu ve benzeri şeylerle imtihan eder. Bazı insanların hayatı çok sevinç ve mutluluk içinde geçerken, bazılarının hayatı da güçlük içinde geçer. Ancak unutmayalım: “Sevinç, nasıl bir nimetse, acı da günahların bağışlanmasına vesiledir”.  Bu sebeple her iki durumda da kullar için sabır ve şükür lazımdır. İnsan mutluluk zamanında kolay ve güzel hayat sürer iken, acı ve keder durumunda ise hayatı zorlaşır. İnsan böyle zor zamanlarda aile, akrabalar ve arkadaşlarının yardımına muhtaç olur. Ya da en azından, onlardan dua ve teselli umar. Özellikle eğer insan böyle zor zamanlarda evi ve ailesinden uzaktaysa, yakınlarının yokluğu onun acı ve ağrısını daha fazla artırır. Ve ben bu durumu çok iyi bilirim. Fakat Allah’ıma çok şükür, ailemden binlerce kilometre uzaktaki bir ülkede, evim gibi bir ev, ailem gibi bir aile buldum: “Fütüvvet” câmiası, benim yeni ailemdir. Bu durumun oluşmasını sağlayan hatıra ve gözlemlerimden sadece bir tanesini -daha doğrusu- en sonuncusunu anlatmak istiyorum.

 

…….. Sabahleyin her zamanki gibi uyanınca, karnımın sol tarafında biraz ağrı hissettim. Önce, bunun belki uyurken damar sıkışması veya kas gerilmesi vb. bir nedenle olduğunu düşündüm. Kahvaltıdan sonra vakfa çıktım. Arkadaşlarımla selamlaşma ve kurabiye ile bir fincan sıcak çay içtikten sonra günlük işime yöneldim. Öğleden sonra ağrı artmaya başladı ve dayanılmaz hale geldi. Ben durumu hocama açarak, bir sağlık kuruluşuna gitmek üzere izin istedim. Hocam bana hangi hastaneye gideceğimi sordu. Ben henüz cevap vermeden, Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne gitmemi tavsiye etti ve tanıdığı bir doktor arkadaşını arayıp, benim hastaneye geleceğimi söyledi ve yardımcı olmasını rica etti. Bangladeşli bir arkadaşım olan Saif Uddin’i de benimle birlikte gönderdi.

20 dakika içerisinde hastaneye ulaştık. Görüştüğümüz doktor bey, beni acil serviste kırmızı alana gönderdi. Oradaki serviste 1-2 saat boyunca ayrıntılı testler yapıldı ve fakat, bu arada sağlık durumum daha da ağırlaşıyordu. Test ve tahlil neticeleri geldikten sonra bana serum takıldı. Artık biraz rahatlamıştım. Bir süre sonra, ağrılarımın sebebini sormak amacıyla görüştüğüm doktor, sol böbrekte 1 cm. çapında taş bulunduğunu söyleyip: “Şimdi sana geçici olarak bazı ilaçlar yazdım, ama tek çözüm ameliyat!” diye cevap verdi. Yani cerrahi ameliyat yapmadan lazer dalgalarının etkisiyle bu kütlenin parçalanması ve küçük parçaların bir süre sonra idrar yolu aracılığıyla vücuttan atılması sağlanacaktı. Bu arada da hocam, vakıf merkezinden sürekli telefonla arıyor ve durumum hakkında bilgi alıyordu. Ben de hocamı bilgilendirip, ilaçlarımı da alarak eve döndüm.

Sonraki gün vakfa gittim. Doktorların önerdiği ameliyat hakkında istişare ettim. Konunun tıp tekniğiyle ilgili olması sebebiyle, alanı dışındaki hususlarda görüş serdetmeyeceğini, ancak bu yöntemin sağlık alanında çok kullanıldığını söyleyen hocam bana, çok uzak diyarlarda bulunmaları sebebiyle, panikleyip gereğinden fazla endişeye kapılmamaları için hastalığım hakkında aileme bilgi vermememi tavsiye etti. Ben de bu tavsiyesini kabul ettim. Zira, gerçekten çok uzaklardaki aile fertlerimi durumumdan haberdar ederek onları meraklandırmamam gerektiğini biliyordum. Çünki hem yaşça küçük bir çocuk değil, bir yetişkindim ve hem de burada yanımda benimle babam ve kardeşlerim gibi yakından ilgilenen hocam ve arkadaşlarım vardı. Ameliyat günü için bir hafta sonrasına karar edildi. Ameliyat günü hakkında hocamı bilgilendirdim. Fakat dediğim gibi, bu bekleme süresinde zaman zaman ağrılarım şiddetini artırmasına rağmen, durumumu ailemden hiç kimse ile paylaşmadım.

