Hakka teslimiyet ve basiret üzere verilen bir mücadele örnekliği: Yusuf el Karadavi
‘’Fikirlerimi bir an bile olsa kısıtlayamazsınız. İnancım ve kalbimdeki nuru benden koparamayacaksınız. Bana yardım eden sadece yüce rabbimdir.’’
“Âlimin ölümü İslam’da açılan bir gediktir.” (Darimi, Mukaddime, 32, 1/351) Âlimin ölümü Müslümanlar âleminde hissedilen bir eksilme ve bir mahzuniyet meselesidir. Bu, boş geçilecek, mukadder son denilerek özetlenecek bir konu değildir, tersine anlam dünyamızda derinlikli bir boyuta sahiptir. Zira hak adalet şahidlik vasıflarıyla yüklü basiretli çabalarda insanlığa karşı kendilerini sorumlu tutan âlimlerin tavırlarında, rasullerin yolunu süren ve taşıyıcılığını yaptıkları değerli durumlar bulunmaktadır. Hikmetli bir âlim kitleler üzerinde etkin bir kişiliktir.
Geçtiğimiz günlerde hakkın rahmetine kavuşan Yusuf el Karadavi, İslam dünyasının müçtehit vasıflara sahip önemli mütefekkirlerinden biriydi. Ümmet bilicini kavramış, siyasi meselelerde küresel ve bölgesel güçler karşısında gerektiğinde risk alarak doğruları açıklamaktan çekinmeyen ve İslami hayatın güncel meselelerine dair görüşleri ilgiyle takip edilen âlim bir Müslümandı.
Yusuf el Karadavi 1926 yılında Mısır'da dünyaya geldi. Henüz bebekken yetim kaldı. Küçük yaşlarında Kur’an’ı ezberledi. Tanta’da öğrenci iken genç yaşlarında Hasan el-Benna ile tanıştı. Tanışmasını şu cümleleriyle aktarıyor:
‘El Benna o gün bir mecliste va’z ediyordu. Konuşmaları üzerimde o kadar etki bıraktı ki; o gün söylediği kelimeleri hala hatırlayabiliyorum, o zamandan beri duyduğum çoğu hutbe ve vaazın aksine onun sözleri özgün, odaklanılmış, yapılandırılmış, istifade edilir ifadelerdi.’ (Yusuf Karadavi, el-İhvânü’l-Müslimîn: V. ‘Amman fi’d-Da’va ve’t-terbiyye ve’l-cihad 2001). El-Ezher Üniversitesi'ndeki Usul-u Din Fakültesinde, Kur'an ve Sünnet İlimleri ve fıkıh alanında ihtisaslaştı. Başarılı ve çalışkan biriydi. İslamcı tercihleriyle hayatını şekillendirmeye özen gösteren Karadavi genç yaşlarında hapis cezalarıyla ve küresel ölçekte batılı devletlerin kısıtlamalarıyla tanıştı. 1949 yılında Mısır Kralı Faruk tarafından İhvan cemiyetinin lideri Hasan El Benna’nın şehid edilmesinin ardından ülke çapında İhvan’a dönük çok geniş çaplı tutuklamalar gerçekleştirildi. İhvan-ı Müslimin hareketini desteklediği, çeşitli etkinliklerde ön plana çıktığı ve kamuoyunu bilgilendiren basın neşriyat faaliyetlerinde yer aldığı için aynı yıllarda genç yaşlarında tutuklanan Karadavi daha sonra Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır döneminde de aynı sebeplerle birçok kez hapse girdi.
Mısır halkına; bilhassa İslamcı çevrelere karşı baskı, sindirme, hapis hatta suikastlara varan zalimane uygulamalar içinde olan Mısırın batıcı, ikiyüzlü despot yöneticileri karşısında daha fazla dayanamayacağını anlayan Karadavi, Katar’a hicret ederek bu ülkeye yerleşme kararı aldı. 1977'de Katar Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı seçildi. Katar, uzun yıllardır ülkelerinde, İslamcı kimliğe sahip oldukları için dışlanan, haklarında ağır hapis cezaları verilen veya sürgüne gönderilen İslamcı aktivistlere (o zamanlarda genelde İhvan mensuplarına) kapılarını açarak ve onları istihdam ederek, İslam ülkeleri arasında hakkaniyetli ve onurlu bir duruş sergilemektedir.
