SİNAN ÖN - SERÇENİN NASİHATI…

SİNAN ÖN - SERÇENİN NASİHATI…

SİNAN ÖN - SERÇENİN NASİHATI…


Avcıya yakalanan serçe: “Etim ne, budum ne? Beni bırakırsan sana üç nasihatim olacak, hatta ilkini bırakmadan söyleyeyim.” Avcı kabul edince, “Her söylenene inanma” demiş. Avcı beğenip serçeyi bırakmış.

Dama konan serçe: “Sakın kaçan fırsata üzülme, karnımda elli dirhem inci vardı” deyince, avcı çok üzülmüş.

Serçe: “Demek nasihat işe yaramadı, üç dirhem serçede elli dirhem inci ne arar?” deyince, avcı 3. nasihati istemiş.

Serçe: “Kuru toprağa tohum atılmaz, cahile nasihat fayda etmez” diyerek uçup gitmiş.

Zor zamanlardan geçiyoruz, toprağımız çoraklaşmaya başladı. Kendimizi avcı, her gördüğümüzü av zannediyoruz. Kazanma hırsı ve arzusu tüm benliğimizi kapladı. Dünyaya sarıldıkça, Rabbimizden uzaklaşıyor, bir elin parmaklarını geçmeyen aklıselim insanların hatırlatmalarına ise kulaklarımızı tıkıyoruz. Çünkü onlar serçe, biz avcıyız.

Herkes suçlu ama biz günahsızız. Oysa Hz. İsa’ya atfedilen sözle: “İlk taşı günahsız olanımız atmalı!”

Yaşadığımız acının tarifi yok. Acımızı yaşayacak, yaralarımızı saracağız. Bununla birlikte bir taraftan da konuşacağız, tartışacağız, eleştireceğiz, ders alacağız. Çünkü “Ders, biz öğreninceye kadar devam edecek.”

Pakistanlı düşünür Ziyaüddin Serdar, “Cenneti Arayan Adam” isimli kitabında anlatıyor: Yaşadığım evin bahçesini düzenlemesi için bir ustayla anlaştım. Konferanslar için uzun seyahatlerimden birine denk getirip, gitmeden önce ustayla neler yapılması gerektiği konusunda uzlaştım. Dönünce, dediğim her şeye “Tamam” diyen usta, hiçbir işi konuştuğumuz gibi yapmamıştı. Neden diye sorunca, “Böyle daha güzel oldu değil mi, Ziya bey?” cevabını aldım. Ve anladım ki, benim aklımdakinin hiçbir önemi yokmuş, uygulamayı yapanın kafasındaki ile uyuşmadığı sürece…

Bu olay halimizi özetliyor. Liyakatsiz, adam kayırıcı, fırsatçı, menfaatçi, iletişimsiz, hoşgörüsüz, tahammülsüz, nemelazımcı, nobran tipler; merhametsiz dünyalarına taassupla bağlılar. Bu yüzden ibretlik musibetler bir türlü nasihate dönüşmüyor.

Tabi ki bu durum insan kalitemizle birebir ilintili. Tepeden tırnağa kadar herkesin yaşananlarda sorumluluğu var. Kentsel dönüşüm yasası çıkarıp ancak işi ranta dönüştürenlerden, “Hayır rantı bensiz yiyemezsiniz” diyerek yürütmeyi durduranlara; her şeyi kâğıt üzerinde hallettiğini zanneden bakanlık yetkilisinden, yerinde görüp onay vermesi gereken işi masa başında çözen belediye yetkilisine; inşaatında minimum gider maksimum kazanç elde etmek isteyenlerden, hakkı olandan fazlasını talep edenlere; ufak hesapların esiri olduğu için inşaatı gerektiği gibi denetlemeyen denetçiden, inşaatı imal eden kalfanın, demircinin işgüzarlığına; ev satın alırken beton ve demir kullanımına değil kalebodur fayansların rengine bakan nihai tüketiciye kadar, hepimizin…       

Oysa mesele vuku bulunca hepimiz birden bire merhamet timsali, erdemlilik abidesi, inşaat ve deprem uzmanı oluverdik.  Karanlık, dipsiz kuyulardan seslenenler; bu ortamda dahi kötücül kalplerinden fitne saçanlar bile!

Ama kendimizi aklamamız için bize birkaç günah keçisi lazım. Tabi ki bu günah keçisi ötekisi olmalı. Muhalefet için dönüşüm yapıp gerekli tedbirleri almayan iktidar, iktidar için dönüşümü engelleyen muhalefet; müteahhitler için gözü doymaz toprak sahipleri, toprak sahipleri için hırsız müteahhitler.

Kötülüğün teorik sesi o kadar gür çıkıyor ki; kardeşliğin, dayanışmanın, acıyı paylaşmanın güzel pratiklerini bastırıyor. Fedakârlığın, yardımlaşmanın, kardeşini kendine tercih etmenin erdemli örneklikleri; iftiranın, bozgunculuğun, talan ve yağmanın borazancılarına kurban ediliyor.

Kendimizce tedbirler almıyor da değiliz tabi. Kimi yetkililerimiz, “Fay hatları kırılmasın diye üzerine beton döküyor!” Kimi şeyhlerimiz, “Deprem kendi bulunduğu bölgeye isabet etmesin diye Allah’a naz yapıyor!”  Birileri, yılda bir “Deprem seferberlik planı” ilan ediyor. 

Anadolu’da nerede deprem olsa beklenen İstanbul depremi akla geliyor. Riskli yapılar, yaşayan nüfus, stratejik durum falan hatırlanıyor. “Dönüşümleri hızlandıralım” deniyor ama bir arpa boyu yol alınmıyor. Boş arazilerin üzerine 16 katlı binalar dikip, daireleri 8-10 milyondan satanlara haksızlık yapmayalım bu arada. Üzerinde bina olan yerler ise bir ara dönüşür nasıl olsa. İmkânı olsa dahi binasını yıkıp yapma hakkı ellerinden alınanlar ise ayrı. İmarın kapalı ya da şarta bağlı olduğu bölge ve mahallelerde 40 yıllık binalarda yaşayan insanlar, kaderlerine terk edilmiş gibiler.  

Böyle bir ortamda insanın, Kafka’nın ifadesiyle: "Biraz daha uyusam bu olanlardan kurtulabilir miyim?" diyesi geliyor. Ama diğer taraftan Nietzche bağırıyor: "Uyuyunca geçmez. Kalkın Konuşmamız gerek!" Gorki kuzeyden atılıyor: “Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun.”  Bilmemenin mümkün olmadığı bu zaman dilimine Sartre dünden sesleniyor : “Uyursan gece biter, uyumazsan sen.”

Bu vesile ile depremde hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan merhamet, yaralananlara acil şifalar diliyorum. Biz geri kalanlara ise başımıza gelen musibetlerden nasihat alıp, ders çıkarmayı… Her şeye gücü yeten, yaşamın ve ölümün sahibi Allah’a emanet olunuz. 

 

Kaynak: Serçenin nasihati… - SİNAN ÖN