Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli sadrazamlarından Sokollu Mehmed Paşa, uzun kariyerinin son demlerinde, çocukken devşirilip getirildiği ata topraklarına kalıcı bir eser bırakmak istemişti. Hassa Mimarbaşı Sinan’ın bizzat nezaret ettiği projeyle, Bosna’nın Vişegrad kasabasında Drina Nehri üzerine Sokollu’nun yaptırdığı muhteşem köprü tamamlandığı zaman, tarihler 1577’yi gösteriyordu. 120 metre uzunluğunda, 11 gözlü ve mihraplı köprü “Mehmed Paşa” adını taşıyacak, aradan yüzyıllar geçtikten sonra da Hırvat yazar Ivo Andriç’in kaleme aldığı ve kendisine Nobel Edebiyat Ödülü’nü (1961) kazandıran ünlü romanla birlikte “Drina Köprüsü” olarak da şöhrete kavuşacaktı.
Bugün yolunuz Vişegrad’a düştüğünde, zümrüt yeşili Drina’yı nazlı nazlı akarken görürsünüz. Mehmed Paşa Köprüsü Drina’nın üzerine bir gerdanlık gibi asılmıştır. Yeşilin her tonunu cömertçe sergileyen etraftaki dağlar bu soluk kesici manzarayı doyumsuz bir arka fon halinde tamamlar. Ve siz, çok da çaba sarf etmeden, kendinizi asırlar öncesini düşlerken bulursunuz.
Bilgi, insana güç verdiği kadar acı da verir. Vişegrad’a gelmeden evvel, bölgenin yakın tarihine dair biraz okuma yaptıysanız, ağzınızın tadı hızla kaçar: Drina’nın akışında nazdan çok hüzün olduğunu fark edersiniz. Mehmed Paşa Köprüsü, taşıdığı ağır yüklerin altında adeta ezilmektedir, hatta yakından baktığınızda, gövdesinde nice bombardıman ve saldırıların yara izlerini kolaylıkla seçersiniz. Dağlardan da artık mazlumların çığlıkları ve iniltileri gelmeye başlar. Çünkü Vişegrad, Bosna Savaşı’nın (1992-1995) en trajik ve zalimane tablolarına sahne olmuştur. Mehmed Paşa Köprüsü’ne sadece 10 dakika mesafede, ormanların içinde bulunan bir “otel” ise yaşananların tek başına sembolüdür: Vilina Vlas.
1991 itibariyle Vişegrad’ın nüfusu 21 bin civarındaydı ve bunun da 14 bin 500’ü Müslüman’dı. Savaş patlak verdikten sonra bölgede kalan Müslümanlardan en az 3 bini vaktiyle komşuluk ettikleri ve “barışçıl” münasebetler içinde bulundukları Sırplar tarafından farklı şekillerde katledildiler. Milan Lukiç isimli bir barbar Sırp’ın liderlik ettiği “Beyaz Kartallar” çetesi, Vilina Vlas’ı “tecavüz kampı” haline getirerek, onlarca kızı orada iğfal ettiler. Kurbanlardan bazıları otelin balkonlarından atlayarak canına kıydı, bazıları da bizzat Lukiç ve milisleri eliyle –utançları artsın diye– ailelerine teslim edildiler.
Lukiç ayrıca Müslüman köylerine baskınlar düzenleyerek evleri ateşe verdi, onlarca insanın diri diri yanmasına sebep oldu. Ayak bileklerine taş bağlanarak Mehmed Paşa Köprüsü’nden Drina’ya atılan yüzlerce kurban vardı.
Savaştan sonra Arjantin’e kaçan Milan Lukiç, 2005’te Buenos Aires’te yakalandı ve Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edildi. Yaşananlara ve şahit olunanlara rağmen, Vişegrad’ın Sırp sakinleri ve yetkililer, Vilina Vlas’taki tecavüzleri kesin bir dille reddettiler. Hayatta kalan kurbanların çoğu da –tahmin edilebilecek sebeplerle– mahkemeye çıkmayınca, bilahare ömür boyu hapse mahkûm edilen Milan Lukiç hakkında açılan davalarda “tecavüz” suçlaması yer almadı.
Bugün Bosna Sırp yönetimi ve Vişegrad yerel idaresi, tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi, içinde Vilina Vlas’ın da yer aldığı “SPA turizmi katalogları” yayınlayarak, turistleri bölgeye çekmeye çalışıyor. Tanıtım metinlerinde, Vilina Vlas’ta konaklayacaklara “huzur, sükûnet ve sağlık” vadediliyor.
Dedim ya, bilgi insana acı veriyor. Gördüğünüz manzaranın arka planına merak duymadığınızda, Vişegrad’ı ve Drina’yı “romantik” paylaşımların malzemesi haline getirmek işten bile değil. Meselenin iç yüzü ise, modern dünyanın bütün ikiyüzlülüklerinden insanı tiksindirecek kadar can sıkıcı.
Bana Vişegrad’ı yeniden hatırlatan şey, kendisinden Bosna ve Balkanlar hakkında sürekli yeni şeyler öğrenmeye devam ettiğim Emine Şeçeroviç Kaşlı Hanım’ın bir paylaşımı oldu: Yaşları 70’in üzerinde Müslüman bir karı-koca, Ramazan’ın ilk günü Vişegrad yakınlarındaki bir köyde Sırplar tarafından dövülmüştü. Ağızları-burunları kan içinde kalan amcayla teyzenin fotoğrafı da paylaşıma eşlik ediyordu.
Tarihin ve coğrafyanın hiç şakasının olmadığını, insan en çok Vişegrad gibi içinden aktif fay hatlarının geçtiği şehirlerde anlıyor. Hafızalarımız zayıf olsa da, her an karşımıza bize kim olduğumuzu yeniden hatırlatacak vesileler çıkıyor.
Ne diyordu Aliya: “Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”