Karadavi Müslümanların güncel sorunları karşısında her zaman meşru olan kolaylık yollarını tercih etti. Ona göre farklı şartlar altında yaşanılıyor olsa da Kur’an ve Sünnetin ilkeleriyle hayatı buluşturmak gerekmektedir (bknz. Öncelikler Fıkhı /Yusuf el Karadavi). Karadavi 1997'de, Batı ülkelerindeki Müslüman azınlığın dinî hayata uygun fetvalar vermek amacıyla Avrupa Fetva ve Araştırma Meclisi’ ni kurdu. Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği' nin kurucuları arasında yer aldı. İslami finans kurumlarının çağımızda bir ihtiyaç olduğunu; İslam’ın ticaret mantığının yatırım kaynaklarına dönüştürülebileceğini söyleyerek ‘murabaha’ sisteminin buna meşruiyet alt yapısını sağladığını savundu ve bu kurumların açılmasına bizzat öncülük etti. Onun, bu çok çeşitli ama etkili faaliyetlerinin sınırları aşan etkileri bulunmaktaydı. ABD, İslami hareketlere ve İsrail’in işgalci politikalarına karşı gerçekleşen direniş eylemlerine destek verdiği sebebiyle Karadavi’ nin 1999 yılından bu yana ülkeye girişini yasaklamıştı.
1980’lerde Yusuf El Karadavi’ nin dünyada ve Türkiye’de tanınmasını sağlayan faktörler hakkında bazı iktibaslar;
‘80’lerin sonlarına doğru Karadavi, Batı medyasının ve İslam dünyasının dikkatini özellikle istişhad eylemlerine, yani “intihar bombacılığına” işgal altındaki Filistin bölgelerinde cevaz vermesiyle çekmişti. İsrail ve arkasındaki güçler tarafından “fundamentalizmin müftüsü” gibi sıfatlarla anılan Karadavi, 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren yeni bir sıfatla tanınmaya başlar. Katar sermayesiyle “Cezire” kanalı kurulmuştur. On küsur yıl devam edecek olan ve yaklaşık altmış milyon izleyici kitlesine sahip “eş-Şeria ve’l-Hayat” adlı programda düzenli konuşan Karadavi sadece Ortadoğu'da değil, ta Arap diasporalarından Malay dünyasına kadar İslam toplumlarının fetvasına en çok itibar ettiği birkaç kişiden biri konumuna yükseldi. Öncelikle Arap sosyalizminin fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından Arap ulus devletlerinin İsrail’le karşı üst üste utanç verici mağlubiyetleri alması (İslamcılığın önünü açması bunun) sebepleri arasındadır. Dolayısıyla birinci sebep Arap milliyetçiliğinin halkın gözünden düşmesidir. İkincisi, 1970’lerin sonu 80’lerin başında da İslami uyanış patlaması olmasıdır ve buna bağlı olarak Ortadoğu'da giderek köktenci İslam yönelişlerinin/selefiliğin yaygınlaşması ve zamanla bu selefi yaklaşımın Müslümanlar için pozitif yönünün aslında beklendiği kadar olmadığı, yani selefiliğin İslamcıları hayal kırıklığına uğratması yine diğer bir sebeptir. Bu tarihsel çizginin sonucunda “Peki sonra?” sorusu sorulduğunda karşıya çıkan isimlerden bir tanesi de Karadavi’ dir. Çünkü Karadivi’nin yaklaşımında maslahat ve zaruret kavramlarının kritik önemine vurguyla şartlara göre ‘kolaylıklar fıkhı’ öncelenmektedir. Onun yönteminde ‘vasatiyye’ (denge maslahatı) kelimesinin orta yol, adaletli tutum gibi anlamlarının ötesinde, “klasik fıkıh birikimi ile modern İslamcı öncüller arasında bir denge arayışını” temsil ettiğinin bilinmesi gerekiyor. Karadavi bu yeni dönemde İslamcılığına bir müfredat getirmiştir. Bütün konuşmalarında, kişinin sadece bir takım siyasi ideolojik metinlerle sınırlı kalmayıp İslami kaynaklarla ilişkili olması gerektiğine ve bu ilişkiyi sahih bir şekilde sürdürmesi gerektiğine dair tavsiyelerde bulunmaktaydı’’ (Eyüp Said Kaya, ‘Çağdaş İslam Düşüncesi’ adlı seminer haberi / https://www.dunyabizim.com/etkinlik/karadavinin-etkili-olmasindaki-sebepler-neler-h22177.html)