Ameliyat günü doktor sabah saat 06.00’da hastaneye gelmemi istedi. Bir Hintli ev arkadaşım olan Muhammed Ferman ile hastaneye gittim. Haydarpaşa Numune Hastanesi, benim evimden otobüs ile yalnızca 15 dakikalık mesafedeydi. Hastanede ilgili servise vardıktan bir süre sonra, henüz sabah ezanları yeni okunuyordu ki, hocam da görüşmek üzere yanıma geldi. Hocama: “Zahmet etmeseydiniz, üstadım!” diyecek oldum ama, kendisi hasta bir mü’mini ziyaret etmenin ve sorunuyla ilgilenmenin, öbür mü’minler üzerine bir görev ve hak olduğunu zikretti. Naklettiği bu hadis-i Şerifi duyunca sustum ve tebessüm ettim. Hocam bir süre daha bizimle oturdu ve moral/cesaret verici sözler söyledi. Sonra da izin alarak yanımızdan ayrıldı.

Galiba saat 12.00 civarında, ameliyat odasına alınmak üzere çağırıldım. O zaman benim yanımda ev arkadaşım ve Mısırlı başka bir arkadaşım daha vardı. Onlar da bana cesaret verici sözler söyledi. Gerçi ben de korkmuyordum. Çünki, -diş ağrısı çeken kişi, doktora gidince ağrıları geçermiş ya!- tıpkı bunun gibi, ameliyata girmeden önce böbreklerimde hiç ağrım kalmamıştı, yani kendimi hasta gibi hissetmiyordum. Ameliyat odasına götürülürken, hemşireler bana şahsım ve ülkem hakkında sorular yöneltiyordu ve benden bazı Hintçe kelimeler de öğrendiler. Örneğin: “Nasılsın?” , “Seni seviyorum!..” gibi… Çok sevindim. Ameliyathaneye girdiğim sırada, orada birçok hastanın ameliyat edilmekte olduğunu gördüm. Ben ilk defa böyle bir ortama giriyordum. Bu nedenle durum korkutucuydu.

Ameliyat başlamadan önce doktorlar benim hakkımda sorular sormaya başladı. Türkiye’de ne yaptığımı, nereli olduğumu, vs. vs… Bu arada bazı Hint filmleri ve aktörler hakkında da soruyorlardı. Amir Khan’ı çok seviyordu, onlar. Aniden bedenimde derin bir soğukluk hissettim ve gözüm kapanmaya başladı. Uyutulmuşum. Sonra 1-2 saat ne oldu hiç hatırlamıyorum.

 

Veysel!… Veysel!” gibi bir ses geliyordu, kulağıma.  Birisi beni rüyada çağırıyor gibiydi. Meğer operasyonu tamamlayan ameliyat ekibi, beni uyandırmaya çalışıyormuş!. Ancak, henüz kendime gelemediğim için sesleri duyduğum halde gözlerimi açamıyordum. Neyse, bir şekilde bilincimi geri kazandım. Çok fazla üşüyor ve böbreklerimin çok şiddetli gerildiğini hissediyordum. Ekip çok iyiydi.  Hepsine teşekkür ediyorum.

Hastane görevlileri beni servisteki odama götürüp yatağıma yatırdılar. Anestezinin tesiri azaldıkça ağrılarımın çok şiddetli olduğunu fark ettim. Ciddi bir operasyon geçirmiştim. Elbette kolay değildi ve adeta kıvranıyordum. Bu esnada Pakistanlı arkadaşlarım da ziyaretime geldiler. Şimdilik yarı baygın durumdayım ve başım dönüyor. Buna rağmen kabinde ihtiyacımı gidermek üzere hafif bir gezinti yapayım, dedim. Ama onlar beni kollarımdan tutup odama götürdü ve bana teselli verdiler.

