Aksâ Tufanı’nın üzerinden tam bir yıl geçti. O tarihten günümüze İsrail’in işgalci saldırganlığı sadece Gazze’yle sınırlı kalmayarak Lübnan’a da sıçradı. Bir soykırımı dışarıdan ve hiçbir şey yapamadan izlemek, önce üzüntü ve öfke, ardından da ümitsizlik ve eylemsizlik doğurur. Oysa Aksâ Tufanı, şimdiden bazı somut neticelere ulaştı ve birçok açıdan “dönüm noktası” olarak tarihe geçti bile. Ümitsizlik ve eylemsizlik değil, bilakis tam aksine umut ve eylem vaat eden bir süreç bu.
Soru-cevaplar eşliğinde ilerleyelim:
Gazze ve Gazzeliler bize ne öğretti?
Gazze, bize her şeyden önce direnişi ve mücadeleyi öğretti. Bombalar altında hayatlarını sürdürmeye çalışan insanların azminden ve istikbal ümidinden alacağımız azim dersler var. Gazze, bütün dünyaya izzetli ve şerefli bir hayatın, insanoğlunun en büyük sermayelerinden biri olduğunu hatırlattı. Müslüman veya gayrimüslim, milyonlarca insan kendi hayatını muhasebe etti, Gazzelilere bakarak duruşunu ve istikametini düzeltti, kendi hayatıyla alakalı ilkeli kararlar aldı. Müslümanlar kendilerine çeki-düzen vermeye başladıkları gibi, sırf Gazze’nin sevk ettiği muhasebe vesilesiyle İslâm’la tanışan sayısız insan da oldu.
İsrail’i kimse durduramayacak mı?
Meseleyi sadece “İsrail’in gücü-Müslümanların güçsüzlüğü” denklemi üzerinden okumak bizi yanıltabilir. Zira İsrail’in, Siyonizm’in ve Yahudilerin aldığı yara, nisbî olarak, Müslümanların uğradığı kayıptan daha fazla. İsrail’e, Siyonizm’e ve Yahudilere duyulan nefret, dünya tarihinin en yüksek seviyelerine ulaştı. Şu anda global çapta bir tiksinti ve ikrah hali var. İsrail’in kendi içindeki çatışma ve çekişmeler, artık çözümlenemeyecek boyutlara vardı. Harcanan onca paraya, lobicilik faaliyetlerine ve medya kampanyalarına rağmen, Filistin topraklarındaki işgal projesi, emniyetsizlik hissi ve gelecek korkusu sebebiyle, İsrail’den kaçışa dönüştü. Bu, az şey değildir.
Boykot gerçekten işe yarıyor mu?
Hem de nasıl. Aksâ Tufanı’ndan önce, bazı büyük markaların İsrail’e desteği “komplo teorisi” kıvamında dile getiriliyordu. Ancak artık elimizde somut ve yalanlanamayacak kanıtlar var. Müslüman dünya, ilk defa, sahip olduğu ekonomik kozların bu derecede farkına vardı. Ufacık çocuklar, marketlerde anne-babalarıyla alışveriş yaparken, paketlerin üzerini okumaya çalışıyor. Özellikle yeni nesillerde, boykot bilincinin ciddi biçimde yerleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendini bilmez büyüklerin bugünkü mevcut tutarsızlıklarına takılmamak gerekiyor. Sağlamca yetişen çocuklar ve gençler, yarın sıra kendilerine geldiğinde olması gerektiği biçimde davranacaklar.
İnsanlara bu mevzuları nasıl anlatacağız?
Bir defa, toplumun kahir ekseriyetinin şuurlu ve bilinçli olacağı yanılgısına düşmemek lazım. Polemikler, cehaletler, bağnazlıklar ve yüzeysellikler eşliğinde ilerleyeceğiz. Doğrulara ve gerçeklere odaklanacağız. Sözümüzü kitlelere dinletebileceğimiz platformlara, kürsülere ve mikrofonlara sahip olmaya çalışacağız. Derdimizi ve davamızı kaliteli, kalıcı ve çarpıcı biçimde takdim etmeye bakacağız. Aklı başında ve ne yaptığını bilen bir çekirdek kadronun, toplumun gidişatını tamamen değiştirebileceği hakikatini hiç unutmayacağız.
Bundan sonra ne olacak?
Halihazırdaki manzaraya bakarak ye’se sürüklenmek, yapacağımız son şey bile olmamalı. Tarihi dikkatle okuduğumuzda, karşımıza çıkan tablo şudur: Müslüman dünya, bugünkünden daha beter nice krizden ve felaketten çıkmayı başarmıştır. Bilhassa üzerinde yaşadığımız coğrafyanın mazisinde düşman işgalleri, istilalar, iç savaşlar, salgın hastalıklar ve doğal afetler iç içe geçmiştir. Coğrafyamız, bütün bunların toplamı ve hülasasıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de varız, yarın da var olacağız. Hayata ve tarihin akışına böyle bakmak durumundayız. Bu açıdan bakabildiğimizde bugünün acılarına takılıp kalmak yerine, yarının vazifeleri için çalışmak şuuruna da ereriz. Var edildiğimiz zaman dilimini biz seçemediğimize göre, nerde durduğumuzu görerek hızlıca vakıaya intikal etmekten başka bir çaremiz de bulunmuyor zaten.