2011’de Tunus’ta başlayan ve kısa sürede, otokratik rejimle yönetilen diğer komşu ülkelere de yayılan halk ayaklanmaları sırasında Karadavi, uzun yıllardan beri ayak basmadığı Mısır'a gitti ve Tahrir Meydanı'nda yüzbinlerce eylemciye, köle gibi yaşadıkları zelil hayattan ve batıcı diktatör yöneticilerden kurtulma iradelerini destekleyen anlamlı konuşma yaptı. Her türlü ayrımcılığı ve adaletsizliği yeren konuşmasında İslam’ın merhamet, umut, kardeşlik, barış ve huzur getiren yönlerinden bahsetti. Devrime verdikleri destekten dolayı Hristiyan Mısırlıları (Kıptileri) da öven Karadavi Mısır’ın Dünyada ve Müslüman âlemindeki stratejik yönüne; halkın özgürlüğü hak ettiğine, insani ve ahlaki haklara, ferasetli yönetime, siyasal iradeye olan ihtiyacına dair önemli konulara değindi. Halkların özgürleşmeleri yönünde devrim sürecinin henüz başladığını, sabır ve umutla mücadele ettikleri sürece başarıya daha yakın olacaklarını, asla pes etmemeleri gerektiğine değindi. Eş zamanlı olarak Libya, Tunus ve Suriye’de diktatörlük rejimlerine karşı başlayan eylemlerle ilgili bilgiler verdi ve onları destekleyen açıklamalarda bulundu. Müslüman dünyaya Ortadoğu halklarının başlattıkları bu uyanış ve vesayetten kurtuluş mücadelelerinin desteklenmesi gerektiğine dair tavsiyede bulundu. Bu tavrını 2013’de gerçekleşen askeri darbe sonrasında, İhvanın, Mursi yönetiminin ve özgürleşmeye destek veren Mısır halkının yalnız bırakılmaması yönünde sürdürdü. 2014'te Mısır’daki Sisi cuntasının talebi üzerine İnterpol, Karadavi’ nin yakalanması için kırmızı bülten yayınladı. 2018'de Mısır cunta mahkemesi, bir albaya suikast düzenlediği iddiasıyla gıyabında yargıladığı Karadivi'nin de aralarında bulunduğu 17 kişiye müebbet hapis cezası verdi. Suudi Arabistan Karadavi hakkında direniş eylemlerine ve Mısır’da yönetimden düşürülen iktidar kadrolarına destek verdiği iddiasıyla idam talebiyle iddianame düzenledi. Uzun süre Dünya Müslüman Âlimler Birliği’ne başkanlık etti, bu görevi esnasında Müslüman halkların maslahatı için önemli kararlar yayınladı. (bknz. Hamza Türkmen-Ortadoğu İntifadası ve Toplumsal Dönüşümün Yeni Dili/Haksöz Haber, Mısır Raporu: Devrim ve Darbe Sarmalında Bir Toplum-Kadriye Sınmaz (İNSAMER)/)
Karadavi gençliğinden itibaren İslam ülkelerinin çoğunda iktidarı elinde tutan diktatör yöneticilere ve onların teşvik ettiği ahlaki yozlaşmaya karşı planlı ve ilkeli bir mücadele içinde oldu. İslami davette ıslahçı bir yöntemi benimsemekteydi. Müslüman camianın her zaman tefrikadan uzak kalması gerektiğini ve İslam birliğinin kurulmasının aciliyet gerektirdiğini ancak bu şekilde bazı sorunların aşılabileceğini sıkça gündemleştirdi. Ümmetin fakir bölgelerine yardım amaçlı kurulan hayırlı organizasyonlarının tanıtımı ve desteklenmesi için çaba gösterdi. Siyasal konularda İslami netliğe her zaman önem verdi. Müslümanların fikir dünyasının gelişmesinin önündeki engellerle mücadelede kararlılığa, stratejik hareket etmeye ve kadro yetiştirmeye öncelik veren eserler yazdı, konuşmalar yaptı. Görüşlerinin dünya kamuoyuna iletilmesinde teknolojik imkânları, sosyal medya zeminlerini kullanmaya her zaman özen gösterdi.