Şimdi acı çok fazla ve vakit bir türlü geçmiyordu. Ben tekrar ağrılarımı bastırmak için palyatif çözümler üretiyorum, bu arada. Emir Hocam da, arkadaşım Ferman’ı benim için sıkça arıyor ve durumum hakkında bilgi alıyordu. Ferman bana hocanın akşama doğru buraya geleceğini söyledi.

Saat 14.00‘den 18.30’e kadar 5 saat nasıl geçti? Bunu bir, Allah bilir… Bir de, ben… Ama hiç rahatlayamadım ve ayrıca ameliyat sonrası komplikasyonların etkisiyle ağrılarım gittikçe artırıyordu. Ferman durumumu doktora söyledi ve o da ağrı kesici serum takmak için bir hemşire gönderdi. Bu esnada başka bir Pakistanlı arkadaşım ve Emir EŞ hocam da ayrı ayrı ziyaretime geldiler. Onlar bana dua ve sabrı telkin etti. Ve ben de, Allah’ın huzurunda çok dua ediyordum. Sadece kendim için değil, herkes için.

Saat 18.00-20.00 arasında ağrılarım son derece artmıştı ve ağrılar yüzünden tir-tir titriyordum. Ağrı kesicinin hiç faydası olmadı. Ferman arkadaşım, durumumu görünce hemen doktoru çağırmaya gitti. Ben sürekli kabine girip çıkıyordum, belki biraz rahatlarım, diye. Ancak, artık bağırıyor, titriyor ve ağlıyordum. Fakat hiç rahatlayamıyordum.

Nihayet, bir süre sonra doktor geldi ve beni muayene etti. Karnım ameliyatın tesiriyle çok gergin durumdaydı. Doktor, bu durumda farklı bir operasyon daha yapılması gerektiğini söyleyerek hazırlıklara başladı. Allah’a andolsun, hayatımda şimdiye kadar böyle bir zor durum ile hiç karşılaşmamıştım. Allah’a çok tövbe ettim, dilimden yalnızca üç kelime çıkıyordu: Allah’ım… Annem ve babam…

Neyse ki, doktorun gerçekleştirdiği uygulama sonucunda süratle rahatlamaya başladım. Vücudumdan çok fazla miktarda sıvı çıkınca, dünyanın en büyük yükünden kurtulduğumu hissettim. Bu aşırı derece ağrıyı benden gideren Allah’ıma çok şükrettim.

Bu arada, Fütüvvet Vakfımızın çeşitli farklı gruplarından çok sayıda tanıdığım-tanımadığım kimseler, gönderdikleri mesajlarla benim için Allah’a dua ediyordu. Vallahi, bu kadar çok kişinin samimiyet ve sevgisini görünce gönlümün derinliğinden çok mutlu oldum. Allah, tüm hocalardan, Mısırlı, Pakistanlı, Türkiyeli ve vakıftaki diğer arkadaşlarımdan ve başta özellikle Ferman arkadaşım ve Emir EŞ hocam olmak üzere, herkesten razı olsun. Böyle bir zor zamanda onların tarafından verilen ilgi, teselli ve sevgi benim çok önemliydi. Onların varlığından dolayı, benim için her şey, yaşadığım tüm sıkıntılara rağmen çok rahat ve hafif geçti.

 

İşte gerçek kardeşlik buydu. Bir çoğuyla hiç tanışmadığım insanlar benim için dua ediyor, yardımcı olmaya çalışıyor, beni arıyor, ziyaret ediyor ve benim derdimle dertleniyordu.

Evet annem, babam, kardeşlerim ve aile çevremin diğer üyeleri yanımda değillerdi. Çünki durumum hakkında onları bilgilendirmemiştim. Amma, onlar kadar yakın ve onları aratmayacak kadar candan, yeni aile fertlerim yanımdaydılar. İşte “Fütüvvet” buydu…