İlmi meselelerin Mekasıd-ı Şeria’yı esas almasına, mantıksal tutarlılığa ve toplumsal maslahatlara uygun olmasına önem veren Karadavi, dinin yaşanması konusunda ahkâm, ahlak ve siyaset konularında eğitim çalışmalarına ağırlık veren ıslahçı bir üsluba sahipti. Müslüman topluluklara idarecilerle iyi geçinmelerini, ilişkilerde ümmetin hayrına olacak işlere alan açmak konusunda üst hedefler koymalarını, planlı çalışmalar yapmalarını tavsiye etmekteydi. Kudüs’ün esaretini gündemde tutmaya, ümmet coğrafyasındaki batıcı diktatör yöneticilerin bertaraf edilmesi için her an teyakkuzda olmaya önem veriyordu. Kızı Tahrir olaylarıyla ilişkilendirildiği için Mısır zindanlarında 4 yıl tutuklu kalmıştır. Türkiye’de 15 Temmuzda, ikiyüzlü batıcı muhafazakâr bir örgüt tarafından gerçekleştirilen darbe teşebbüsü karşısında Türkiyeli Müslümanların güçlü iradesine, direnişlere ve Erdoğan yönetimine katıksız destek verdi ve tüm Dünya Müslümanlarına seslenerek bu direnişlere destek vermeleri ve dua etmeleri yönünde açıklamalar yaptı.
Onun fıkıh yöntemi naslar ile hayatı buluşturma noktasında sabitelere önem verme konularında ilkeli ama bir o kadar da kolaylıkları benimseyen çözümleyici, pratik bir yöntemdir.
Karadavi’ nin dini anlama ve İslami daveti yaygınlaştırma yöntemi Kuran’ın bütünlüğü ve ayetlerin gönderiliş amacını gözeten makasıd merkezli bir yöntemdir. O, ayetleri Kuran bütünlüğü içinde ve Rasulullah (sav)’ ın söz ve fiillerini sireti rasul ve nüzul ortamı içinde anlayıp sonra çıkardığı sonuçları içtihadıyla hedeflediği amaca mesnet yapardı. Elbette Karadavi’ nin de birçok hatalı görüşleri, bazı meseleler karşısında isabetsiz tespitleri oldu. Zaman içinde yanıldığını fark ederek bunların bazılarından uzaklaştı ve hata yaptığını kabul etti. 11 Eylül sonrası ABD de yaşayan Müslümanların yayınladığı bildiriye imza koymuş; bu onayıyla Müslüman askerlerin 2001 Afganistan harekâtına katılabileceğine cevaz verilmesini onaylamış olmuş-daha sonra hatasını kabul ederek fetvasını geri çekmişti. 2003 Irak harekâtına onayı istendiğinde aynı hataya düşmedi. Karadavi fıkhi görüşlerinde her zaman temkin ve tedbir kaygılarını önceledi. Hükümlerin zaruret ve ruhsat açılımlarıyla ilgisini kurarken özellikle reel politiğe ve günümüz muamelat bahisleriyle ilgili fıkhi çözümlerde zaruretin uygulanamadığı koşullarda ruhsat yolunu tercih etti. (bknz. Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa)
Yusuf el Karadavi’ nin çağdaş sorunlar karşısında sorumluluklara dair yaklaşımları;
Karadavi’ den bahsederken öncelikli olarak aktüel ve siyasi meselelerde biriken sorunlar, çözümsüzlükler karşısında acilen fıkhın çözümlemelerini ve fıtri ahlakı öne çıkaran bir tarz akla gelir. Ona göre her alanda özelden genele tüm hayat iklimlerine İslam şekil vermelidir. Karadavi bu yönteme öncelikler fıkhı diyor. Sahip olduğu ilmî altyapıyı gözetiyor ama daha çok sabiteleri esas alarak geliştirdiği maslahat ve kolaylık prensibini kullanarak aktif bir fıkıh yolunu tercih ediyor. Çağın sorunları karşısında fıkhi çözümlemelere dair bu yöntemiyle en çok tanınan bir mütefekkirdir. Gençliğinden bu yana içinde bulunduğu siyasal duruşla bütünleşen çok yönlü birikim ve tecrübesi, zulüm sistemlerine ve toplumsal çürümeye karşı verdiği mücadelede kararlılığı ve Müslümanların yeniden hayırlı ümmet olarak dinamik bir konuma yükselmesini hedefleyen arzusu onun bu yöntem ve çözüm yollarında uzmanlaşmasına imkân hazırlıyor.
‘Karadavi, 21. Yy’ ın yetiştirdiği büyük İslam âlimlerindendir. Çok geniş bir ilgi alanına ve çalışma sahasına sahip olan bu âlim, akademik camiada eserleriyle dikkat çekerken, basın yayının yanı sıra, eğitim ve öğretim faaliyetleriyle halkın içerisinde olmuş, onların dinî sorunlarına pratik çözümler getirmeye çalışmıştır. Onun bu denli geniş bir coğrafyada tanınmasında ve kabul görmesinde, sunduğu çözüm önerilerinde, gündelik hayatı göz ardı etmeyen, kolaylık ve maslahatı önceleyen tutumu kadar, çözüm bekleyen modern problemlerin aciliyeti de etkili olmuştur. Kendisini etkileyen ilk şahsiyet, lise yıllarında okuduğu Minhâcü’l-âbidîn ve İhyâul ulûmi’d-dîn adlı eserlerin sahibi olan el-Gazali’dir. Küçük yaşlarda okuduğu bu büyük şahsiyetin etkisi, Karadivi’nin ilmî çalışmalarında sıkça başvurduğu bir referans olarak kendisini göstermektedir. Kardavî daha sonra, Şeyhülislam İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el Cevziyye’nin eserleriyle tanışmıştır. Karadivi’nin ilmî kişiliği üzerinde bu âlimlerin etkisi açıkça görülürken, kendisi, görüşlerinde bu imamlara oldukça sık başvurur. Taklit ve taassubun terk edilmesi gerektiğini kendilerinden öğrendiği bu âlimleri, her yönüyle taklit etmekten de uzak gözükmektedir.’( Yusuf el-Kardavî' nin çağdaş fıkıh meselelerinde izlediği yöntem / Elif Dursunüst)
Karadavi, aktüel ve siyasi meselelere yaklaşımlarında nassın şer’i maksatlarını öne çıkartan, kişilerin Kuran’da zikredilen korunması gereken hakları (zarureti hamse) gözeten ve şer’i ilkelere uygun toplumsal faydayı önceleyen bir fıkıh anlayışına sahip aksiyoner bir kişilikti. Meseleler hakkında görüş beyan etme ve karar verme tarzının arka planında fikir ve mücadele örnekliklerinden etkilendiği önemli şahsiyetlerin etkileri hissediliyordu. İslamcılık serüveninde yolunun buluştuğu bu üstatlar dini anlama, yorumlama ve çağın ihtiyaçlarına İslam inançları ve ilkeleriyle cevap verme konularında Karadavi ile aynı hedefi savunan ıslah öncüleriydiler. Bunlar; Reşid Rıza, M Abduh, Hasan el Benna, Seyyid Kutup, Mevdudi, Şeltut, Seyyid Sabık, Muhammed Gazâlî, Muhammed Ammara, Muhammed El Behiy gibi akla gelen isimlerdir.
Karadavi’ nin düşünce ve eylem dünyasında özellikle; davet fıkhı, toplumsal ahlak ve siyasal duruş bağlamlarıyla ilgili yaklaşımlarında Ebul Ala Mevdudi ve Hasan el Benna’nın etkileri açıkça görülmektedir. O, Mevdudi’nin görüşlerine bilhassa önem veriyordu. Onun tüm eserlerini incelemiş, katıldığı veya eksik bulduğu görüşlerini bir eserde toplamıştı. Ekin Yayınları tarafından Ebul Ala el Mevdudi üzerine yazdığı bu eseri ‘Bir Düşünür Olarak Mevdudi’ adıyla Türkçeye kazandırıldı. El Karadavi’ nin İslamcı mütefekkirlerle yakınlaşma konusunda ‘Arap olmak veya olmamak’ üzerine her hangi bir ön şartı yoktur. O, fikirlerini günümüz için yararlı ve dinamik bulduğu Hint Coğrafyasının İslamcı âlimi merhum Mevdudi’nin yazdıkları ve konuşmalarıyla yakından ilgilendi. Mevdudi 1979’ da vefat ettiğinde yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı cenaze namazını kıldıran ve orada kısa bir konuşma yapan kişi de Yusuf el Karadavi idi. Allah ikisine de rahmet eylesin.
‘’El Karadavi, Mevdudi’nin arzulanan İslami toplumsal değişimi gerçekleştirmek için silah veya şiddeti bir yöntem olarak benimsemediğini ve askeri darbe yoluyla gelen değişimi kabul etmeyeceğini söyleyerek yerinde bir tespit yapmıştır (s.79)… Yazdığı bütün eserlere bakmadan Mevdudi’nin herhangi bir kitabının bir yerinde zikrettiği bir görüşüne bakarak onun hakkında hüküm verilemez. Zira bazı kitap ve risalelerini Hindistan’ın henüz bölünmediği, Pakistan devletinin kurulmadığı, kendisinin tecrübesinin henüz tamamlanmadığı gençlik yıllarında ortaya çıkarmıştı (s.119). El Karadavi bu söylemiyle Mevdudi’nin eserlerini derinlemesine incelediğini göstermektedir. Ayrıca O, İslami şahsiyetlerin değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken önemli bir usulün altını çizmektedir. (Yusuf el-Karadavi' nin kaleminden ıslahatçı bir âlimin portresi/Ali Sağıroğlu-Haksöz Haber)
20. yy başları 1930’ lu 40’ lı yıllar Müslüman halkların batılı işgalcilere karşı verdikleri bağımsızlık mücadelelerini kazanmaya başladığı yıllardır. Ama aynı yıllar aydınlanma ve sanayi devrimi sonrası batı kültürünün kapitalizmin etkisiyle Müslüman coğrafyalarda etkin olduğu yıllardır. Ağır yenilgi yaşayan Müslümanlar yeniden ayağa kalkmanın çaresini batılı ideolojilere ve yönetim sistemlerine sarılmakla izah etmeye başlamışlardır. İşgalciler karşısında ‘din, iman, Kuran, şeriat, hilafet ve Müslüman vatan’ ın bağımsızlığı için cihad eden, cephelerde ağır zayiatlar veren Müslüman ahali, örgütlü olmadığı için iktidarı arkasına küresel güçlerin de desteğini alan batıcı, ulusçu, asker kökenli genç kadrolara kaptırdı. Bu yönetici elitler, modernleşme ve ulusçuluk politikalarını tepeden aşağıya Müslüman halkı zorla dönüştürmeye dayalı politikalarla işleyen laik yönetimler kurdular. O dönemler laik azınlığın kendisine ters bulduğu İslam’ın yaşam alanlarını yasakladığı veya kontrol altında tuttuğu yıllardır. Müslüman coğrafyada tebarüz eden yeni ulus toplumlarda işleyen hâkim kültür batıcı laik yaşam şeklidir. Çağdaş modern devlet eğitim politikaları olarak bu formu esas almış, müfredatını buna göre oluşturmuştu. Batıcı iktidarların hedefi halkı modern bir toplum olarak yeniden inşa etmekti. Bu dönemler İslam’ı kimliksel bağlamda kendilerine hayat dini olarak seçen genç araştırmacıların siyasi, eğitimsel, ilmi sahalar ve yönetim konularında İslam’ın onaylayacağı arayışlara ve çözüm yollarına yöneldiği yıllardır. İşte Yusuf El Karadavi’ nin düşünce yapısındaki çözüm formüllerini bu dönemin şartları içinde daha kolay anlamak mümkündür. O, batıcı kadroların vesayetinin ve batılı kültür etkilerinin nasıl aşılacağına dair İslam müktesebatından çözümler bulmaya çalışan aksiyoner ve dinamik bir fıkıhçıdır. Bu çabaların muhtevasında dikkat çeken özellik ruhsat fıkhı merkezli arayışlardır. El Karadavi’ nin çabalarından bütün İslâm dünyası için bir ıslah programı çerçevesinde fikirlerini sunmayı hedeflediği anlaşılır. Bir yandan Batı taklitçisi çevrelere karşı tavır alıyor diğer taraftan Filistin sorunu konusunda bizzat Filistin’e giderek gönüllü bir aktivist olarak görev talep ediyordu. Hamas’ın kurulduğu ilk yıllarda fikri ve pratik sorumluluklar üstlenmişti.
Gençlere batılı ideolojilerin modasının geçtiğini İslam’ın mutlaka önce zihinlerde sonra hayattaki üstün konumunu inşa edeceğinin üzerinde durdu. İslâm’ın diğer dinler ve Batı’dan gelen sosyalist, materyalist, natüralist, liberal vb. ideolojiler ve felsefi akılcı eğilimler karşısında üstünlüğü tartışılamaz. Bu tür ideolojilerden Müslüman nesillerin korunması ve kurtarılmasının ilacı irşad faaliyetlerini sürdürmekten geçiyor. İslâm dünyasındaki yozlaşmanın başlıca sebepleri; basiretsizliğe gark olmuş mezhepçilik ve rivayetçilikte, siyasetin hikmetsizleşmesinde, yöneticilerdeki gaflet ve Batı taklitçiliğinde, tüm sorumluluklara sirayet eden çıkar çatışmalarında, ibadetleri ve huşuyu terk etmek hususlarında yatıyor. Modern dönemde kin, ayrımcılık ve ırkçılık üzerine kurulan milliyetçilik anlayışlarını çare olmadılar tersine ifsadı ve merhametsizliği yaydılar.
Karadavi’ nin yönetim anlayışında dinî esaslara dayalı bir toplum modelini savunmak için İslam devleti olmak gerekmez. İslam’ı yaşanılabilir her alanda inancı ve eylemi öngörür. Bunun için sadece uygun zaman veya uygun şartlar yeterlidir. Önemli olan fıtri ve makul olanı hayata geçirmektir. İşte bu da, kolaylıklar fıkhını işletmekle mümkün olur. Zira Mekke ve Medine dönemleri merhaleci bir tutum içinde hükümlerin nasıl hayatla buluştuğunu gösteren büyük bir tecrübe sahasıdır. İslâmî siyaset telakkisinde mutlakçı teokrasiye cevaz verilmez. Bu İslam’ın doğasına uygun değildir. Tarihteki büyük hatalar bu tarzın gelenekleşmesi ile mümkün oldu. Yönetici kendini masum ve kutsal olarak takdim etti, ama bunun İslami bir temeli hiçbir zaman olmadı. Kur’an ve Sünnet’te belirtilen emirler de hem devlet başkanı hem yönetilenler için geçerlidir. Toplumun temsilcileri şurâ ehli tarafından seçilen devlet başkanı yine ona eşlik eden danışmanlar (emirler/şura ehli) tarafından denetlenir. İslam coğrafya sınırı tanımaz, kan bağına itibar etmez ve bütün Müslümanları tek bir ümmet sayar. Her türlü zorba yönetimleri sınırlayan anayasa hükümlerinin fıtri ahlaka aykırı olmadığı sürece İslâm’ın ilkeleri ve idarî konulardaki kuralları ile zıtlaşan bir yönü bulunmaz. Makuliyet ortamında marufa uyulur. (bknz. İslam'da Devlet Mefhumu - Prof. Dr. Yusuf el-Karadavi)
Muhaliflere mutaassıp davranmak yerine hoşgörülü davranmaya, hayalî meseleler yerine vakıayla ilgilenmeye, toplumun üzerinde ve dışında yaşamak yerine onlarla birlikte yaşamaya, kısa vadeli çözümler yerine tüm insanlığı kapsayacak çözümlere, siyasî problemlerde boğulmak yerine sosyal konularda yoğunlaşmaya ağırlık verilmesi gerektiğini söyledi. “Öncelikler” adlandırmasında hangi hükmün öne çıkması gerektiğini tespite önem verdi.
Merhum Karadavi’ nin kitaplarından bazı seçme cümleler;
‘’İman, insanın kuru bir lafla ilan ettiği bir şey değildir. İman bir iddiadır. İddianın ispatı ise salih amellerdir’’.
‘’Filistin sadece Filistinlilerin mülkü değildir. Kudüs de bir tek onların Kudüs'ü değildir. Bilakis bu kutsal değerlerin tümü bir ucundan diğer ucuna tüm İslam dünyasının mülküdür. Filistinliler yahut onlardan bir grup, zaafa ve güçsüzlüğe düşmeleri halinde Müslümanlara düşen, bulundukları yerlerde Kudüs'ü kurtarmak için derhal harekete geçmeleridir. Allah bunu Müslümanlara farz kılmıştır. Geçmişte Allah'ın, Kudüs'ü kurtarma şerefine nail kıldığı zat Filistinli olmadığı gibi Arap da değildi. Bilakis Kürt asıllı bir İslam kahramanıydı’’ (Her Müslümanın Ortak Davası Kudüs/Yusuf el-Karadavi)
"İnsanların dinden uzaklaşmalarının en büyük sebebi, dine davet edenlerin bozulmuş olmasıdır." ‘’Müslüman şahsiyet, daima günahlardan kaçar, kalbini kötü düşüncelerden arındırır. Müslüman şahsiyet, dünyalıklara düşkünlüğü terk eder bu yönüyle halkın nazarı ve elindekilere tamah etmeyi de terk etmiş olur. Müslüman şahsiyet ölmeden önce ölür, nefsini hesaba çeker daima hesap günü için hazırlanır. Müslüman şahsiyet, gece ibadetleri ile ruhunu arındırır, maneviyatını kuvvetlendirir. Müslüman şahsiyet takvayı her şeyden daha fazla önemser’’ Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur; “Akıllı kişi vaktini dörde ayırır: Bir bölümünde Rabbine ibadet eder; bir bölümünde nefsini hesaba çeker, bir bölümünde Allah'ın yarattıkları üzerinde tefekkür eder; son bölümünde yeme ve içme gibi kendi şahsi ihtiyaçlarına ayırır."
Ölmeden önce Rabbine şu niyazda bulunmaktaydı; ‘’Yüce Allahtan bizleri sürekli O’na karşı sevgi ve takva içinde kılmasını niyaz ediyorum. Rabbim bizleri yeryüzünde Kuranı Kerimi ve Rasulullah’ın sünnetini hâkim kılanlardan eylesin ve bizi bir araya getirsin. Bizim bu dini hâkim kılmaktan ve bu ilahi çağrıya davetten başka bir hayatımız yoktur. Rabbim bizleri bu sancağı taşımaya memur olanlardan eylesin. Biz hak edersek Allah bize ümmet olarak yardım edecek bizim çağrımızı tüm dünyaya ulaştıracaktır. Rabbim bizleri dini üzerinde sabit kılsın. Bizlere çıkış yolu göstersin. İşlerimizi kolaylaştırsın, bizleri hayır ehli kılsın ve bizlere mağfiret eylesin. Taşkınlıklarımızı gidersin. Kâfirler topluluğuna karşı bizlere yardım eylesin’’.
Rabbimiz Yusuf el Karadavi’ye rahmet eylesin.
Kaynak: Hakka teslimiyet ve basiret üzere verilen bir mücadele örnekliği - ŞUAYB MEKEÇ